YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
M. Kemal Paşa basının önemini Millî Mücadele’nin henüz örgütlenme döneminde kavramış ve Sivas Kongresi günlerinde İrade-i Milliye gazetesini çıkartmaya başlamıştı. Millî Mücadele’nin gelişimiyle de İstanbul basınının bir kısmının desteğini elde etmişti.
Devrimler aşamasına gelindiğinde ise amacı, bütün basının “kayıtsız şartsız desteğiydi”. Bu prensibe uymayanlar içinse İstiklal Mahkemeleri devreye girecek ve bu yolla yeni rejime sadık “tek sesli basın” düzeni oluşturulacaktır.
YENİ REJİM YENİ BASIN
Mütareke devri basınının bir kısmı Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nı destekleyerek Millî Mücadele karşıtı bir politika takip ettiler. Bunların başında Ali Kemal’in Peyam-ı Sabah’ı ve Alemdar gazeteleri gelmekteydi.
Tasvir-i Efkâr ve Tanin gibi gazeteler ise Anadolu hareketine sempati duymakta, Hüseyin Cahit’in gazetesi Tanin İttihatçıları savunmaya devam etmekteydi.
Millî Mücadele’ye destek veren gazeteler ise Celal Nuri ve Suphi Nuri kardeşlerin çıkardığı İleri, Necmettin Sadak ve Kazım Şinasi’nin yayınladığı Akşam, Ahmet Emin (Yalman) ve Asım Us’un yayınladığı Vakit ve Yunus Nadi’nin sahibi olduğu Yeni Gün gazeteleriydi.
Yunus Nadi daha sonra gazetesini Ankara’da çıkarmaya devam edecek, Ahmet Emin de daha sonra Vatan gazetesini yayınlayacaktır.
Millî Mücadele’nin başarıya ulaşmasından sonra atılan ilk adım, sürekli Millî Mücadele ve M. Kemal aleyhinde yazı yazan Ali Kemal’in İstanbul’da yakalanması oldu. Muhalif yazar Ankara’ya götürülürken İzmit’te Nurettin Paşa’nın bir organizasyonuyla linç ettirildi.
Ali Kemal’in linç ettirilmesi, bundan sonra muhalif basının başına neler geleceğinin habercisiydi. Ankara Hükümeti ikinci adım olarak da Lozan Antlaşması ile kendisine tanınan “Yüz elli kişiyi sürgün etme” maddesinden hareketle hazırlanan listede muhalif gazetecilere de yer verdi.
Yüzellilikler listesinde Refik Halit (Karay), Refi’ Cevad (Ulunay), Filozof Rıza Tevfik, Mevlanzade Rıfat gibi isimler yer aldığı gibi Edirne, Balıkesir, İzmir ve Adana’dan muhalif yerel basından isimler de dahil edilmişti. Bu gazeteciler kanunun TBMM’de kabulü sonrasında yurtdışına sürgüne gönderildiler ve 1938’de “Af Kanunu” çıkıncaya kadar sürgünde yaşadılar.
MUHALİF BASIN
M. Kemal Paşa, İrade-i Milliye gazetesini Ankara’da Hakimiyet-i Milliye olarak devam ettirdi. Tamamen Paşa’nın yönlendirdiği gazetede Falih Rıfkı, Ruşen Eşref, Yakup Kadri, Hamdullah Suphi yazılar yazmaktaydı. 1935’te “Ulus” adını alan gazete, CHP’nin yayın organı olarak yıllarca varlığını devam ettirdiyse de tam bir resmî ideoloji gazetesiydi.
Yunus Nadi de bir süre Ankara’da “Yeni Gün” adıyla yayınladığı gazetesini M. Kemal Paşa’nın isteğiyle İstanbul’a taşıyarak “Cumhuriyet” adıyla yayınladı ve devrimlere desteğini devam ettirdi.
