Rusya’da 1917’de gerçekleşen Ekim Devrimi’nin lideri Lenin, Rus şovenizminin ve emperyalizminin büyük bir düşmanıydı. Rus çarlığının yayılmacılığı ve sömürgeciliğini örtbas etmek, mazur göstermek veya türlü yalanlarla savunmak şöyle dursun, her fırsatta bunları teşhir ederdi. Örnek mi? Lenin Nisan 1917’de Rusya’ya döndüğünde, ilk basımı Çarlık sansürü altında yapılan ünlü “Emperyalizm” kitabının yeni bir baskısını yaptırdı- önsöze ise şu satırları koydu:
“Çarlık sansürü altında okurlara, kapitalistlerin ve onları izleyen sosyal-şovenistlerin… ilhaklarla ilgili meselelerde nasıl utanmazca yalan söylediklerini, bunların kendi kapitalistlerinin ilhaklarının üstünü nasıl da utanmazcasına örtüklerini anlatabilmek için mecburen… Japonya’yı örnek verdim! Dikkatli okur kolaylıkla Japonya’nın yerine Rusya’yı ve Kore’nin* yerine de Finlandiya’yı Polonya’yı, Kurlandiya’yı, Ukrayna’yı, Hiva’yı, Buhara’yı, Estlandiya’yı ve büyük Rus nüfusunun meskun olmadığı başkaca bölgeleri koyabilir” (abç.)
Lenin’in bu kısa önsözü, kendi egemen sınıflarının ilhakçılığı, sömürgeciliği gölgede kalabilir endişesiyle yazdığı açıkça anlaşılır. Ona göre Japonya Kore’de ne yapıyorsa*,Büyük Rus (bugünkü terminolojiyle Rus) kapitalistleri de Ukrayna’da onu yapıyordu.
İşte Ekim Devrimi’nin ardından Sovyet Ukrayna’nın kuruluşuna ve inşasına yol veren Lenin’in görüş açısı buydu. Lenin Rus şovenizminden o denli uzaktaydı ki, 1919’da kurulan genç Sovyet, Ukrayna’nın sanayi temelini güçlendirmek için Donetsk ve Luhansk sanayi ve maden bölgesini Rusya SFSC’den Sovyet Ukrayna’ya kaydırdı. Rusya ve Ukrayna Sovyet Cumhuriyetleri arasında sosyalist kardeşlik sosyalizm yıkılıncaya kadar pekişerek sürdü. Şimdi ise her iki ülkede iktidarı ele geçirmiş kapitalist sınıfların temsilcilerinin aynı öfkeyle Lenin’e ve Sovyet dönemine saldırıp, birbirleriyle toprak, limanlar, madenler uğruna savaştıklarını görüyoruz. Sosyalizmde öyleydi kapitalizmde ise böyle.
Rusya Federasyonu lideri Vladimir Putin’in, savaşı önceleyen “ulusa sesleniş” konuşmasında özellikle ve vurgulu biçimde Lenin’e saldırması, öyleyse, bir rastlantı değil zorunluluktu. Tıpkı Bosna-Hersek’e karşı savaşı yürüten Miloseviç‘in, Tito tarafından siyasi kaygılarla yaratılmış yapay bir cumhuriyet olduğunu öne sürmesi gibi. Putin’in de Ukrayna’nın tarihte var olmayan suni bir devlet olduğunu öne sürmek için Lenin’e saldırmaya mecburiyeti vardı.
Böylece 24 Şubat tarihli açıklamasında Putin, uzun ve sıkıcı konuşmasının tüm vurgusunu Ukrayna’nın aslında var olmadığını anlatmaya ayırıyordu.!.. Kendine özgü temelleri ve tarihçesi olan Donbas sorunu ise bu konuşmada çok minimal bir yer buluyordu. Oysa konuşmanın resmi gerekçesi, Donetsk ve Luhamsk ‘Halk Cumhuriyet’lerinin tanınmasıydı! Ukrayna içinde özgün bölgesel bir mesele olarak Donbas sorunu gerçekte hiç Putin’in meselesi olmamıştı. (Bunu o konuşmada da görmek mümkündü!) Putin, Kiev’le ilgili. Onun hedefi Kiev’di. Çoğunluğu Rus olan bu iki eyaletteki halkın, 2014 Maidan darbesi sonrasında ulusal baskı altına düşmüş olmaları Putin için ancak bir kenar notu olabilirdi. O, devasa ve ezici askeri gücü ile Ukrayna’yı bir hamlede ele geçirmenin peşindeydi. İşte Kiev, olgun bir elma gibi orada duruyordu. Batı da olası bir çatışmaya askeri güçlerle dahil olmayacağını ilan etmişti. İş bir hamlede o elmayı koparıp almaya kalıyordu! Sonrasında neler yaşandığını hepimiz biliyoruz.
MADALYONUN DİĞER YÜZÜ
Madalyonun bir de diğer yüzüne bakalım. 2014’te seçilmiş Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’i deviren, Nazi sokak milisleri öncülüğündeki darbenin ardından Ukrayna yarılmış bir ülkeye dönüştü. Nazi çetelerinin Rus düşmanı sloganları her yanı kaplarken Ukraynalı bir anda ezilen ulus statüsüne düştü. Kırım’ın Rusya’ya ilhakı ile birlikte Rusya, Ukrayna’nın baş düşmanı ilan edilirken, Ukraynalı Ruslar, bu çatışmanın orta yerinde kaldı. Putin’in “Ukrayna Rusya‘dır” söylemi ne denli yanlış ve saçma ise, Ukrayna ve Rusya’nın yakın akraba olduğu da bir o kadar doğrudur.! 300 yıllık bir ortak tarih, Sovyet geçmişi, evlilikler, Rusya’da yaşayan Ukraynalılar- Rusya anadilli Ukraynalılar, ortak kültür mirası vb. Kısacası “cin çıkarır gibi” Rus olan her şeyi Ukrayna’dan silip atmak pek de mümkün değildir.! Polonya’da nispeten kolayca işleyebilecek bu formül, Ukrayna’da kuşaklar sürecek sosyal acılara yol açar.
