– İYİ Parti Ekonomi Politikaları Başkanı Prof. Dr. Bilge Yılmaz ismi, ABD’nin ekonomi alanında önde gelen medya kuruluşlarından Bloomberg’in, Millet İttifakı’nın seçimi kazanması durumunda ekonomi yönetiminin başına geçeceği ‘kulis’ haberiyle gündeme geldi. Hakkındaki bu iddia üzerine T24’ten Cansu Çamlıbel’e röportaj veren Yılmaz, bakanlığa talip olduğunu ancak, masada kendisi üzerinde henüz bir anlaşma olmadığını anlattı.
Röportajın bir bölümü şöyle:
-Bazı Merkez Bankası başkanları ve diğer ekonomi bürokratları Erdoğan’ın ekonomik deneyine “hayır” dedikleri anda resimden çıktılar. Tüm çöküntü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın faiz inadıyla açıklanabilir mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bilimle uyuşmayan bir inadının olduğu çok aşikâr. Ama tahribatın tamamını da onunla açıklamak mümkün değil. Başka çok büyük hatalar da var.
BERAT ALBAYRAK’IN VERDİĞİ KARAR BU HALE GETİRDİ
-En büyüğü nedir?
Türkiye uzun yıllar boyunca devletin iç borçlarını TL cinsine çevirdi. Zaten sağlıklı olan odur. Enflasyon çok yükselse bile iç borç kendi para biriminizle olmasının şöyle bir avantajı var; iç borcunuz azalıyor reel olarak faizler yükselince. Oysa 2018’de Berat Albayrak tarafından bir karar verildi ve iç borcumuz dolar ve altına endeksli hale getirildi.
-Epeydir doların 18 TL civarında tutulduğu bir süreç yaşıyoruz. Eğer istendiğinde bir seviyede tutulabiliyorsa – ki zaten kontrollü bir süreç olduğunu söylüyorsunuz- demek ki en başta 6’dan 18’e çıkmasını da hükûmet tercih etti. Yanlış mı?
Tabii, bilerek yaptılar. Biliyorsunuz bir ara 6.85 gibi bir seviyede tutundurdular. Sonra ondan vazgeçtiler. Sonra tekrar eski sisteme dönerek belli seviyelerde korumaya çalıştılar. Bu tabii Türkiye’nin elindeki bütün rezervlerini harcamasına neden oldu. Hatalar zinciri, tek bir hata değil.
-Enflasyon oranı size göre kaç?
Bizim kendimize göre hesaplarımız var. Ama ben spekülatif bir rakam söylemek istemem. Onun yerine İstanbul Ticaret Odası’nın (İTO) rakamları ile TÜİK rakamları yakın giderdi. Zaten Tayyip Bey’e yakın bir kurum olarak da bilinir İTO. Bu son süreçte TÜİK ile İTO’nun rakamlarının arası ciddi biçimde açıldı. Bir noktada yüzde 28 gibi farklar oluştu. O bence bir gösterge. İstanbul’un enflasyonu ile ülke enflasyonu arasında çok büyük fark yok, o bir alt taban oluşturur. Biliyorsunuz hesap yapan başka bağımsız kuruluşlar da var. Enflasyonun gerçek rakamının bilinmesi önemli çünkü enflasyonu düşürebilmek için vatandaşın enflasyon beklentisini kırmanız lazım. Devletin açıkladığı enflasyona güven yoksa o enflasyonu kırmanız çok zor. Ben 12 ay sonra aylık enflasyonun – mevsimlikten arındırıldıktan sonra- yüzde 1,5’a indirilmesinin mümkün olduğunu düşünüyorum. Öyle bir hedefimiz var. Bu da yıllık yaklaşık yüzde 20’ye denk gelir. Bu tabii ileriye dönük bir hedef. Tabii biz şu anda iktidarda değiliz. Ekonomiyi ne şartlarda devralacağımız da belli değil. O tarihten sonra yeni bir hesaplama yapılır.
-Diyorsunuz ki 15 Mayıs sabahı bazı bürokratlar ülkeden kaçacak.
Kaçabilirler diyorum. Kaçıp kaçmamaları çok da önemli değil aslında. Önemli olan görevi bırakacak olmaları. Birçoğu o görevlerde olmamayı tercih edecek. Bakın şu an Türkiye’de bir baskı rejimi var ekonomi üzerinde. Birçok yapılan uygulama esasen doğru değil, kanuni de değil. Birçok şey kurallar bükülerek yapılıyor. İnsanlar bu tür gri alanlarda iş yapıyorsa ve bir iktidar değişikliği olacaksa bu tür işlemleri yapmayı ret edeceklerdir.
-Nasıl işlemlerden bahsediyorsunuz?
Şu an Türkiye’de şirketler döviz almak istedikleri zaman telefonlar çalıyor, bankalar aranıyor “yapmayın” deniyor. Kurallar içinde olmayan mekanizmalar işletilerek insanlara telkin ve baskı yoluyla….
-Bir dakika, burayı açalım. Dolar satın almak isteyenlere “almayın” baskısı yapılıyor. Doğru mu anladım? O şirketin dolar almak istediğini nereden biliyorlar?
Banka aracılığıyla bir talepte bulunuyorsunuz Merkez Bankası da onu görüyor ve o bankayı arayıp “Sizin müşteriniz niye bu miktarda dolar talep etti?” diye soruyor. “Sen onu şimdi yapma şöyle yap..kur riskini dağıtacak yöntemler kullan (hedge et)” gibi telkinler, yan çözüm önerileri…yönlendirme hafif bir kelime, baskı rejimi var. O zaman deyin ki “Türkiye’de sermaye kontrolü var, bir kimsenin ne kadar dolar alıp satabileceğini devlet belirliyor.” Ama bunu demeyip dolambaçlı yollardan bunu yapıyorsunuz ve gri alana düşüyorsunuz.
