YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
31 Mart Olayı sonrasında tahttan indirilen II. Abdülhamit Selanik’e gönderildi ve Balkan Harbi’ne kadar orada yaşadı.
Sonrasında İstanbul’a getirilen “sabık padişah” vefat edeceği 1918 yılına kadar Beylerbeyi Sarayı’nda yaşadı. Vefatıyla birlikte “mağfur hakan” denilen Abdülhamit, bir süre sonra da “Ulu Hakan Abdülhamit Han” olacaktır.
SELANİK SÜRGÜNÜ
İttihatçılar tahttan indirdikleri Abdülhamit’i daha o gece Sirkeci’den trene bindirip Selanik’e gönderdiler. Halbuki o, İstanbul’da kalmak ve Çırağan Sarayı’nda yaşamak istemişti. Ancak İttihatçılar muhtemelen bir müdahaleden çekindikleri için onu kendilerinin en güçlü oldukları Selanik’e göndermeyi tercih ettiler.
Uzunçarşılı, yayınlanan bir makalesinde vesikalardan hareketle Abdülhamit’in İstanbul’dan Selanik’e gönderilişine, oradaki hayatına ve Beylerbeyi’nde vefatına dair çok kıymetli bilgiler vermektedir.
Buna göre Abdülhamit hal’ sonrasında büyük bir endişeye kapılmıştı. Buna karşılık Hareket Ordusu komutanlarından Hüseyin Hüsnü Paşa yemin ederek padişahın hayatını garanti etmişti.
Abdülhamit İstanbul’dan Selanik’e eşleri, çocukları, maiyeti ve aşçılarından oluşan otuz sekiz kişilik bir ekiple gitti. Abdülhamit’in bu zorunlu sürgünü o kadar ani olmuştu ki yaşanan telaş nedeniyle saraydan çıkıp arabaya binileceği esnada kadın efendilerden birinin elindeki içinde para, mücevher ve hisse senetleri bulunan bavul kaybolmuştu. Sabık padişah sonradan bu bavulun peşine düşmüşse de bir sonuç alamayacaktır.
Abdülhamit Selanik’te Alatini Köşkü’ne yerleştirilmişti. Bu köşk Osmanlı topraklarına XIX. Yüzyılda yerleşen Avusturya ve İtalya tebaası Yahudi kökenli Alatini ailesine aitti.
Zamanla Selanik’te “ordu müteahhiti, erzak müteahhiti, erzak-ı askeriye müteahhidi” gibi unvanlarla tanınan Alatiniler; tuğla, kiremit, bira, un, sigara ve tütün fabrikaları kurmuşlar, maden işletmişler ayrıca bankerlikle de uğraşmışlardı. Bu derece zenginleşmelerinde de özellikle yabancı ülke tabiiyetinde olmalarından kaynaklanan avantajları etkili olmuştu.
İşte Abdülhamit’in Selanik günleri bu aileye ait ve onların adıyla anılan Alatini Köşkü’nde geçti. Sabık hükümdar burada gözetimine memur edilen Fethi Bey (Okyar) vasıtasıyla III. Ordu ile bağlantı kuruyor, taleplerini bu şekilde iletiyordu. Fethi Bey’den sonra da bu görevi Abdülhamit’in ölümüne kadar Vasıf Bey üstlenecektir.
Sabık hakan buraya ilk geldiğinde daha önce nişanladığı üç kızını evlendirmeye çalıştı. Bunun için yazışmalar da yaptı ancak damatlardan Samipaşazade Fuat Bey evlilikten vazgeçti.
Abdülhamit’in diğer takip ettiği konu ise göz kamaştıran şahsi serveti oldu. Hükümet, sabık padişahın Avrupa bankalarında bulunan altın ve tahvillerini Selanik bankalarına getirerek el koymaya teşebbüs etmişti.
Abdülhamit bu yazışmalar arz edilince ikamet ettiği köşkün kendi adına satın alınması, çocuklarının maişetinin temin edilmesi, maiyetinin hürriyetlerinin iade edilmesi, kendi şahsi geçimi için yeterli miktarda tahsisat verilmesi ve hayatının emniyet altında olmasını talep etti.
Daha sonra da kendisine teslim edilen Osmanlı Bankası ve Deutsche Bank’taki para ve hisse senetlerini Alatini köşkünün satın alınması ve fevkalade giderler için kullanılmak üzere kendisini tahttan indiren II. ve III. Ordu’ya verdi. Ayrıca hal’ sonrasında el konulan mücevherlerin Paris’e götürülüp satılması ve paranın Donanma-yı Osmani Muavenet-i Milliye Cemiyeti’ne verilmesi kararlaştırıldı.