2014 darbesi sonrasında Kiev’de kurulan yeni rejim tam da bunu yaptı. Anti-Maidon isyanlarıyla yeni rejime itiraz eden Rusça anadilli bölgeleri, askeri ve Nazi milis güçleriyle ezmeye girişti. Donetsk ve Luhansk Halk Cumhuriyetleriyle müzakere ve barış görüşmeleri yapmasını gerektiren Minsk Anlaşmaları’nı uygulamadı. Bu bölgeleri top atışı altında tuttu. Doğu Ukraynalıların (ortak Sovyet geçmişine duydukları özlemle) çoğunlukla oy verdiği Ukrayna Komünist Partisi’ni kapattı. Rusçayı devlet dili olmaktan çıkardı.
Savaşın başlangıcından bu yana, sıkıyönetim altında, Kiev rejiminin bu özelliklerinin daha da yoğunlaştığını görüyoruz. Rus olan her şeye düşmanlık. Ukrayna rejimini belirleyen temel siyasal özellik olmayı sürdürüyor. Ukrayna Sosyalist Partisi gibi sekiz muhalefet partisi daha kapatıldı. Rusça anadilli bir Ukraynalının bu ortamda kendisini “evinde” ve güvende hissetmesi mümkün değil. Nispeten karışık nüfusun olduğu eyaletlerde bu sosyal gerilim açıkça hissediliyor. Örneğin Zaporijya’da yaşayan İsmail Daye gözlemlerini aktarıyor:
“Güvenlik güçleri sık sık kimlik, telefon ve sosyal medya kontrolleri yapıyor. İçlerinde Rus yanlısı, hain arıyorlar. Zaman zaman da bu hainleri tespit ettiklerini okuyorum. İnsanlar birbirlerini gizli ya da açık biçimde mimlemiş durumda. Kendi aralarında bile konuşmaktan çekiniyorlar.” (Birgün, 26.02.2023)
2014’ten önce, Zaparijya nüfusunun yarısının anadili Rusçaydı. Buradaki sürekli “hain arama” hali, açık ki, bununla bağlantılıdır. Mevcut durumda, Zaparijya’nın güney ilçeleri (Dinyepr’in altı) Rusya tarafından işgal ve ilhak edilmiş durumda. Ukrayna ordusunun Rusça anadilli nüfusun yerleşik olduğu bölgelerde ilerlemesini engelleyen (ya da Rus ordusunun buralarda nispeten daha iyi tutunmasını sağlayan) önemli bir etken de Rus olan her şeye düşmanlıklarıdır.
Sonuç itibariyle, bir yıldır süren ve korkunç insani maliyetleriyle özellikle de Ukrayna’ya yıkım getiren bu savaşta; Putin kapitalist rejimi Ukrayna’yı yutamadı, Kiev’i alamadı, Odessa’ya yaklaşamadı, Harkav ve Zaparijya’yı ele geçiremedi, ele geçirdiği yegane büyük kent olan Herson’dan da geri çekilmek zorunda kaldı. Ancak Azak Denizi kıyılarını, (Berdyansk, Mariupol, Melitopol) ele geçirip Kırım’a bir kara bağlantısı sağladığı, Luhansk’ın büyük bölümünü ve Donetsk’in de hatırı sayılır bir kısmını ele geçirdiği için kendisini karda sayabilir!
Ukrayna’nın Karadeniz’e erişimini kesememiş olsa da, Azak Denizi’ni bir Rus gölü haline getirmekle, Kırım’daki Rus hakimiyetini böylece perçinlemekle övünebilir! Ancak bunların maliyeti, her milliyetten on binlerce Rusya gencinin cansız bedeninin Ukrayna toprağına gömülmesi, Rusya’nın en yetişkin vasıflı insanlarının ülke dışına kaçması, Rusya’nın Batı kapitalizminden tecrit edilerek bir hammadde ihracatçısı olarak kalmaya mahkum edilmesi olmuştur.
Alp Altınörs: Çevirmen, yazar, siyasal iktisatçı, düşünce işçisi. İngilizce, İspanyolca ve Rusça dillerinden çeviriler yapmakta ve bu dillerde araştırmalar yürütmektedir. “İmkânsız Sermaye- 21. Yüzyılda Kapitalizm, Sosyalizm ve Toplum” adlı kitabın yazarıdır. Uluslararası siyasal iktisat, uluslararası ilişkiler, filoloji ve tarih disiplinlerinde; SSCB, Çin Halk Cumhuriyeti ve Osmanlı İmparatorluğu tarihi, sosyalizmin sorunları ve 19. Yüzyıl Rus edebiyatı üzerine pek çok makalesi ve çevirisi bulunmaktadır. TED Ankara Koleji Lisesi’ni ve Eskişehir Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni bitirmiştir. 2008 yılında İstanbul’da kurulan Nazım Hikmet Marksist Bilimler Akademisi’nin koordinatörlüğünü yürütmüş siyasal iktisat dersleri vermiştir. 2014-2016 yıllarında HDP) Merkez Yürütme Kurulu’nda yer almıştır.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***