Putin, komşusu Ukrayna’ya, Ukrayna’nın ulusuyla, tarihiyle yapay bir ülke ve Batı’ya yakınlaşması Rusya’ya tehdit olduğu gerekçeleriyle saldırdı, işgal etmeye kalktı. Putin, işgale neredeyse tek başına karar verdi, o denli ki alandaki generalleri de, salondaki diplomatları da bu hamleyi neredeyse herkesle birlikte medyadan öğrendi. Ancak Putin, Ukrayna’yı işgale bir günde karar vermedi. Önce 2004 Münih Barış Konferansı’ndaki konuşmasıyla işaret fişeğini attı, sonra 2014 Kırım’ı ilhak ederek uygulamasını yaptı, nihayet 2022 yaz aylarında Kremlin resmi sayfasına konan uydurma tarih makalesiyle yolunu döşedi.
Putin, ABD’nin Afganistan’dan ve Almanya’da Merkel’in siyaset sahnesinden çekilmesi, İngiltere’nin Brexit sonrası dağınıklığı, Macron’un seçimle başının meşgul olması, kış aylarında Avrupa’nın Rusya’ya doğal gaz bağımlılığı gibi etmenleri zihninde bir araya getirerek, bir daha açılmayacak bir fırsat penceresi gördüğünü sandı. Bütün hesaplarında yanıldı. Ukrayna’yı Batı’dan koparmak ve NATO’dan uzaklaştırmak isterken, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya katılması, Almanya ve Japonya’nın re-militarizasyonu, kendi ülkesinin de Çin’in müstakbel vasal-devletine dönüşmesi sonuçlarıyla karşı karşıya kaldı. ABD ve AB’de “yeni sağ” lider ve oluşumların desteğini de yitirdi. Orta Asya ve Kafkas cumhuriyetleri üzerindeki etkisi de azaldı.
PUTİN’İN PLANI ÇÖKTÜ
Putin’in tasarladığı, Kiev’e iki koldan bir yıldırım savaşıyla ulaşmak, başkentin yakınındaki Gostomel Havaalanı’na indireceği Özel Kuvvetler’le şehirde karışıklık çıkarıp, Cumhurbaşkanı Zelenskiy’i yakalamak, öldürmek veya kaçmasını sağlamak, bir kukla hükümeti başa getirmek, Dinyeper ırmağının doğusuna tümüyle egemen olup, Ukrayna’nın Karadeniz’e çıkışını da engelleyip, zafer ilan etmekti. Beklentisi, 2014 Kırım’da olduğu gibi, ABD ve AB’nin zayıf yanıt vermesi, birlik halinde duramaması ve yarattığı oldu-bittiyi dünyanın tanımasıydı. Hiçbiri olmadı.
ABD Kırım dersine iyi çalışmıştı, son derece hazırlıklıydı. Gostomel konusunda zamanlı paylaştığı istihbarat oraya inen birliklerin yok edilmesini sağladı. Rusofonların çoğunlukta olduğu Harkiv’de bile kimse işgalcileri ellerinde çiçeklerle karşılamadı. En önemlisi komedyen Zelenskiy kaçmadığı gibi, içinden adeta bir 21. yüzyıl Churchill’i çıktı. İlk iki haftada pes etmeyince, Ukrayna’ya omuzdan havaya ve tanksavar füzeler başta olmak üzere askeri destek yağmaya başladı. Rusya’nın silahlı kuvvetlerinin müşterek harekâtta ve lojistikte çuvallamaları, emir-komuta zincirindeki aksaklıklar, hava sahasına egemen olamamaları, iletişimi kesememeleri onlar için felâketle sonuçlandı.
Bugün Rusya “topyekûn”, Ukrayna ise “klasik” savaş yöntemlerine dönmüş durumda. Rusya sivil hedefleri ve altyapıyı vururken, Ukrayna Rusya içini vuramıyor. Cephe hattı da kış aylarında aşağı yukarı sabitlendi, Rusya savunma hattını güçlendirdi. Öyle ki, bazı uzmanlar “Kore” benzeri bir kemikleşmiş çatışma geleceğini olasılıklar arasında sayıyor. İki tarafın da bahar taarruzuna kalkması bekleniyor ama iki tarafın da söz konusu olası girişimlerinden kısa erimde elle tutulur sonuç alması zor. Putin, kendince II. Dünya Savaşı’ndaki Stalin’e öykünerek, deyim yerindeyse savaşın kıyma makinesine sürekli et atıyor. Kayıpları şimdiden 200.000’i aşmış durumda. Bu yolla Putin savaşı tüm topluma mal ediyor. Nükleer tehdit ise sözde kaldı zira nükleer silaha başvurmak Putin’in doğrudan NATO’yla savaşması demek.