M. Kemal’in amacı bundan sonra basının kayıtsız şartsız itaat etmesi için gerekli şartların oluşturulmasıydı. Bunun için, tam desteğini alamadığı İstanbul basınına gereken dersin verilmesi gerekiyordu. Hedefte devrimlere tam destek vermeyen başta Tevhid-i Efkâr ve Tanin olmak üzere bazı gazete ve yazarlar vardı.
Aslında Tevhid-i Efkâr Millî Mücadele’ye destek vermiş hatta başyazarı Velid Ebuziyya İstanbul’dan Millî Mücadele için silah kaçırılmasına yardımcı olduğu için İstiklal Madalyası verilmişti. Ancak Ebuziyya devrimlere destek vermediğinden ve hilafetin kaldırılmasına karşı çıktığından Ankara’nın hedefindeydi.
Tanin’i yayınlayan Hüseyin Cahit de halifeliğin kaldırılması öncesindeki yazılarından dolayı hedef olmuştu. Daha sonra da Terakkiperver Fırka ile ilgili haber bahanesiyle dolayı yargılanacaktır.
Ahmet Emin (Yalman) de Vatan gazetesini yayınlamakta ve liberal görüşleriyle bilinmekteydi. O da Millî Mücadele’ye destek vermişti. Ancak onun da Terakkiperver Fırka yanlısı bir yayın politikası izlemesi, Ankara’nın tepkisine yol açmıştı.
Bu gazeteler dışında “Türklük, cumhuriyet ve devrimleri” savunmak için yayınlandığını ifade etse de hükümeti ve M. Kemal’i eleştiren Son Telgraf, Abdülkadir Kemali’nin çıkardığı Toksöz ve Ahmet Cevdet’in çıkardığı İkdam da hedefteydi.
İkdam da Tevhid-i Efkâr gibi Millî Mücadele’ye destek vermesine hatta Ankara’ya ilk muhabir gönderen gazete olmasına rağmen hükümetin tepkisinden kurtulamadı.
HİLAFET VE BASIN
Artık sırada muhalif basını susturmak için bahaneler bulmak vardı. İktidar ilk fırsatı, halifeliğin kaldırılmaması için İngiltere’de yaşayan Hint Müslümanlarından Ağa Han ve Emir Ali’nin mektuplarının basında yer almasıyla elde etti.
Bu kişiler mektuplarında; hilafetin kaldırılması yerine daha da güçlendirilmesi gerektiğini, böylece Türkiye’nin de kuvvetli bir devlet olacağını belirtmişlerdi.
Başbakan İsmet Paşa ve cumhurbaşkanına hitaben yazılan bu mektupların İstanbul basını tarafından yayınlanması öncelikle hükümet yanlısı basının tepkisine neden olmuştu. İleri ve Hakimiyet-i Milliye, hilafetin güçlenmesinin büyük bir felakete yol açacağını, her iki Müslüman Hintlinin de “İngilizlerin birer memuru” olduğunu yazmışlardı.
TBMM’de yapılan gizli oturumda İsmet Paşa da olayın arkasında İngiltere’nin olduğunu ve gazetecilerin de İngilizlerin yönlendirmeleriyle hareket ettiklerini belirtti. Rauf Bey’in itirazına rağmen 63’e karşı 89 oyla gazetecileri yargılamak için İstiklal Mahkemesi kurulması kararlaştırıldı. Mahkemenin başkanlığına Topçu İhsan (Eryavuz), savcılığına da Vasıf Bey (Çınar) seçildi.
İstiklal Mahkemesi ilk toplantısında; mektupları yayınlayan İkdam, Tevhid-i Efkâr ve Tanin gazetelerinin başyazarları Hüseyin Cahit, Ahmet Cevdet, Velid Ebuziyya ve gazetelerin yazı işleri müdürlerinin gözaltına alınmasına karar verdi. Gazetecilere yöneltilen suçlama; Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na muhalefet ederek devletin iç ve dış güvenliğini tehlikeye düşürmek ve hükümet şeklini değiştirmeye teşebbüstü.