Burada elbette akıllara Abdülhamit’in bu kadar büyük zenginliği nasıl elde ettiği sorusu geliyor. Bu konu ayrı bir yazı konusu olsa da merak edenler TTK tarafından yayınlanmış Vasfi Şensözen’in “Osmanoğulları’nın Varlıkları ve II. Abdülhamit’in Mirası” (Ankara, 1982) ve bu mirasın cumhuriyet dönemine yansıyan tartışmaları için Cemil Koçak’ın “Abdülhamit’in Mirası” (İstanbul, 1990) adlı kitaplarını okuyabilir.
BALKAN HARBİ VE…
Abdülhamit ve maiyeti, Selanik’teki ilk günlerinde büyük sıkıntılar yaşadı. Yatak bulamayan sürgünler; su, sabun, çatal kaşıktan bile mahrum kaldılar.
Sabık hakan köşkte gözetim altında tutuluyor ne kendisi ne de maiyetine dışarı çıkma izni verilmiyordu. Gazetelere müsaade edilmediğinden ve güncel kitaplar bile sokulmadığından ülkedeki ve dünyadaki gelişmelerden habersiz bir hayat sürüyordu.
Sabık hükümdar bu sıkıcı ortamda günlerini roman okutarak tahta oymacılığı ve marangozlukla uğraşarak geçirmekteydi. Çeşitli hatıralarda yer alan bilgilere göre köşke getirilen her türlü eşyanın tetkik edildiği bu ortamda bir de suikast teşebbüsü yaşanmıştı.
Abdülhamit’in Selanik günlerinde öne çıkan isimlerden birisi de doktorluğunu yapan Hüseyin Atıf Bey’dir. Atıf Bey hem Selanik hem de Beylerbeyi’nde Abdülhamit’in dokuz yıl doktorluğunu yapmış ve tuttuğu on iki defterden oluşan notlarla sabık padişahın bu döneminin aydınlatılmasında önemli bir rol oynamıştır.
Abdülhamit bu sürgünü esnasında kendi el yazısıyla “Devlet ve millet ve askere arzı halimdir” başlığıyla bir istida kaleme almış ve hakkındaki suçlamalara cevap vermeye çalışmıştır. İstidanın başında otuz üç yıl devlet ve millete hizmet ettiğini belirten Abdülhamit, V. Murat ve ailesine de kendi ailesi gibi baktığını söylüyordu.
31 Mart Olayı ile ilgisi olmadığını da vurgulayan Abdülhamit, servetinin müsadere edilmesinden dolayı perişan halde olduğunu belirtiyor, daha önceki taleplerini tekrarlıyor ve istidasının Meclis-i Mebusan’da okunmasını istiyordu.
M. Şevket Paşa özellikle istidanın mecliste okunması isteğinden rahatsız olmuş, III. Ordu kumandanlığına bir telgraf çekerek padişahın çeşitli yerlere başvurmasını doğru bulmadığını belirtmiştir. Ancak istekleri arasında yer alan Alatini Köşkü satın alınmış ve “Ordu Köşkü” adı verilmiştir.
İstida sonrasında ordu tarafından padişahın hayatının garanti edildiğine ve bundan sonra Selanik’te kalıp İstanbul’a nakledilmeyeceğini belirten bir cevap verilmiştir. Fakat bu garantiye rağmen Balkan Harbi her şeyi değiştirdi ve sabık padişahın İstanbul’a taşınması gündeme geldi.
O sırada ülkeyi yöneten ve tarihe “Baba-Oğul Kabinesi” ya da “Büyük Kabine” olarak geçen Gazi Ahmet Muhtar Paşa Hükümeti, Abdülhamit’in tekrar başkente nakline karar verdi. İkamet yeri olarak Beykoz Kasrı düşünüldüyse de daha sonra Çırağan hatta Bursa’daki bir kasr-ı hümayunda oturması gündeme geldi. En sonunda da Beylerbeyi Sarayı uygun görüldü.
Sabık padişaha nakil haberi verildiğinde vehimli kişiliği ve uzun bir süreden beri güncel gelişmeleri takip etmemesinin bir sonucu olarak kararı endişeyle karşılayarak Selanik’te kalmak istedi. Ancak Balkan Harbi’nde yaşanan felaket ve şehrin de tehdit altında olduğu belirtilerek naklin mecbur olduğuna ikna edildi. Zaten bu sırada Yunan ordusu Yenice-Vardar Muharebelerini kazandıktan sonra Selanik üzerine doğru yürüyüşe geçmişti.
Nakil kararı sonrasında Ege’ye hâkim Yunan donanmasının taarruz endişesi nedeniyle tarafsız bir devletin aracılığına ihtiyaç duyulduğundan Almanya’dan yardım istendi. Bunun için de Alman askeri gemisi S.M.S. Loreley tahsis edildi. Abdülhamit’in endişesini gidermek için de yolculukta kendi damadı Adliye Nazırı Arif Hikmet Paşa ve Abdülaziz’in damadı Maarif Nazırı Şerif Paşa padişaha refakat edecekti.
