HATAY/SAMANDAĞ – “Ne varsa kaybettik. İşimizi, evimizi kaybettik, her şeyimizi”, bu sözlerin sahibi Ali Garip’e Hatay’ın Samandağ ilçesinde Atatürk mahallesinde rastladım.
Büyük çoğunluğu yıkılmış ya da ağır hasarlı evlerle çevrili mahallede bir ahşap sandalyede ayaklarında terlik, sırtında ceketi tek başına oturuyordu. Yorgun, üzgün dahası umutsuz görünüyordu. Ağabeyi ve babasıyla neredeyse kırk yıl önce yaptıkları dört katlı binanın yıkıntısına gözünü dikmişti, “Bahçemiz yok, parselimiz yok hiçbir şeyimiz yok. Elde var sıfır. Bu memleket 20 yılda bir daha eski haline gelmez. Biz görmeyeceğiz ben buna inanıyorum. Yeni bir Samandağ’ı maalesef göremeyeceğiz. Ömrümüz yetmeyecek.”
Şehit torunuydu. Dedesi Çanakkale savaşında şehit düşünce yetim kalan babası 1934’te soyadı kanunu çıkınca “garip” soyadını almıştı. Yıllarca çalışmış çabalamış, oğullarıyla birlikte bir bakkal işletmişti. Hemen yıkılan binanın paralelindeki Atatürk caddesindeki bu bakkalda çalışan Ali Garip, askerden sonra bir süre Suudi Arabistan’da çalışmış, dönünce de bir kafeterya açmıştı. “Her şeyimizi kaybettik” diye saydıkları arasındaki işyeri orası.
“Geç müdahale oldu”
Eşi büyük oğluyla Adana’da olduğu için depreme biri doktor diğeri diş teknisyeni olan iki oğlu ile birlikte yakalanmış. Depremin ilk saatlerini ilk günlerini hatırladığında gözleri nemleniyor.
“Ev öyle bir sallandı ki deniz dalgaları gibi gidip geliyordum. Oğullarımı uyandırdım. Balkondan yeğenimin damına geçtik. Sonra aşağıya indik. Ayakkabısız, çorapsız. Yağmur yağıyordu, tir tir titriyorduk. Apartmanlar dökülüyordu. Etraftan sesler geliyordu. Eğer yardımlar gerektiği gibi zamanında gelseydi ölenlerin yüzde otuzu yaşardı. Kimseyi suçlamak istemiyorum. Kader mi diyelim?”
“Düzce’den AFAD ekibi geldi ama ellerinde hiçbir şey yoktu”
İki oğlu da röportaj sırasında yanımıza geliyor. Doktor Bulut Garip ilk dört arkadaşı ve ailesinin çıkartılması için başında enkazının başında beklediği enkazı işaret ediyor.
“Şu yolun sonunda çocukluk arkadaşım ailesiyle enkazın altında, bir başka arkadaşımın yeğeni Deniz Hastanesi’nin ilerisinde, enkazın altında. Bir o tarafa bir bu tarafa koşturuyoruz. Elden bir şey gelmiyor. Yirmi dördüncü saatte falan gelen oldu. İlk ekip Düzce’den. AFAD ekibi geldi ama gönüllü ekiplerin ellerinde hiçbir şey yoktu. Üzülmekten başka yapabilecekleri bir şey yoktu, bizim gibi oturdular. Derdimizi paylaştık sadece. Hiçbir şey yapılamadı. İnsan kendi enkazlarını kendileri çıkarmaya çalıştı. Kepçe bulan kepçeyle. Termal kamera, yılan kamera hiçbir yoktu.”
“Devlet gelmedi, hiç kimse gelmedi, sadece gönüllüler”
Diş teknisyeni olan Ogün Garip ise gücü yettiğince her enkaza koşmuş. O da imkansızlıktan ve yetersizlikten yakınıyor. Ve neden Samandağ’a yardımın bu denli geç geldiğini sorguluyor.