YENİLECEĞİ KESİN
Kimi uzmanlar Rusya’nın nüfus ve yüzölçümüne oranla kayıpları “emme” kabiliyetinin Ukrayna’dan üstün olduğunu belirtiyor. Başkaları, Ukrayna’nın toplumsal iradesine ve haklı oluşuna dikkat çekiyor. Bazılarına göreyse Rusya için kayıp sayısında kritik eşik olacak 300.000’in aşılması Putin için sonun başlangıcı demek. Ayrıca, ikincil olanların da eklenmesiyle birlikte yaptırımların asıl acısı 2023’te ortaya çıkacak. Buna karşılık, başta Leopard-2 tankları, ardından HIMARS gibi yüksek teknoloji ürünleri Ukrayna’nın silahlı gücünü takviyede fark yaratıyor. F-16’lara izin çıkması da olasılık dahilinde. Askeri yardımın çapıyla, eğitim ve donatımıyla birlikte hızı belirleyici gösterge olacak.
Putin’in bize tanıdık gelecek biçimde “şu çılgın Ruslar” havasında yaptığı kamikaze dalışından galip çıkmasına olanak yok, yenileceği kesin. Ancak nasıl yenileceğini kestirmek güç. Rusya Federasyonu içine çökebilir, iç savaş/çatışma (1918-1921 arasındaki gibi) başlayabilir, “smuta” (fetret?) zamanını (1598-1613) andıran bir ara dönem yaşanabilir, 1905’deki gibi askeri yenilgi öngörülemez siyasal ve toplumsal gelişmeleri tetikleyebilir, bir “saray darbesi” yapılabilir. Saray darbesi olasılığının gerçekleşmesi durumunda kuvvetle muhtemelen “gelenin gideni aratacağı” da öngörülere eklenebilir.
Putin Rusya’sında bir muhalefetten söz etmek güç. Kremlin’de iktidar savaşında olan kliklerin varlığından söz etmek dahi öyle. Prigozhin ve Kadyrov gibi savaş ağaları, paralı askerler ancak güncel “Çerkes Ethem’ler” olarak görülebilir. Putin’in çevresinde, karar alma sürecinde huninin en dar yerinde belki eski FSB direktörü, şimdinin Ulusal Güvenlik Konseyi Sekreteri Petruşev ile şimdiki FSB direktörü Bortnikov’un oldukları söylenebilir. Bunların ardından üçüncü, dördüncü isimleri yazmak kolay değil. Doğal nedenlerle yahut darbeyle başlayacak Putin sonrası hakkında bugünden öngörüde bulunmak zor.
Rusya’da bizdeki kadar dahi demokrasi deneyimi ve birikimi yok. Buna karşılık savaş öncesi ekonomik sıkleti İspanya kadar olan Rusya’da bugün de varlıklıların ve elitlerin nitelik ve niceliğinin bizden fazla olduğu iddia edilebilir. İşgale ve Putin’e toplumsal destekte kayda değer aşınma şimdilik gözlenmese de, söz konusu ayrıcalıklı tabaka yaptırımların ve yalıtımın acısını en fazla çekenlerden oluşuyor. Denetimi, yönetimi güç genişlikteki yüzölçümü ve o toprakların büyük bölümünün nüfussuzluğu bir başka sorun. Yenilginin ardından “Rusluk” kimliğinin yeniden tanımlanması federasyonda bir tür “her koyun kendi bacağından asılır” durumu da ortaya çıkarabilir.
RUSYA KÜRESEL NÜFUZ ALANI OLUŞTURAMADI
Rusya, İran’dan SİHA ve Kuzey Kore’den başta toplar için olmak üzere mühimmat desteği bulabildi. Çin’den ise aradığı silâhları ve özellikle zırhları tedarik edemedi. Yarı-iletken çip gibi savunma sanayisi için kritik önemdeki parçalara gereksinimini Türkiye gibi ülkelerden yaptığı çifte amaçlı kullanılabilir ürün ithalatıyla gidermeye çabalıyor. Bu bağlamda ülkemizden Rusya’ya artan çamaşır ve bulaşık makinesi ihracatı gibi kalemler ABD’nin radarında. Dolayısıyla, yukarıda da değindiğim ikincil yaptırımların da eli kulağında.