-Aslında de facto olarak sermaye kontrolü var.
Tabii ve gittikçe de resmi olarak bunun dozu arttırılıyor. Sürekli kurallar değişiyor. Kuralların ne olduğu da çok önemli değil artık. Kuralların değişmeyeni makbuldür. Bir de bunun gibi uygulanan ama adı konmamış kurallar var. Bunların sonucunda olacak şey şu; belli bir noktada bürokratlar artık bu gri alanlara düşmek istemeyecekler. Başka bir deyişle seçimin ertesi günü mevcut baskı rejimi fiilen bitecektir.
‘EN BASİT ANLATIMIYLA TÜRKİYE’NİN DÖVİZİ BİTİYOR’
-Merkez Bankası iki gün önce tüzel kişilerin döviz pozisyonlaması diye yeni bir düzenleme bilgisi geçti bankalara. Ne anlama geliyor bu?
En basit anlatımıyla Türkiye’nin dövizi bitiyor, devlet dövizi karneye bağlamaya doğru gidiyor anlamına geliyor. Bu sürecin ilk ayağı diyebiliriz. Herkesin talebine yetecek kadar döviz yok, devlet kendi belirlediği ihtiyaçlar ve hedefler doğrultusunda kimin ne kadar dövize erişimi olacağına karar vermek istiyor. İnsanların dolar almasını zorlaştırmaya çalışıyor, bu doğrultuda yeni yeni zorluklar çıkarıyor. Türkiye her ay dışarıya sattığı malın üstüne 10 küsur milyar dolarlık mal satın alıyor ve onu tüketiyor. Bunun içinde yabancı araba da var, yerel üretimde hammadde olarak kullandığımız ürünler de var. Devlet bir noktada diyecek ki “kardeşim bu bizim üretimimiz için gerekli, alalım. Bu üretim için gerekli ama o kadar önemli bir üretim alanı değil, feda edebiliriz. Bu tüketim için, çok da gerekmez, almayın” Yani devlet yavaş yavaş karneye bağlayacak dövizi. Son günlerde alınan kararlar, bunun işaretleri. Ülkemizde ticaret açığı kronik hale gelmiş durumda. Aylık 10 küsur milyar dolarlık farkı kim ödüyor? Turizm gelirlerinin yoğun olmadığı aylarda, sadece Merkez Bankası’nın rezervleri. Ama rezerv kalmadı, bitmek üzere. Dışarıdan para gelmiyor. İçerideki döviz de bittiği noktada sistem kitlenecek. Buna doğru gidiyoruz. Rezervler bittiği zaman Türkiye enerji, hammadde, ara mal ithal etme konusunda nahoş seçimlere zorlanacak. O zaman her şeye devlet karar verecek. Bir şey mi ithal etmen gerekiyor? Devleti ihtiyacının gerekçesine ikna etmen, gerekçeni ispatlaman gerekecek.
“Sıradan vatandaş bunu neden umursasın?” diye sorabilirsiniz. Cevabı basit: İnsanlar giderek bazı şeyleri tüketmeye devam edemeyecekler. Burada etkilenecek olanların yalnızca lüks tüketim ürünleri olduğunu düşünmek hata olur. Örneğin, Türkiye’nin et tüketiminin önemli bölümü yurtdışından geliyor. Belki de gelemeyecek. “Et yemeyelim ama ekmek olsun” gibi tercihlere gitmeye başlanabilir. Mevzunun ara mal ve hammadde ayağında yapılacak tercihler, Türkiye’nin üretiminin daralacağı anlamına geliyor. Üretim daralırsa, istihdam da düşer. Sayın Erdoğan iktidarda kalırsa, gidilen yol o. 70 cent’e muhtaç olmak o. AKP iktidarı bir dönem daha yönetimde kalırsa, seçimden sonra kambiyo rejimi kapanacaktır. Başka yolu yok, çünkü para bitiyor. Dolar, Euro biriktiren vatandaş için de elbette büyük bir risk bu. Biz göreve gelirsek, bu sorunlar çözülür.
-Ankara-Moskova hattında Erdoğan ile Putin’in kurduğu mekanizmalara dönük bakışınız nedir? Rusya ile ekonomik ilişkilerde sizde kaygı uyandıran şeyler var mı?
E çok var çünkü birçok konuşmanın devlet kaydı yok, özel ve şahsi şeyler. Biz aralarında ne olduğunu bilmiyoruz. Mesela bize yapılan bazı iyilikler var biz onların karşılığında Rusya’ya ne veriyoruz net değil. Mesela Rusya nükleer santral için Türkiye’ye bir miktar para yolladı. Yine mesela gaz ödemeleri konusunda bize kolaylıklar sağlandığı söyleniyor. Bunların detaylarına vakıf değiliz. Gaz ödemesiyle ilgili kolaylıklar hangi süre için ve hangi koşullarla sağlandı hiçbirini bilmiyoruz. Bunlar tabii kaygı verici. Bazı şeyler daha açık. Mesela Suudi Arabistan’dan para aldık ama onun öncesinde Suudi Arabistan’ın Türkiye’de işlediği bir cinayette dosyayı oraya gönderdik. O daha açık mesela.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***