İSTANBUL – Ülkenin basın özgürlüğü sicilinin tarihten bu yana hiçbir zaman temiz olmadığını belirten akademisyen Atilla Güney, “Kim ne derse desin bu memlekette ‘Kürt gazeteciliği’ gerçeği var ve bundan kaynaklı yaşadıkları şiddet ve baskı da var” dedi.
Türkiye’nin yüz yıllık sorunu olan Kürt sorunu bağlamında 2013-2015 yılları arasında PKK Lideri Abdullah Öcalan ile yürütülen “diyalog süreci”nin sonlandırmasının ardından devreye konulan savaş konsepti ile demokratik mücadele yürüten muhalif tüm kesimler hedefe konuldu. Geride bırakılan 8 yıllık süreçte tırmandırılan savaş politikasıyla toplumsal kutuplaşma olabildiğince derinleşerek, hak, hukuk, demokrasi ve özgürlükler rafa kaldırıldı. Özellikle 16 Nisan 2017 tarihinde gerçekleştirilen Referandum ile kabul edilen, 9 Temmuz 2018 tarihinden itibaren uygulamaya konulan ve kamuoyunun “tek adam rejimi” olarak nitelendirdiği “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ile ülke yaşanmaz bir hale getirildi.
Bugüne değin binlerce siyasetçi, hukukçu, insan hakları savunucusu ve gazeteci tutuklandı. Son olarak ise Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 25 Nisan’da Amed merkezli yürütülen soruşturma kapsamında 21 kentte yapılan ev baskınlarında aralarında gazeteci, siyasetçi, hukukçu, sendikacı ve sanatçının da bulunduğu 126 kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlardan 4 gazeteci, sevk edildikleri mahkeme tarafından tutuklandı.
ŞİDDET SARMALINDA GAZETECİLİK
“Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisine imza attığı gerekçesiyle 2017 yılında yayımlanan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile görev yaptığı üniversiteden ihraç edilen Mersin Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Atilla Güney, ihraç edildikten sonra bugün mesleki faaliyetleri nedeniyle soruşturma, dava, gözaltı ve tutuklamalarla karşı karşıya kalan gazetecilerin yaşadıklarını araştırarak “Şiddet Sarmalında Gazetecilik” adlı rapor kitap hazırladı.
Güney ile Türkiye’de basının durumu ve gazetecilere yönelik baskılara dair konuştuk.
HAK VE ÖZGÜRLÜKLER HEDEF
2017 yılında ihraç edildikten sonra alanı olan siyaset bilimi üzerine “Sosyolojinin Marksist Reddiyesi” başlıklı kitap çalışmasını bitirdiğini belirten Güney, akademinin dar ve köşeli standartlarından pratikle kuramı sentezleyen çalışmalara yoğunlaştığını söyledi. “İronik olacak ama akademiden ihraç, yıllarca soyut tartışmaların cenderesinde kaldığımı, bunun da aslında bir tür düşünsel oto-sansür olduğunu fark etmeme yol açtı” diyen Güney, bu farkındalıkla daha toplumsal-pratik meselelere yöneldiğini ifade etti.
Türkiye’nin özellikle son 10 yıldır ağır bir otoriterleşme ve toplumsal faşizmin boyunduruğu altında olduğunu dile getiren Güney, “Düşünce ve ifade özgürlüğü; otoriter rejimlerin hedef tahtasındaki iki temel insan hak ve özgürlük kategorisidir. İhraç edilmekle kalmamış aynı zamanda sosyal, siyasal ve ekonomik hakları gasp edilmiş bir akademisyen olarak insan hakları mücadelesinde önemli rolü olan farklı meslek gruplarının karşılaştığı zorlukları ele alan bir dizi çalışma fikrini somuta geçirmeye başladım” dedi.
