İSTANBUL – Maraş’ta 6 Şubat’ta ve Hatay’da 20 Şubat’ta meydana gelen depremlerin ardından bölgede incelemeler yapan gazeteciler Hakkı Özdal ve Bahadır Özgür kapsamlı bir rapor hazırladı. Emek Partisi’ne sunulan ‘2023 Şubat Depremleri Raporu: Mülksüzleştirme, Sermaye Transferi ve Kentlerin Yeniden Talanı’ başlıklı rapor bugün kamuoyu ile paylaşıldı.
Rapor Adana ili, Hatay ve ilçeleri, Maraş ve ilçeleri, Adıyaman ve ilçeleri ile Antep ve ilçelerinde 16-22 Şubat 2023 tarihlerinde yapılmış doğrudan saha gözlemlerine; bölge halkı, bölgede çalışan gönüllüler, gazeteciler, teknik ve idari görevliler ile yapılan görüşmelere dayanarak oluşturuldu. Ayrıca başta TMMOB’a bağlı mühendis ve mimar odalarınınki olmak üzere, çeşitli kurumların 6 Şubat depremleriyle ilgili olarak hazırladıkları, çoğunlukla ön-rapor niteliğindeki 20’yi aşkın yakın rapordan (özellikle teknik konularda) yararlanıldığı belirtildi.
ADIYAMAN’A MARAŞ YARDIM ETSİN!
Raporda, felakete hazırlık ve felaket sırasında müdahaleye dair iki çarpıcı tespit dikkat çekti. Buna göre, afet planında felakete uğrayacak illere destek olarak planlanan illerin yine felakete uğrayacak başka bir olduğu ortaya çıktı.
Raporda bu konudaki tespitler şöyle:
“Şubat 2022 tarihli Resmi Gazete/de yayımlanan Türkiye Afet Müdahale Planı’nda tanımlanan ‘İl Destek Grupları’ tablosuna göre,
Adıyaman için 1. grup Destek İller: Erzincan, Bingöl, Malatya, Elazığ, Kahramanmaraş, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır.
Kahramanmaraş için destek illeri: Mersin, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Kilis, Hatay, Ad1yaman, Sivas, Malatya, Kayseri.
AFAD da dahil çeşitli kurumlar ve bilimsel merkezler tarafından yapılan olası deprem projeksiyonlarında da açıkça dile getirilmiş bulunan bölgesel yıkımı gözetmeyen, keyfe keder bir coğrafi eşleşmeye dayalı bir müdahale ‘planı’ yapılmıştır. Bu plan baştan çökük vaziyettedir. Hatay, Maraş, Adıyaman, Malatya ve diğer kentlerimiz, bürokrasinin soğuk işlemlerinde zaten yok oluşa terk edilmiştir.
