YORUM | AHMET KURUCAN
(Gelecek Projeksiyonu Serisi 44)
Fıkıh ve güncel sorunlarımız başlığını verdiğim bölümü birkaç örnek ile bitirmiş ve kalan son üç başlıktan biri olan teodise yani kötülük problemine başlayacaktım bu yazımda. Ama yeni açmış olduğum youtube kanalında bir soruya cevap sadedinde yaptığım 9 dakikalık kısa videoda bu sorunu tekrar ele alınca tahmin ettiğim üzere çeşitli eleştiriler arkası arkasına gelmeye başladı. Hem Twitter hem Face hem Youtube hem e-mail hem de şahsi telefonuma gelen karşıt düşünceler bende Gelecek Projeksiyonu serisinin fıkıh ve güncel sorunlar bölümüne bunu da ilave etmem gerektiği düşüncesini oluşturdu. Çünkü kendi oğlum dahil birçok gencimizden duyduğum bir soruydu bu yıllardan beri.
Belki uzun uzadıya olacak ama sabrınızı suistimal etse de yazılı olarak bunun kayda geçmesi için konuyu etraflıca ele alacağım. İşin aslı birkaç hafta boyunca okuyacağınız bu makaleyi 3 yıl önce kaleme aldım ama yayınlamadım. Sebebini aşağıda okuyacaksınız. Şimdi o makalenin giriş kısmı ile sizi başbaşa bırakayım, bir sonraki yazımda 3 yıldan bu yana yapılan itirazları da içine alacak şekilde gerekli güncellemeleri yaparak konuya başlayacağım.
6 Ağustos 2019 günü Erkam Tufan Aytav ile yaptığımız söyleşi “Erkam Tufan’la 30 Dakika” adlı youtube kanalında yayınlandı. Programda konuşacağımız konu ana hatları ile belliydi. Erkam Bey bana sosyal medyada gördüğü soru cevap tarzında bir metni gönderdi ve “sadece bunu soracağım” dedi. 29 dakikalık programın yayınlanmasına müteakip lehte ve aleyhte çok tepkiler geldi. Programa başlık olarak “Kötülük yapan Müslüman cennete, iyilik yapan dinsiz cehenneme mi?” konulması izlenme oranını etkilediği kanaatindeyim.
Gelen tepkileri şöyle sıralayabilirim. İlk tepkiyi birkaç tweet ve ardından 34 dakikalık video programı ile M. Sacit Arvasi Bey verdi. İkinci tepki değerli arkadaşım Prof. Dr. Ayhan Tekineş’den geldi. O Erkam Tufan ile aynı konu üzerinde söyleşi yaptı. 48 dakika sürdü program. Üçüncü olarak bunu tıp doktoru olduğunu öğrendiğim Abdullah Tekin isimli bir zatın 3 serilik videosu takip etti. Yüksel Çayıroğlu’nun 31 sayılık sıralı tweetleri izledi bütün bunları. Twitter ve youtube’da izleyicilerin yazmış oldukları yorumlarla, telefon, e-mail ve benzeri aktüel iletişim vasıtaları ile bana ulaşan ve düşüncelerini ifade eden kişilerden takdirler ve tepkiler geldi.
Öncelikle yapılan itiraz, gösterilen tepkiler, dile getirilen karşıt düşüncelerden zerre kadar rahatsızlık duymadım. Duymam da. Kamuya açık, bütün dünyadan izlenebilecek bir platformda konuşuyorsunuz. Burada dile getirdiğiniz düşüncelere hem de aynı zeminde karşıt düşüncelerin seslendirilmesi, eleştirilerin getirilmesi, takdirlerin iletilmesi kadar tabii bir şey olamaz. Bu açıdan “niye açıktan cevap veriyorsunuz ki, yüz yüze görüşseydiniz” türünden yapılan itirazların doğru olduğuna inanmıyorum. Hele günümüz dünyasında bir insan muhtemel tepkileri, geri dönüşleri, itirazları göğüsleyemeyecekse düşüncelerini kamu ile paylaşmamalı, paylaşıyorsa da bunlara hazır olmalı.