İLK ÇALIŞMA AVUKATLARA DÖNÜK
İlk çalışmasının 2020 yılında avukatların uğradığı baskı ve hukuk dışı uygulamaları ele alan bir çalışma olduğunu aktaran Güney, bunun için Kürt kentleri başta olmak üzere 150’nin üzerinde avukatla yüz yüze görüşme yaptığını ve bunun sonuncunda “Türkiye’de Avukat Olmak” başlıklı bir belgesel film ve araştırma bulgularını içeren kitapçık hazırladıklarını söyledi.
‘GAZETECİLERE GÖNÜL BORCUM VAR’
Aynı sorunsal kaygılar üzerinden ülkede gazetecilik yapan basın emekçilerinin karşılaştığı zorlukları ele alan bir çalışma için kolları sıvadığını ve gazeteci, avukat ile sosyologlardan oluşan ekiple yola koyulduğunu belirten Güney, bu çalışma kapsamında 100’e fazla gazeteciyle yüz yüze görüştüklerini söyledi. Güney, “Çalışmanın sonunda yönetmenliğini gazeteci arkadaşım Diren Keser’in yaptığı ‘Haberin Ardındakiler’ isimli bir belgesel ve ‘Şiddet Sarmalında Gazetecilik’ başlıklı bir rapor kitap hazırlandı. Görüştüğümüz gazeteciler hakkında açılan dava, soruşturma dosyalarına ulaşmaya çalıştık. Bu bilgi ve belgeler üzerinden ‘Yargı Kıskacında Yerel Gazetecilik: İnsan Hakları Hukuku Bağlamında Dava İnceleme Raporu’nu da hazırladık. Her ne kadar siyaset bilimi hocası olsam da İletişim Fakültesi’nde farklı dönemlerde dersler verdim. Dolayısıyla bu gün sahada gazetecilik yapan pek çok öğrencim var. Bu çalışma biraz da bir gönül borcunun ürünüdür” diye belirtti.
TESPİT EDİLEN ZORLUKLAR
Bu esnada basına yönelik baskıların sıradan bir jargona dönüştüğünü, ifade ve basın özgürlüğünün çok ötesinde bir mecraya evrildiğini gözlemlediklerini belirten Güney, gazetecilerin mesleklerini bir can güvenliği ve şiddet sarmalı içinde yürütmeye çalıştıklarına tanıklık ettiklerine dikkat çekti. Hazırladıkları raporlarda gazetecilere yönelik devlet şiddetinin kurumsallaşmış olduğunu ve bu şiddetin gözaltı ya da tutuklama olarak öne çıktığını belirten Güney, şöyle dedi: “Son zamanlarda haber yaptırmama, haber takibini engelleme, haber takibi sırasında doğrudan müdahale artık neredeyse rutinleşmiş gibi. Muhabirlere ev baskınları, malzemelere el koyma, haberi yalanlama, gazetecileri fişleme, sosyal medyadan haberi yapan gazeteciyi hedef gösterme, habere konu olan kişileri, gazeteci hakkında şikayetçi olmaya zorlama gibi pek çok alt neden sayılabilir. İkinci olarak yargı yoluyla şiddetten bahsedilebilir. Kolluk kuvvetinin hazırladığı ve savcılıkların istisnasız uygulamaya koyduğu fezlekeler, soruşturmalar, iddianame hazırlamadan tutuklamalar yoluyla yürütülen bir yargı şiddetinden bahsedilebilir. Burada özellikle Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) gazetecilik ve basın özgürlüğü ile ilgisi olmayan pek çok maddesinin işletildiği görülüyor.”