SEVK VE İDAREYİ ÇÖKERTEN AYRINTI: AFAD’IN TELSİZİ YOKTU
Rapordaki bir başka çarpıcı tespit ise AFAD’ın arama kurtarma ekiplerinin koordinasyonunu yapamaması sonucunu doğuran ‘iletişim’ planına sahip olmaması. Raporda şöyle deniliyor:
“AFAD arama-kurtarma ekiplerinin koordinasyonu için gerekli iletişim faaliyeti GSM şebekeleri üzerinden planlanmış, afet müdahalesi için davranacak ekiplere, telsiz ya da uydu haberleşmesi gibi daha işlevli, dayanıklı araç ve yöntemler tahsis edilmemiştir. GSM hatları üzerinden haberleşmeye bağımlılık da, tüm bölgede AFAD’ı, arama-kurtarma faaliyetlerini, tüm bir sevk ve idareyi çökertmiştir. Türkiye’nin ulusal afet planı kâr odaklı GSM şirketlerinin insafına terk edilmiş, hezimet bir açıdan da bu noktada başlamıştır. Bölgede bulunan 9 bin kadar baz istasyonundan, tamamı en ağır yıkım bölgesinde bulunan 2 bin 500 kadarı deprem anı ve sonrasında devre dışı kalmıştır. Bunların çoğu, binalara monte edilen baz istasyonlarıdır. Binalarda meydana gelen yıkımlarla birlikte işlevsiz kalmışlardır. Çok daha az sayıdaki baz istasyonu kulesi ise çoğunlukla hasarsız veya az hasarlı durumdadır. Kule tipi baz istasyonları yüksek maliyetlidir ve kâr amaçlı şirketler tarafından tercih edilmemektedir. Enkaz altındaki yaşam boşluklarında hayata tutunmaya çalışan yurttaşlarımız bu kar odaklılık gerçeğiyle acı verici şekilde yüzleşmiştir. Arama kurtarma çalışmaları için hayati önemdeki ilk 72 saatte iletişim altyapısında meydana gelen çöküş, bölgede baz istasyonlarının neredeyse 1/3’ünün tamamen göçmesi, fiber hatların kopması, telefon ve internet bağlantılarında günlerce devam edilen kesintiler, aynı zamanda açık bir suça dönüşmüştür. Nitekim MLSA, depremlerin etkilediği bölgelerde hizmetlerinde sorunlar yaşanan GSM operatörleri ile sosyal medya erişimini kısıtlayan Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) yetkilileri hakkında ‘görevi kötüye kullanma’, ‘haberleşmenin engellenmesi’, ‘bilinçli taksirle öldürme’, ‘bilinçli taksirle yaralama’ suçlarından suç duyurusunda bulunmuştur.”
BÖLGEDEKİ SINIF ÇATIŞMALARI VE ORTAYA ÇIKAN SONUÇLAR
Oldukça geniş kapsamlı hazırlanan raporun sunumunda şöyle bir çerçeve çizildi:
“Bu rapor, yıkım yaşanan bölgelerdeki genel ve özgül ekonomik-politik ilişki ve çatışmalara, sınıf ilişki ve çatışmalarına, bunların deprem öncesinden başlayarak hâlihazırda ortaya çıkardığı ve çıkarması beklenebilecek sonuçlara odaklanmıştır. Bölgenin üretim ve sermaye yapısı, sınıf profilleri, bunların yaşanan yıkım ve sonrasıyla etkileşimleri ön planda tutulmuştur. Devlet ve kurumların işleyişi, bölgeye depremin ilk anından itibaren nasıl baktıkları ve hangi amaçla ne tür müdahalelerde bulundukları üzerinde durulmuştur.
DEVLET ÜÇÜNCÜ, DÖRDÜNCÜ GÜN ORTAYA ÇIKTI
Raporda öne çıkan bulgular ise şunlar:
* 6 Şubat depremleri, birincil ve etkin sonuçları yıkım bölgesinde yaşanmakla birlikte; sosyal, politik, iktisadi, idari sonuçları bakımından ülke ölçeğinde etkilidir ve bu ölçekte sonuçlar doğurması beklenmelidir.
* ‘Devlet’, genellikle üç ya da dördüncü günden itibaren, çoğunlukla da kolluk güçleriyle ortaya çıkmaya başlamıştır. Devlet görünmeye başladığı andan itibaren, halkın kendi inisiyatifiyle oluşturduğu ya da bölgeye devletten daha önce ulaşan gönüllüler ile sendikalar, meslek odaları ya da az sayıdaki sivil örgütlerin oluşturduğu dayanışma ağ ve merkezlerine AFAD adına el koymaya başlamış; Pazarcık, Narlı, Adıyaman, Elbistan gibi yerlerde özellikle cemevleri etrafında oluşan işleyişlere müdahale etmiştir. Dayanışma bu nedenle kimi durumlarda (ilaçların ihtiyaç sahiplerine el altında dağıtılması gibi yollarla) gizlilik içinde yürütülmüştür.