İstanbul’da 9 Aralık 1923’te faaliyete başlayan İstiklal Mahkemesi’nde gazeteciler; rejime uygun olmayan bir şey yapmadıklarını, gazetecilik refleksiyle hareket ettiklerini söyleyerek amaçlarının sadece habercilik olduğu şeklinde savunma yaptılar.
Mahkeme, sanıkların uzun savunmalarından sonra bütün gazetecilerin beraatine karar verdi. Elbette gazetecileri yargılamanın amacı, devrimler konusunda kararlılığı göstermek ve muhalefet edebilecek gazete, gazeteci ve yazarlara gözdağı vermekti.
Bir rivayete göre İsmet Paşa, İhsan Bey’den Hüseyin Cahit’in idamını istemiş, bu gerçekleşmeyince de araları açılmıştı. Hatta İhsan Bey’in Bahriye Vekilliği döneminde “Yavuz-Havuz” davasında rüşvet almakla suçlanmasında da bu karar etkili olmuştu.
Olay sonrasında Cumhurbaşkanı M. Kemal Paşa, beraat eden gazetecilerin dahil olduğu bir grup gazeteciyle İzmir’de görüştü. Ancak toplantının cumhurbaşkanı tarafından organize edildiğini yazan Velid Ebuziyya’nın daveti iptal edilmişti.
Paşa toplantıda; “Türk basını milletin gerçek seda ve iradesinin tezahürü olarak cumhuriyetin etrafında çelikten bir kale vücuda getirmelidir…” diyecek ve basının görevinin iktidarın yanında yer alarak devrimlere destek vermek olduğunu belirtecektir. Bunun anlamı, en küçük bir muhalif basına fırsat verilmemesiydi. Zaten basınla sağlanan bu barış ortamı da uzun sürmeyecektir.
TAKRİR-İ SÜKÛN
Bu yargılamalar sonrasında 3 Mart 1924 tarihinde halifelik kaldırıldığı gibi aynı gün Osmanoğulları hanedanının bütün üyeleri de yurtdışı sürgününe gönderildi. Devrimlerin bundan sonraki aşaması ve ülkede tek parti yönetiminin kurulması için gerekli ortam da Takrir-i Sükûn Kanunu ile gerçekleşti.
Şeyh Sait İsyanı üzerine çıkarılan kanunla hükümete çok geniş yetkiler veriliyor ve hükümet, her türlü muhalefeti yok etmek fırsatını elde ediyordu. Yine devreye giren İstiklal Mahkemelerinde birkaç aylık muhalefet partisi Terakkiperver Fırka’nın kapatılması kararı verilirken muhalif basın da ortadan kaldırılıyordu.
Önce Tanin sahibi Hüseyin Cahit, Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı. Kanun 4 Mart 1925’te çıkarılmış ve iktidar yanlısı Akşam gazetesinde İstanbul’daki muhalif gazetelerin kapatılacağı ve gazetecilerin yargılanacağına dair haber yer almıştı.
Hüseyin Cahit de bundan kurtulmak için yazısını değiştirmiş ve “Bir kolonya şişesinin sergüzeşti” başlıklı bir yazı yayınlamıştı. 6 Mart tarihinde de Tanin gazetesinin bundan sonra “siyasi yayın yapmayacağını”, siyasi yazıların yerine hatıra, ilmi ve edebi makaleler yayınlanacağını açıklamıştı.
Tanin gazetesi Terakkiperver Fırka’nın İstanbul’daki binalarında arama yapılmasını, “Dün Gece Terakkiperver Fırka Basıldı” şeklinde verince Hüseyin Cahit İstiklal Mahkemesi’ne sevk edildi. Halbuki haber gece vakti, genç bir muhabir tarafından yapılmış, Hüseyin Cahit haberi bile görmemişti.
Hüseyin Cahit Ankara’ya gönderilerek burada yargılanmaya başladı. Kendisine “baskın” kelimesini kullanması nedeniyle suçlamalar yöneltiliyor ve sonradan neden bir düzeltme yayınlamadığı soruluyordu.