ÜLKENİN BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ SİCİLİ
Ülkenin basın özgürlüğü sicilinin tarihten bu yana hiçbir zaman temiz olmadığını belirten Güney, “Bu ülkenin tarihi katledilen, yıllarca hapis yatan gazetecilerle, kapatılan gazeteler, dergilerle doludur” dedi. AKP iktidarının 2010 yılından bu yana gazetecilere yönelik sürdürdüğü şiddeti bir devlet politikasına dönüştürdüğünün altını çizen Güney, “Bu da kuşkusuz giderek ağırlaşan otoriterleşme ile doğrudan bağlantılı. Artık şiddetin dozu o denli ağır ki, özgür ve hak odaklı gazetecilik nerdeyse devlet aygıtı tarafın tamamen yok edilme noktasında. Bugün artık gazeteciler öldürülmüyor belki ama doğrudan özgür ve tarafsız gazeteciliğin ölüm fermanı imzalanmış durumda. Bugün var olan medyanın neredeyse yüzde 90’ı doğrudan iktidardaki partinin elinde; doğrudan finanse ediliyor. Dolayısıyla, bunun dışında kalan gerçek gazeteciliğin ve gazetecilerin ‘terörist’ ilan edilmesinde yadırganacak bir durum göremiyorum ne yazık ki” ifadelerini kullandı.
KÜRT BASIN GERÇEKLİĞİ
Kürt basınına işaret eden Güney, “Kim ne derse desin bu memlekette ‘Kürt gazeteciliği’ gerçeği var ve bundan kaynaklı yaşadıkları şiddet ve baskı da var. Roboski Katliamı’ndan Kemal Kurkut cinayetine, Van’da helikopterden atılan iki yurttaşın haberine kadar demokratik bir ülkede hükümeti düşürtecek haberlerin altına imza attılar. Suriye iç savaşında onca dezenformasyona rağmen gerçekleri yazdılar. Yaptıkları haberler pek çok uluslararası medya kuruluşu tarafından dikkatle takip edildi. Kişisel emek ve adanmışlık isteyen bu gazetecilik geleneği, onca ekonomik sıkıntıya rağmen yukarıda özetlediğim şiddet sarmalıyla mücadele ediyor. Bölgede hiçbir gazeteci yok ki en az bir kere tutuklanmamış, hakkında dava açılmamış olsun. Ajansları defalarca kapatılmış, internet sitelerine sayısız yayın yasağı getirilmiş. Bu çalışmayı yürütürken görüştüğüm gazetecilerin neredeyse yarısı şu anda cezaevinde, geriye kalanlarda haklarında açılmış birden çok dava dosyası kıskacında, tehdit altında gazetecilik yapmayı sürdürüyor” diye belirtti.
SEÇİM HAMLESİ
Amed merkezli gerçekleştirilen son gözaltı ve tutuklamalara değinen Güney, operasyonun iktidarın kaybetme ihtimalinin çok yüksek olduğu 14 Mayıs seçimleriyle yakından bağlantılı olduğunu belirtti. Güney, şöyle devam etti: “Bu operasyonda, seçim sürecinde bilgi akışını sağlayacak gazeteciler, sandık güvenliği için organize olmuş avukatlar, Yeşil Sol Parti’ye destek veren sanatçılar, Kürt siyasetçiler gözaltına alındı. Bu genel durum, operasyonun doğrudan seçime yönelik olduğunu gösteriyor. Seçim sürecinde ve oy verme sırasında etkili olacak kişileri tutuklayarak süreci kendi lehlerine çevirmek diğer yandan ise özellikle Kürt seçmene korku ve gözdağı vermek için bu operasyon yapıldı.”
‘İKTİDAR SONUÇ ALAMAYACAK’
Gazetecilere, insan hakları savunucularına ve de siyasetçilere yönelik bu son saldırının tarafsız seçim beklentilerine yönelik bir saldırı olarak değerlendiren Güney, iktidarın bu çabalarının da sonuçsuz kalacağını vurguladı. Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’na da seslenen Güney, “Yapacakları bir açıklama, olası iktidara gelme durumunda temel hak ve özgürlükler konusunda izleyecekleri yol ve tavrın da bir göstergesi olacaktır” dedi.
MA / Ergin Çağlar
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***