YORUM | M. NEDİM HAZAR
“Giysiler yeni, acılar eskidir bayramlarda” der Urduca bir şiir.
Çocukluğum Urfa’da geçti benim.
O döneme dair bir hatıramı şurada yazmıştım.
Sıcak, çok sıcaktı çocukluğumun ramazanları.
“Karnı beline yapışmış” sözünün mübalağa olmadığını daha o yaşta idrak etmiştim.
O dönemlerle ilgili birkaç hatıram daha var.
Zaman zaman gelip çöküyor zihnimin en ortalık yerine ve beni dünyadan koparıyor.
Yaşlılık sanırım.
Yarından ziyade geçmiş ile yaşamaya başlıyor insan.
Sıcak diyarlarda yaşayanlar bilir, hele ki eskiler; klimasız ortamlarda pencereler, hatta kapılar açıktı geceleri.
Ve Ramazan akşamları evlerden yükselen çay kaşığının cam bardaklara dokunma şıkırtıları.
Acayip hüzünlenirim o yüzden ne zaman bu şıkırtıyı duysam.
Bir diğeri ise iftara çağırdığımız “Tanrı misafirleri!”
Şöyle bir adet vardı şehirde:
Hac için yola çıkanlar, ki o dönem yüzde 99 otobüsle gidilirdi hacca.
Mutlaka Urfa’da konaklarlardı.
“Yarım Hac” derlerdi Dergah ziyaretine.
Ve her ev bir aile misafir ederdi.
Dedem çok sert ve tavizsizdi bu konuda.
Bilirdik ki, o akşam eve Balıklıgöl’den yanımızda kimse olmadan dönersek, fena haşlanacaktık.
Ağladığımı biliyorum yalvarmaktan, “Amca ne olursunuz bize iftara gelin” diye.
Yalnızlık galiba en çok gurbette dokunuyor insana.
Düşünün pencerelerden gelen kaşık şıkırtıları yok…
Alıp eve götürebileceğin Tanrı misafirleri yok.
Yanlış anlaşılmasın bugünün nimetlerine nankörlük etmek derdinde değilim.
İletişimin hızlı olması, eskiden Hacdan gelen minik makinalarda görebildiğimiz Beytullah’ı her akşam canlı seyredebilmek bile muazzam bir nimet.
Düne kadar ismini bile bilmediğimiz Afrika ülkelerindeki yetimlere ulaşabilmek, onların gözünde iftar sevincini görebilmek muazzam bir ayrıcalık.
Hepsine eyvallah
Ama gurbet ile Ramazan birleşince insana hüzün çöküyor.
Lakin daha fenası da var.
Var evet maalesef var.
Bayram sabahları.
Bilmiyorum kaç bayram kahvaltısı yazısı kaleme almışımdır meslek hayatım boyunca.
Hele Ramazan Bayramındaki sabah kahvaltılarını.
Gurbette bayram sabahları pek mahzun oluyor insan.
Kocaman bir yumruk gelip oturuyor boğaz ile kalbin arasında bir yere.
Ve gitmiyor…
Yutkun istediğin kadar, bardak bardak su iç, fark etmiyor.
Hatıralar, tanıdıklar, dostlar, ardından ihanetler, vefasızlıklar, alçaklıklar sırayla geliyor zihninize.
Ve bayram filan kalmıyor dimağınızda tadına varacağınız.
“Allah’ım” diyorsunuz sonra, “Bu son bayram olsun zalimin darmadağın ettiği hayatların hüzünle geçirdiği.
Bu yazının başlığını çok değiştirdim.
“Son” vurgusunu bir dilek, bir temenni için bilerek ekledim.
Sizi bilmem ama ben artık her Ramazan ayının bana “bonus” olarak verildiğine inanıyorum.
Daha kaç bayram sabahı görebilirim bilmiyorum da…
Nankörlük etmeyeyim.
Çoluk çocuğum yakınlarımda, sağlıklı ve hayatlarına devam etmeye çabalıyorlar şükür.
Bir de anam gelirse yanıma, dünyanın en güzel yeri benim hanem olur.
Diyeceğim o ki…
Bayram şükrün ta kendisidir, amenna!
Doğduğun, yaşadığın beldelerden çok uzak bu diyarlarda bayram sabahları kekremsi bir tat bırakıyor insanın dimağında.
Ala bin şükür, bin hamd etmek gerekiyor yine de.
Anacığımın en sevdiğim dualarındandır: “Her sene bu zamanları göresin!”
Gurbette olmak zaten zor.
Mecburi hicret ise zorun zoru.
Bayram sabahlarını gurbette yaşamak insanın içini titretiyor.
Yine de binlerle şükür ile niyaz halindeyiz.
Bu son bayram olsun mazlumların buruk idrak ettiği.
Zalimleri gelecek bayrama bırakmasın yaradan.
Duamız bu, halimiz bu…
Hayırlı bayramlar ola.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***