Putin’in umduğunun aksine Avrupa birliğini korudu ve NATO da bir savunma ittifakı olarak dirileşti, yeni bir hayat buldu. Buna karşılık, BM oylamalarında görüldüğü üzere başta Hindistan ve özellikle Afrika ile bir ölçüde Latin Amerika ülkeleri, işgali çite oturmuş kenardan izlemeyi halen yeğliyor. Yine de Afrika’da Burkina Faso, Mali ve Eritre, Latin Amerika’da Nikaragua, Venezüela, Bolivya ve Küba gibi kimi köprübaşları dışında Rusya’nın 1970’ler SSCB’i benzeri bir küresel nüfuz alanı oluşturabildiği iddia edilemez. Putin’in Moskova’daki ulusa sesleniş konuşması da Biden’in Kiev’de gövde gösterisinin zoraki gölgesinde kaldı. Başka deyişle Rusya için yolun devamı bundan sonra yokuş aşağı.
BİDEN, ANKARA’YLA TEMASTAN KAÇINDI
Dış politikada epeydir söylediğiyle yaptığı birbirini tutmayan Türkiye, NATO müttefiği ve Rusya’nın Karadeniz’den komşusu kimlikleriyle önce “denge” ve giderek “aktif tarafsızlık” politikası güttüğünü savlıyor. Tarihsel olarak ülkemizin NATO ittifakına katılmasının yüzyıllardır süregelen Rus tehdidine karşı kendini nihai güvenceye almak amaçlı olduğu unutulmamalı. Türkiye, Yunanistan ve İtalya’yla NATO’nun Güney kanadına dahil. Yine de Biden’in Kiev’in ardından gerçekleştirdiği Varşova ziyaretinde NATO’nun Doğu kanadı müttefiklerini B-9 formatında toplaması, Ankara’yla ise temastan kaçınması düşündürücü.
Seçimin ardından başlayacak yeni dönemde iş başına gelmesi beklenen altılı muhalefetin başta S-400 alımı olmak üzere hatalı karar ve politikalardan geri dönmesi umulur. Aynı kalemden olmak üzere ve depremin bindirdiği ek yük dolayısıyla TSK’nın NATO görevlerine etkin katkı sunamayacak duruma düşmesi sakıncasını bertaraf edecek adımları atmaları beklenir. Fransa’yı andıran kronik anti-Amerikancılıktan da herhalde peyderpey uzaklaşacaklar, (görece) stratejik özerkliğin ancak ülkemizin organik tarihsel kimlik ve yönelimi doğrultusunda kurucusu, üyesi ve adayı olduğu ittifaklarda güçlü varlığıyla sağlanabileceğinin bilincinde davranacaklardır. Ayrıca keza Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi bağlamında Fener Rum Patrikhanesi’nin ekümenikligi gibi bir avantajın ve ivmesi artan yeşil dönüşüm gereğince fosil yakıtlardan uzaklaşmak dolayımıyla Rusya’ya bağımlılıktan kurtulmanın önemini de kavrayacaklardır.
Sonuç olarak, ateşkes değil büyük harfle barış ancak Ukrayna’nın toprak bütünlüğü ve ulusal egemenliği zemininde gerçekleşecek. Zira bir karış Ukrayna toprağının dahi Rusya’ya bırakılması, Putin gibilerin kol gücüyle dediklerini yaptırabilecekleri bir dünya anlamına gelecek. Başka deyişle barış, alanda askerin başaracağını, salonda diplomatın kayıt altına almasıyla sağlanacak. “Müzakere” denilerek olağanüstü bir sihir atfedilen süreç bundan ibaret.
*Prof. Dr. Serhat Güvenç, Dr. Onur İşçi ve Dr. Yörük Işık’a bu yazım bağlamındaki sorularıma zaman ayırıp verdikleri özlü yanıtlar için teşekkür ederim, hepsinden kendimce çok yararlandım, varsa hatalar kuşkusuz bana aittir.
Aydın Selcen: 1969’da İstanbul’da doğdu. 1988’de Saint Joseph Lisesi’ni ve 1992’de Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Aynı yıl girdiği Dışişleri Bakanlığı’nda, ikinci onyılı Irak’ta veya Irak üzerine olmak üzerine yirmi yıl çeşitli kademelerde ve büyükelçiliklerde meslek memuru olarak çalıştı. 2010’da Türkiye’nin ilk Erbil Başkonsolosu atandı. 2013’te memuriyetten istifa etti. Birbuçuk yıl Genel Enerji petrol şirketinde siyasal danışmanlık yaptı. ArtıTV, ArtıGerçek ve MedyascopeTV’de yazıyor ve yayın yapıyor. “Gözden Irakta” adlı kitabı İletişim Yayınları’ndan 2019’da çıktı. Galatasaray Kulübü üyesidir. Alaz adında bir kızı var.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***