Almanlar herhangi bir saldırı ihtimaline karşı Loreley’in Kızılhaç malzemelerini almak için Rodos’a açıldığını bildirdiler. 30 Ekim 1912’de Selanik’ten hareket eden Loreley, 2 Kasım’da Kız Kulesi’nin biraz ilerisine demirledi.
Abdülhamit de buradan alınarak ölümüne kadar kalacağı Beylerbeyi Sarayı’na götürüldü. 8 Kasım’da da Selanik bir kurşun bile atmadan Yunanlılara teslim edildi.
ÖNCE SABIK SONRA MAĞFUR
Abdülhamit’in Beylerbeyi günleri ise Selanik sürgününden daha farklı geçmiştir. Sabık padişaha gazete verilmiş, aktüel gelişmeleri takip imkânı sağlanmış, bayramlarda çocukları ve torunlarının ziyaretine izin verilmiştir.
Özellikle Padişah Mehmet Reşad’ın Abdülhamit’in Beylerbeyi’nde iyi bir şekilde yaşaması için gayret ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim eski padişah sarayın rutubetinden şikâyet edince gerekli tadilatlar yapılmıştır.
Abdülhamit hatıra eserlerde genellikle kahve ve sigara tiryakisi olarak aktarılmaktadır. Yemen kahvesini tercih eden padişah, sigaralarını da en iyi tütünlerden yaptırmaktaydı.
Bunun yanında bazı kaynaklarda gençliğinde içkiye düşkünken sonradan vazgeçtiği, ara sıra şarap ve konyak içtiği belirtilmektedir. Kızı Şadiye Sultan ise onun içki içmediğini ve içenleri de sevmediğini yazmaktadır.
Ölümünden önce nezle ve mide şikayetleri olan padişahın sağlık durumu yine Atıf Bey tarafından takip edilmiştir. Ancak nefes alma problemi ve tansiyon düşüklüğü üzerine Tıp Fakültesi Dekanı Akil Muhtar ve Taksim Hastanesi başhekimi Rıfat beyler de muayeneye iştirak ederek kan almışlardı. Abdülhamit acısının kalmadığını söyleyip doktorları göndermişse de onların gidişinden sonra ağırlaşmış ve vefat etmiştir.
Konsültasyon raporunda muayeneden önceki akşam yemeğinde fazla miktarda et, balık, börek ve pirinç unlu hamur tatlısı yediği belirtilmiştir. Ölüm raporunda da eski padişahın vücudunda bir darp ya da cebre rastlanmadığı, ölüm nedeninin “zaaf-ı kalp” olduğu yazılmıştır.
1842’de dünyaya gelen Abdülhamit, otuz üç yıllık saltanatı sorasında Selanik ve Beylerbeyi Sarayı’nda gözetim altında tutulduktan sonra 23 Şubat 1918’de yetmiş yedi yaşında vefat etti.
İttihat ve Terakki yönetimi de yıllarca muhalefet ettikleri eski padişah için tahtta iken ölmüş hükümdarlara yapılan türden bir cenaze merasimi düzenledi ve Abdülhamit, dedesi II. Mahmut’un türbesine defnedildi.
Abdülhamit’in vefatı, Birinci Dünya Savaşı’nın Osmanlı devleti ve halkı için tam bir felakete dönüştüğü bir zamana tesadüf etti. Savaş ve karaborsanın etkisiyle büyük sıkıntılar yaşandığından halkın ve özellikle kadınların cenaze alayının arkasından “biz senin zamanında aç değildik” şeklinde bağrıştıkları rivayet edilmektedir.
Saltanatı döneminde “Gazi”, tahttan indirildikten sonra “sabık padişah” olarak anılan Abdülhamit’e vefatından sonra da “hakan-ı mağfur” denilecektir.
Cumhuriyet döneminde ise çok daha farklı bir konum alan Abdülhamit figürü, yaşanan büyük toprak kayıplarına ve iktidarının Yıldız’dan ülkeyi yönetmeye dayanan tek adam rejimi olmasına rağmen yıllar içinde “Ulu Hakan” olacaktır.
Kaynaklar: İ. H. Uzunçarşılı, “Sultan Abdülhamit’in Hal’i ve Ölümüne Dair Bazı Vesikalar”, Belleten, 1940, C. VIII, S. 30; “Sultan Abdülhamit’in Muhafızıydım”, Hayat Tarih, 1966, S. 11; C. Yavuz, “Sultan Abdülhamit’in Selanik’ten İstanbul’a Alman Gemisi İle Nakli”, TAD, C. XX, S. 31, 2000; N. Yıldırım, B. Özaltay, “Sultan Abdülhamit’in Sağlığı ve Sağlık Hizmetleri”, Sultan İkinci Abdülhamit ve Dönemi, İstanbul, 2012.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***