ÖZELLEŞTİRME VE KİT’LERİN TASFİYESİNİN SONUCU: KAMUSAL KURUM YOK
* Özelleştirme ile KİT’lerin tasfiyesi ve kamusal birikimlerinin sermayeye transferiyle kamunun taşraya yönelik kurumsal kapasitesi de ortadan kalkmıştır. Devlet Su İşleri ve Karayolları Genel Müdürlüğü gibi kurumlar birer ‘ihale dağıtım merkezine’ dönüşmüş, bunun dışında neredeyse işlevsiz kalmış, tüm alt yapı hizmetleri özel şirketlere devredilmiştir. Depremzedeye haftalarca temiz su götürememenin, geçici barınma merkezlerini inşa edememenin veya daha ilk günlerden başlayarak arama kurtarma çalışmalarının ihtiyaç duyduğu ekipmanların yoksunluğunun esas nedeni, bunları yerine getirebilecek kamusal nitelikte bir kurumun kalmamasıdır.
‘SİVİL TOPLUM’ YOKLUĞU
* Deprem bölgesinde ‘sivil toplum’ geleneğinin görece düşük, bazı yerlerde yok denecek kadar az olduğu görülmüş, bu boşluk genellikle dini nitelikteki vakıf ve derneklerin zengin olanaklarıyla giriştikleri ‘hayır’ faaliyetlerinin görünür olmasına neden olmuştur.
AFET PLANI BİLİMSELLİKTEN YOKSUN
* Yapılan afet müdahale planı, kâğıt üstündeki haliyle dahi, bilimsel gerçekliklerden, teknik bilgi ve geçmiş deneyimden tamamen yoksun, baştan savma ve ‘şeklen’dir. AFAD arama-kurtarma ekiplerinin koordinasyonu için gerekli iletişim faaliyeti GSM şebekeleri üzerinden planlanmış, afet müdahalesi için davranacak ekiplere, telsiz ya da uydu haberleşmesi gibi daha işlevli, dayanıklı araç ve yöntemler tahsis edilmemiştir. Türkiye’nin ‘ulusal afet planı’ kâr odaklı GSM şirketlerinin insafına terk edilmiştir. Gerek AFAD gerekse merkezi idarenin tüm afet ve acil durum müdahale sistematiği, yalnızca siyasal eleştirinin değil, mevcut toplumsal düzende bile ceza hukukunun konusudur.
* 2012’de yürürlüğe giren 6360 Sayılı büyükşehir belediyelerini genişleten ve yeniden düzenleyen yasayla Hatay gibi bazı illerde mahallelerin idari bağlantısı değiştirilmiş. İktidar lehine bir “siyasi hülle” olarak adlandırılabilecek bu değişiklikle mücavir alanlar belediyeler için inşaat ekonomisine kazandırılacak birer ‘boş arazi’, buralara götürülecek hizmetler ise birer ihale kaynağı olmuştur.
‘İHMAL İLE AÇIKLANAMAZ’
* TOKİ, kentsel ranttan belli oranda alt sınıfların pay almasını sağlayarak bir rıza üretim aracına dönüştürülmüş, taşra kentleri de AVM’lerle dolmuştur. İktidarla iç içe geçmiş bu devasa inşaat oligarşisi deprem enkazının liyakatsizlik, ihmal gibi sebeplerle açıklanamayacağını (raporda örnekleriyle görüleceği üzere) ortaya koymuş, buna emeğin de eklenmesiyle bugün yaşanan toplumsal çözülmenin nedenlerini oluşturmuştur.
İMAR AFFI VE ÖZEL DENETİM ŞİRKETLERİNDEN UCUZA YAPI ONAYI
* 6 Şubat depremlerinin yıkıcı etkisine maruz kalan kentlerde toplam 305 bin 102 kaçak binaya 2018 tarihli son imar affı kapsamında yapı kayıt belgesi verilmiştir. İmar ruhsatı için gerekli zemin incelemelerinin gerektirdiği maliyetin neredeyse 1/10’u ücretlerle, özel denetim şirketlerinden yapı onayları alınmıştır. Bu vahim durum kamu binaları için dahi geçerlidir. Mühendisler, mimarlar ve onların teknik bilgi ve deneyimleri devreden çıkarılmış, bunun yerine ‘diploma ticareti’ başlamıştır.