Ayrıca söz konusu olan mutlak bilgi değil ki itiraz edilmesin. Mutlak bilgi Allah’a aittir. Beşere ait her türlü bilgi üretilmiş bilgidir, teoridir, içtihattır, şahsi görüştür, kesinliği yoktur, dolayısıyla doğrulanmaya da yanlışlanmaya da açıktır. Müsademe-i efkâr bu bağlamda hakikatin ortaya çıkmasına sebebiyet verecek en önemli faktördür. Namık Kemal, Ziya Paşa, Tevfik Fikret, her üçüne de izafe edilen söz ne güzeldir: “Müsademe-i efkârdan bârika-yı hakikat tecelli eder.” Kaldı ki İmam Azam’ın talebelerinin kendisine yaptığı itirazları, kurucu imamların birbirleriyle olan çetin münazaralarını düşününce özgürlüğü, eleştirel düşünce diye bugün göklere çıkartan bizler, aynı şeyler bizler için söz konusu olduğunda rahatsız olursak bu çifte standart olmaz mı?
Yalnız meselenin şahsileştirilmesi doğru olmaz ve olmamalı. Ortada dile getirilmiş, eksik ya da fazla, doğru ya da yanlış bir düşünce ve bir görüş var. Müzakere, tartışma bunun üzerinden yürümeli. Yoksa insanların çeşitli vasıfları ya da sosyal hayattaki aidiyetleri üzerinden değil. Bu en hafif tabirle ile ayıp olur.
Benim ifade kabiliyetimin kifayetsizliğinden dolayı meydana gelen yanlış anlaşılmalar, niyet okuması da denebilecek yorumlar, söylemediğim şeyleri söylemiş gibi kabullenip onu merkeze alan itirazlar ve doğru anlaşılmış olmakla beraber söylediklerimden hareketle yapılan değerlendirmeler olduğu için o programın bana bakan vechesiyle özetini ve ne dediğimi bir kez daha ifade edeyim. İzlemeyenler, izlemek için 29 dakikasını harcamak istemeyenler vardır belki de.
Girişte bahsettiğim ve yayının başında Erkam Beyin sosyal medyada gördüm diyerek anons ettiği metin şu:
“-Adam Müslüman 5 vakit namaz kılıyor ama çocuk taciz ediyor. Ölürse nereye gider?
-Cezasını çektikten sonra cennete.
-Peki adam dinsiz açlıktan ölecek çocuklara yardım ediyor iyilik yaparak ölüyor nereye gider?
-Cehenneme
-Neden?
-Çünkü Müslüman değil.” Bu soru-cevabı paylaşan kişi sonunda bir cümle ile şu değerlendirmeyi yapıyor: “Alın cennet sizin olsun!..”
Sorusu ve cevabı ile çerçeve alabildiğine net. Çocuk tacizcisi bir Müslüman veya açlıktan ölecek çocuklara yardım eden, hiçbir dine inanmayan, literatürdeki adıyla ateist ya da kafir kişi öldükten sonra nereye gidecek?
Ben iyi bir gazetecilik örneği sergilenerek ‘Kötülük yapan Müslüman cennete, iyilik yapan dinsiz cehenneme mi?’ başlığı ile verilen 29 dakikalık o programın sonunda bu sorunun cevabını iki kelime ile verdim: “Allah bilir.”
Ama bazıları tıpkı yukarıdaki cevapta olduğu gibi “küçük çocuklara cinsel tacizde bulunan Müslüman belki de cezasını çektikten sonra sırf Müslüman olduğundan dolayı cennete, davranışları ile iyilik meleği tanımını hak eden bir insan da sırf kafir olduğu için cehenneme gidecek” diyor. Programda ben bu görüşe katılmadığımı açıkça ifade ettim. Bunun Allah namına hüküm vermek olduğunu söyledim.
Sonra? Sonrası malum. Yukarıda ifade ettiğim karşıt görüşler dile getirildi. Hatta açıkça ifade edeyim, dikkatlice izler ve dinlerseniz ilk tepkiyi veren Sacit Hoca kelami görüşlerin özetini yaptıktan sonra benim dediğimden farklı bir şey söylemedi. Kategorik olarak kafirlerin cehenneme gideceğini ifade etti önce ama ardından “fert fert kimin nereye gideceği hakkındaki hükmü Allah verecek” dedi. Ben de farklı bir şey demedim. “Allah bilir” ne demek? Aramızdaki tek fark, usul ve üslup.