Mahkeme heyetine göre zaten Lozan sonrasında aleyhte yayınlar yaparak hükümete muhalefet etmiş ve Takrir-i Sükûn sonrası da başmakale yazmayarak muhalefetini açığa vurmuştu.
Heyetin bu suçlamaları, mahkemenin tek amacının muhalif basını sona erdirmek olduğunu gösteriyordu. Bundan sonra Hüseyin Cahit’in eski yazılarıyla ilgili iddialar ortaya atılacak ve yazar, “her şeyi fena göstermek” ve bir fırsatını bulunca “hemen hükümete atıp tutmakla” suçlanacaktır.
Hüseyin Cahit savunmasında “cumhuriyetçi ve laik” olduğunu söylese de bundan sonraki suçlama altı ay önceki bir yazısında “orduyu tahrik etmek” oldu. Savcı ise iddianamesinde yine “baskın” kelimesiyle ilgili suçlamalar yapıyor ve Hüseyin Cahit’in “bazı menfaatlerini kaybettiğinden” hükümete muhalefet ettiğini iddia ediyordu.
Mahkeme kararında ise Hüseyin Cahit’in savunmasının sadece “mugalatadan ibaret olduğu” ve hakkında “ebedi sürgün” kararı verilerek cezasını Çorum’da çekeceği belirtiliyordu. Aslında verilen ceza sadece Hüseyin Cahit’e değil bu süreçte tasfiye edilme sürecine giren İttihatçılara da yönelikti. Bu kararla İttihatçılar önemli bir basın desteğinden mahrum kaldılar.
Hüseyin Cahit, Çorum’da bir buçuk yıl sürgünde kaldıktan sonra affedildiyse de uzun süre gazetecilik yapma imkânı bulamadı. Siyasete de ancak Atatürk’ün ölümüyle İsmet Paşa devrinde CHP milletvekili olarak dönebildi. Tanin’i de yıllar sonra 1943-1947 arasında yeniden yayınladı.
Ankara İstiklal Mahkemesi ayrıca Mersin’de yayınlanan “Doğru Öz” gazetesi sahibi Ata Öz’ü ve “Toksöz” sahibi Şükrü Oğuz’u yargılayarak mahkumiyetle cezalandırdı. İstanbul’da çıkan “Memleket” gazetesi sahibi İsmail Hami (Danişment) de Paris’te yayınlanan “Mücahede” gazetesinde “Hezeyan” müstearıyla yazı yayınlamak suçlamasıyla yargılandıysa da beraat etti.
Ayrıca Zekeriya Sertel ve “Halikarnas Balıkçısı” olarak tanınacak olan Cevad Şakir de yargılandılar ve sürgün cezasına çarptırıldılar. “Halkı orduya ve hükümete karşı tahrik, askeri firara teşvik” suçlamasıyla yargılanan yazarlardan Sertel Sinop’a, Cevad Şakir de Bodrum’a sürgüne gönderilmişlerdir.
5 Mart 1925’te “muhalif” birçok gazete Hükümet tarafından kapatılmış ve 15 Nisan’da Tanin de kapatılan gazeteler arasında yer almıştı. Gazeteciler kısa bir süre sonra bu kez de Şark İstiklal Mahkemelerinde yargılanacaklar ve tek sesli basının oluşumunda son adım bu mahkemede atılacaktır.
Kaynaklar: S. Kılıç, “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Basının Devrimleri Yorumlayışı”, ATAM Dergisi, 2008, S. 70; G. Otmanbölük, “İstiklal Mahkemelerinde Bir Basın Davası”, Hayat Tarih, 1976, S. 11, 12; Y. Demiral, Gazeteciler Davası”, H. Bengi, “İstiklal Mahkemelerinde Yargılanan Gazeteciler”, İstiklal Mahkemeleri, Ankara, ATAM, 2016.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***