ANAYASAL DÜZENLEMDE ENGELLENMELİ
* Türkiye’nin sağcı siyasetin bu popülist ve yoz eylemleri yerine, yeni, ilgili bilim ve meslek kuruluşlarının doğrudan katılımıyla hazırlanmış, sistemli bir yapı ve deprem yönetmeliğine; bu yönetmeliklere uyumun çok katı şekilde denetlenmesi için gerekli kurul ve yöntemlerin oluşturulmasına; imar affı gibi uygulamaların bir daha asla yapılamayacak şekilde anayasal düzlemde engellenmesine ihtiyacı vardır.
OHAL UYGULAMASI İLE MERKEZİ RANT DAĞITIMI
* Deprem bölgesindeki OHAL uygulaması, bölgedeki kentlerin hem birbirlerinden ve hem de ülkenin kalanından tecrit edilerek adeta bir hızlı inşaat plantasyonuna çevrilmesi, yeniden imar adı altında sermayenin çeşitli kesimlerine açılan ‘fırsat’ların, ihale düzeni ve rant dağıtımının merkezileşmesi amaçlarını taşımaktadır. OHAL Kararnamesi ile Cumhurbaşkanına yardımların kullanılması, gerçek kişilerin arazilerine el koyma, çalışma saatlerini belirleme konusunda denetimden uzak yetkiler tanınmıştır.
MÜLSÜZLEŞTİRME VE SERVET TRANSFERİ
* Ayrıca OHAL temel hak ve özgürlüklerin, ‘durumun gerektirdiği ölçü’ gibi yine son derece keyfi değerlendirmeye açık bir zeminde gasp edilmesine olanak tanımaktadır. OHAL kapsamında ilan edilen 126 ve 136 Nolu Kararnameler ile idare, neredeyse sınırsız denebilecek yetkilerle, depremzede yurttaşların mülkiyet hakları üzerinde her türlü tasarrufta bulunmak, ormanların, kıyıların, tarım arazilerinin ve meraların vasfını değiştirerek imara açmak, deprem bölgelerindeki iskân ve imarla ilgili tek yetkili olmak gibi güçlerle donatılmıştır. Bu kapsamda İl Valiliklerinin yayınladığı genelgelerle, çoğu durumda bizzat depremzedelere ait olan taşınmazlara, arsa, arazi ve tarlalara, konteyner kent yapımı, çadır kent kurulumu gibi amaçlarla el konulmaya başlanmıştır.
Bölgede depremin ardından yaşanan tam bir mülksüzleştirme, servet transferi ve sömürüyü derinleştirme operasyonudur.
UCUZ GÖÇMEN EMEĞİ SÖMÜRÜSÜ
* Kahramanmaraş, Hatay, Malatya, Adıyaman, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Kilis, Osmaniye, Adana ve Elazığ illerini kapsayan afet bölgesinde Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) verilerine göre 31 Aralık 2022 tarihi itibarıyla 14 milyon 196 kişi yaşamaktadır. Bu sayı ülke nüfusunun yüzde 16,4’üne tekabül etmektedir. Ayrıca, resmi verilere göre ülke genelindeki yaklaşık 3,5 milyon geçici koruma altındaki kayıtlı Suriyeli nüfusun yarısı bu 11 kentte yaşamaktadır. Bunun, bölgede özellikle küçük ve orta sanayide ucuz göçmen emeği sömürüsüne dayalı kârlar üzerindeki etkisi açıktır.