O program özelinde bir eleştiri ve özeleştiri yapacak olursam; eleştirim Erkam Tufan Aytav’a. 29 dakikaya sıkıştırılmış bir program da gazeteci kimliği ile hemen sonuca gitmek istemesi ve benim sonunda söyleyeceğim “Allah bilir” yorumumun temeli sayılabilecek alt yapıyı yapma imkânı vermedi. Defalarca sözümü kesti, ‘sadede gelelim’ dedi. Kendi zaviyesinden haklıydı da. Ama bu durum benim düşüncemi temellendirmeme imkân tanımadı. Gerçi bunu daha program teklifini kabul etmeden fark edip kendisi ile paylaşmam ve en azından programın daha uzun bir sürede yapılmasını teklif etmem gerekirdi. Zira söz konusu olan 14 asırdır devam edegelen bir paradigmaya rağmen dile getirilen bir görüş olacaktı.
Bu temellendirme meselesini biraz daha açıp ilk özeleştirimi yapayım: mademki bir paradigma değişikliği söz konusu olacaktı söyleyeceklerimde, öyleyse usul diliyle konuşmalıydım. Kelam ilmindeki amel-iman münasebetini merkeze koyarak izahlara başlamalıydım. İtikadi mezheplerin başat konusu olan “Amel imanın bir cüz’ü, parçasıdır ya da değildir” tartışmaları üzerinden konuyu izah etmeye çalışmalıydım. Fetret devri kavramı etrafındaki görüşleri özetlemeliydim.
İkinci özeleştirim, programın bütünlüğü içinde ben amele, eyleme, davranışa daha fazla yer verip imanın nezdi uluhiyet katındaki yerini, olması gerektiği ölçüde ifade etmedim, edemedim. Belki de yukarıda saydığım sebeplerden dolayı program atmosferi bunun sebebi oldu. Bu gerçeği programı yeniden izlediğimde daha net bir şekilde gördüm.
Üçüncü özeleştirim ise, “Allah bilir” yorumumu temellendirme sadedinde kullandığım Nisa 123 ve 124. ayetini neden seçtiğimi tam anlamıyla anlatamadım. Özellikle ayeti kerimede yer alan “ve hüve mü’minün/mümin olarak” kaydının o kontekst ve konsept içindeki manasını tam veremedim. Halbuki ben o ayeti Müslüman, Yahudi ve Hıristiyanların “cennete biz gireceğiz” şeklindeki temennileri üzerine indiğini ve bu zeminde Allah’ın nihai hükmü kendisinin vereceğini ifade ettiği için seçmiştim. Böylesi bir konseptte “ve hüve mü’minün” cümlesine “müslüman olmak” şeklinde tercüme etmek ayeti sebebi nüzulünden bağımsız ele alırsanız verebilecek bir manadır. Bu ise ayeti hem mana hem muhteva hem de maksadının dışına çıkartmak demektir.
Gelelim, şimdiye kadar bu açıklamayı kamuya açık bir şekilde neden yapmadığıma? Yapmadım çünkü imani meselelerin medar-ı münakaşa şeklinde tartışılmasını caiz görmeyen bir kültürün çocuğuyum. Yeri tam da burası olmasına rağmen, bırakın zikretmeyi hatırlamaktan dahi imtina ettiğim ifadelerle yapılan tenkitleri duyunca ve bunun sebebiyet verdiği kamplaşmaları görünce, vereceğim cevabın tansiyonu daha da artıracağı, kamplaşmaları hızlandıracağı endişesini taşıdım. Bununla beraber dar dairede, zoom vesilesi ile yapılan sohbetlerde yukarıda ifade ettiğim eleştiri ve özeleştirileri de zikrederek düşüncelerimi o programda yapamadığım temellendirmeleri de yaparak daha geniş bir şekilde ele alıp anlattım.
Şimdi, detaylarına inip tek tek itiraz noktalarını anlatmadığım karşıt düşüncelerin hepsini zihnimde canlı tutarak onların bütününe de cevap olabilecek tarzda meseleyi ‘Kötülük yapan Müslüman cennete, iyilik yapan dinsiz cehenneme mi?’ dar dairesinden çıkartıp ama onu da içine alan daha geniş bir daireye taşıyarak asırlardır sorulan “Gayrimüslimler cennete gidecek mi?” sorusunu müstakil olarak ele alacağım.
Devam edecek.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***