“Yok abi kimse gelmedi. Ben Hakkari Yüksekova’da bir sene yedek subay olarak görev yaptım. Yani hepimiz milletimizde ve hepimiz devletimizi seviyorum. Biz kesinlikle hiçbir zaman devlete karşı gelmedik. Ama onlar bizi sevmedi. Sevmedi baba, gördük. Babam gece burada ses duymuş. ‘Ogün sesler var sesler, gelin bakalım’ dedi. Gittik, o seslerin geldiğini duyduk ama çıkaramıyoruz. 6 katlı apartman yerle bir olmuş. Hiç kimse yok. Devlet gelmedi. İlk üç gün hiç kimse gelmedi. Sadece gönüllüler. Onların da elinde malzeme yok. Enkazdan bir adamın çocuklarını çıkardık. Ambulans yok, transite koyacağız. Diyor ki annesinin yanına yavaş koy, incinmesin”, dedikten sonra gözleri doluyor Ogün Garip’in.
“Hastanede ufak tefek vakalara müdahale etmek dahi mümkün değildi”
Doktor Bulut Garip hastanelerin en azından ilk hafta işlevsiz kaldığını söylüyor.
“Beşinci güne kadar arkadaşım ve ailesinin çıkartılmasını bekledim. Kendisinin eşinin, annesinin, bebeğinin ve annesinin ölüm muayenesine ben de katıldım. Gördüm onların durumunu. Arkadaşım elini şöyle koymuş üst üste hepsi yan yana, üst üste çıkardık hastaneden defin ruhsatını aldık, gittik defnettik. Bu arada ben hastaneye gidip geliyorum. Hastanede öyle ufak tefek vakalara müdahale etmek dahi mümkün değildi. Dikiş gerektiren durumlar filan. Gönderiyorduk onları. Kaos yani. Aynı şekilde bu defin ruhsatı için falan gittiğimiz zaman, etraf cesetlerle doluydu. Sahipli mi sahipsiz mi belli değil. Oradan sıralamışlar balık istifi gibi, oradan tek tek alıyorlar, defnediyorlardı.”
“Türk milleti duyarlı çıktı çok şükür”
Ali Garip’in mobilya ustası olan yeğeni Önder Garip de yıkılan aile apartmanın birinci katında oturuyordu. Binanın en alt katındaki mobilya dükkanına 6,4 büyüklüğündeki ikinci depremden saatler önce girdiğinden bazı büyük makinelerini kurtaran Önder Garip, evin hemen karşısındaki parselde bulunan bahçede kendi kurduğu çadırda kalıyor.
“Sesler geliyordu ama hiçbir şey yapamıyorsun. Çünkü çok soğuk. Üstünde terliğin çorabın yok. Montun yok. Çaresizlik. Su yoktu. Hiçbir şey yoktu. 48 saat sonra yemekhaneler kurudu. Aşevleri kuruldu. Yemek yemeye başladık. Üşüyoruz derken aklıma çadır geldi. Komşum seracıyı ondan aldım, babamla beraber kurduk. Battaniyeler dağıtıldı. Battaniye aldık. Çadırın altına halı serdik. Sobayı komşudan aldım. İşte üst baş dağıtıldı. Onları aldık. Bunlar kendi üstümüz değil, kendi üstümüze binada kaldı. Ne dağıtırlarsa aldık sağ olsunlar. Türkiye milleti çok duyarlı çıktı, çok şükür. Burası komşunun parseli. Komşudan izin aldım anahtarını getirdi bana sağ olsun verdi bana. Sonra komşudan çadır aldım. Çadırı kurdum. Bu aslında bir nevi sebze yetiştirme çadırı, sera. İçine battaniye kurdum. Şey için yalıtım için soğuk için. Altına bir tane halı çektim. Sonra masayı bizim bahçeden getirdiğim sobayı komşudan getirdim. Boruları komşudan getirdim. Yani ne bulduysam çevrede kendimize bir hayat kurduk.”
Önder Garip bundan sonra beton binada yaşamayacağını söylüyor, “Yıkılmayacak bir katlı bir bina yapacağım. Küçük olsun fark etmez. En iyisi böyle ağaç altında yaşamak. Ama buradan ayrılmam. Bu Hatay’ı terk edersem, buradan çıkarsam sudan çıkmış balığa benzerim. Çıkmayacağım ben burayı terk etmeyeceğim.”