* TÜİK’in 2021 yılı verilerine göre 11 ili kapsayan afet bölgesinde 3 milyon 841 bin kişi istihdamdadır. Bölgede her 10 emekçiden 4’ü bir sosyal güvenlik korumasına sahip olmaksızın, sigortasız çalışmaktayken deprem yıkımıyla karşı karşıya kalmıştır. Malatya, Adıyaman, Şanlıurfa, Diyarbakır, Osmaniye gibi tarım sektörünün daha etkin olduğu bölgelerde kayıt dışılık çok daha yüksek oranlara çıkmaktadır. Tarımsal faaliyetin güçlü olduğu ilçelerde kayıt dışılık oranı kent genelinden çok daha yukarıya çıkmaktadır.
ÇALIŞMAYA İLK ÇAĞRILANLAR: DÜŞÜK ÜCRETLİ GÖÇMEN İŞÇİLER
* Adıyaman, Hatay ve Maraş’ta özellikle OSB ölçeğinde kayıt dışı Suriyeli işçi çalıştırılması çok yaygın bir olgu olarak karşımıza çıkmıştır. Göçmen işçiler, daha düşük ücretle çalıştırıldıkları gibi depremden sonra yeniden çalışmaya ilk çağırılanlar da onlar olmuştur.
ÜCRET ORTALAMALARI
* Bölgedeki 11 ilin tamamında ücretler, Türkiye geneli ve diğer 70 il ortalamasının oldukça altında bulunmaktadır. Sözleşmeli işçiler için ortalama günlük ücret Türkiye genelinde 378,55 TL, deprem bölgesindeki 11 ilde ise 315,27 TL’dir. Bu çarpıcı farklar kamu için de geçerlidir. Kamu sektörü işçileri, deprem bölgesinde ülke ortalamasının 52 TL altında günlük ücretle çalışmaktadır (414 TL – 466 TL). Özel sektörde ise durum çok daha vahim hale gelmektedir. Bu 11 ilde özel sektördeki günlük ücret ortalaması 300 liranın bile altındadır (291 TL).
KALICI GÖÇ VEYA YENİ PROLETERLEŞME SÜRECİ
* Bölgedeki istihdamın yarıdan fazlasının 10’dan az işçi çalıştıran işletmelerde olması ve bu işletmelerin geriye dönmesine yönelik bir stratejinin olmadığının/olmayacağının açık olması nedeniyle, bu işgücünün kalıcı olarak göç etmek ya da bölgedeki inşaat-OSB bakışımlı yeni proleterleşme sürecine katılmak dışında bir seçeneği kalmayacak gibi görünmektedir.
* Depremden etkilenen kentler ekonomik büyümeye en az katkı yapan ve en az payı alanlardan oluşmaktadır. 2021 yılında Türkiye genelinde kaydedilen yüzde 11,4 oranındaki ve ekonomik büyümeye depremden etkilenen 11 ilin katkısı 0,98 puandır. TÜİK verilerine göre bölge şehirlerinin GSYH’den aldıkları pay ağırlıklı olarak yüzde 1’in altında kalmaktadır. Ancak, bu illerin kendi içinde de büyük farklar bulunmakta deprem belgesi içinde de ikinci bir bölgesel eşitsizlik dikkat çekmektedir.
* 2022 yılında Türkiye genelinden toplam tekstil ürünleri ihracatı 14,2 milyar dolar seviyesindedir ve bunun yaklaşık 5 milyar dolarlık kısmı, bir başka deyişle yüzde 35’i deprem bölgesindeki 11 ilden yapılmış ihracattan oluşmaktadır. Başta Gaziantep, Adana ve Şanlıurfa olmak üzere bölge illerinde, emek yoğun ihracatçı sektörlerde, başta düşük ücretler olmak üzere işçi sınıfının ağır koşullara mahkûm edilmesiyle kendisine ‘avantajlar’ yaratan bir sermaye yapısı olduğu görülmektedir.
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz
(HABER MERKEZİ)
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***