Artık seçim sathi mahalline girmiş durumdayız. Kararlar verildi, imzalar atıldı.
Yapılacak seçimler, yaşadığımız siyasi ve sosyal yıkım dönemini aynı şekilde ortadan kaldıracak şekilde olmalıdır.
Zaten yapılan anketler bunu doğrulayan sonuçlar veriyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimi ilk turda Kılıçdaroğlu’nun %60 ve üzeri oy alarak bu seçimleri kazanması olası gözüküyor.
Bu seçilme oranı yılların toplumsal ve siyasi tepkisine tekabül ediyor.
Özellikle Gezi eylemleri karşısında saldırgan bir tutum alan Erdoğan, daha sonra da gelişen eylemleri iktidarı için bir tehdit kabul ederek saldırılarını arttırdı. Sonuçta bu saldırılar toplumsal ve siyasi alanda karşı sert tepkilere neden oldu. Hiçbir şey olmadıysa bile Taksim Gezi Parkı korundu ve şimdilik yerinde duruyor.
Ancak bu olay Erdoğan için kabul edilemez bir durumdu ve sarsılan egosunu iyileştirmek istiyordu.
Bu egosu onu Kürt sorunu çözüm meselesi, yeni anayasa ve AB’ye tam üyelik süreci dışında daha despotik bir siyasi yöne savurdu.
Peki ne oldu?
Bu despotik süreç sonunda bir tek adam dikta yönetimi beraberinde getirdi.
İster istemez bu durum, Türkiye’nin sadece demokratikleşme sürecini değil ekonomik sürecini de darmadağın etti.
Bu sürecin sonucunda Türkiye bugün, dünya demokrasi endeksi içinde bir kısım Afrika ülkeleriyle aynı sırada bulunan alelade ülkelerden biri durumda.
Ekonomi için söylenecek fazla bir şey yok, ülke ekonomisi her yönüyle battı ve iyiye giden hiçbir ekonomik gösterge bulunmamakta.
Yoksulluk ve işsizliğin boyutları öylesi acı veren boyutlarda ki bu nedenle intihar eden insanların sayısı bilinmemekte.
Bir de depremin yarattığı ağır felaketin insani sonuçlarını düşündüğümüzde, sorunun ne kadar geniş bir toplumsal alanı yaraladığını anlamak için kahin olmaya gerek yok.
Depremde gerek Erdoğan ve gerekse onun devleti her bakımdan yetersiz kaldı. Ayrıca depreme müdahale sürecinde de siyasi çıkar amacı gütmeleri depremzedeler ve kamuoyu tarafından nefretle karşılandı ve kınandı.
Arama kurtarma, çadır ve gıda tedariki gibi insani yardımların bile siyasi hesaplarla yapılması olabilecek en rezil görüntüleri oluşturdu.
Kızılay gibi kamu kurumlarının, toplanan bağış miktarı konusunda Ahbap gibi bir sivil organizasyonunun güven bakımından gerisinde kalması ayrı bir rezaletin nedeni oldu.
Şimdi halen gidilmeyen enkazlar ve o enkazların altında binlerce insan var.
Ve hala çadır sorunu çözülemedi ve hala insani yardımlar yetersiz ve insanlar hala temiz bir içme suyuna muhtaç…
DEVLET VE KAMU KURUMLARI ENKAZIN ALTINDA KALDI
Deprem sonrası ne yaptığını bilmeyen şaşkoloz bir devlet ve ne yaptığı anlaşılamayan şaşkoloz kamu kurumları.
Oysa 1999 depreminden sonra ant içmiştik.
Bir daha asla demiştik.
Öyle olmadı ve verilen sözler tutulmadı.
Şimdi yine başa sardık.
Ve sırada büyük İstanbul depremi var.
Uzmanlar “eli kulağında” diyor.
7.6 şiddetinde bir deprem olacak diyorlar. Diyorlar da yine aynı uzmanlar İstanbul’da bulunan binaların %60’ına mühendis eli bile değmemiş ve yapılan simülasyon sonuçlarında en az 500 bin insan ölebilir tahminin de bulunuluyor.
Eyvah ki ne eyvah…
Şimdi 14 Mayıs günü ülke seçime gidiyor. Herkese hayırlı olsun.
Şimdi bu seçim sonrası herkes yapılması gerekli olan siyasi ve ekonomik reformların neler olacağı derdinde, ben de bunun derdindeyim ancak öncelikle sorun, İstanbul depreminin olası yıkıcı sonuçlarının azaltılması.
Bunun için İstanbul Büyükşehir Belediyesi, ilgili bakanlıklar ve sivil toplum kuruluşları koordinasyon içinde önlemler seferberliği başlatmalıdır.
Son depremde görülen zaaflardan biri, bölgeye gelen her kuruluşun hemen her işi yapmaya çalışmasıydı. Anlaşılan o ki herkes her işi yaptığında, ortaya iş çıkmıyor. AFAD’ın afetin bir parçası olduğu da anlaşıldı. Çok önceden bir acil eylem planı yapılsaydı ve kimin ne işi üstleneceği belirlenseydi, bu karmaşa yaşanmazdı.
AFAD ve Kızılay’ın böyle bir planı olmadığı gibi felaket anında da siyasi iktidarı çıkarına göre davrandıkları görüldü.
Çadır satan tüccar Kızılay, her yanıyla yetersiz bir AFAD ve nihayetinde “helallik” istemekle yetinen bir Erdoğan…
Evet, tekrar İstanbul depremine dönecek olursak, İstanbul her yanıyla Türkiye demektir. İstanbul eğer bir Hatay gibi olursa Türkiye’nin yarısında fazlası bu enkazın altında kalır.
Açık olan durum, işin oldukça ciddi olduğudur.
Şimdi 14 Mayıs sonrası Cumhurbaşkanlığına seçilmesi beklenen Kılıçdaroğlu ve hükümetinin öncelikle yapacağı işlerin başında, İstanbul depremine yönelik tedbirler olmalıdır.
Kuşkusuz parlamenter sisteme geri dönmek ve demokratikleşme alanında atılması gereken adımlar oldukça hayati ancak beklenen İstanbul depremi de en az o kadar önemli…
Kaldı ki İstanbul depremin yıkıcı sonuçları, Erdoğan diktasının yıkıcı sonuçlarıyla mukayese edilemeyecek kadar vahim olacaktır.
14 Mayıs sadece bir karanlık dönemin sonu değil aynı zamanda deprem felaketlerinin sonu olsun olmasını diliyorum.
Mustafa Paçal: Uzun yıllar sendika yöneticiliği yaptı, sol demokrat siyasetin içinde yönetici ve aktivist olarak çalıştı. Çeşitli sivil toplum kuruluşları içinde yer aldı. Farklı gazetelerde köşe yazıları yayınlandı.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***