Bir arada durmanın temellerini oluşturmak normalde zor değildir ama özellikle ilkesel birlikteliği siyaset zemininde oluşturmak ve konjonktüre uygun pozisyonu belirlemek, sanıldığından daha zordur. Bu zorluğu aşmak için kullanacağınız yöntemlerin de akılcı ve sağduyulu bir temele oturması gerekir. Bunun olmadığı yerde dayatmalar, burundan kıl aldırmamalar ve hoşgörüsüzlük baş gösterir ki, bu, aynı zeminde buluşanlar arasında bir güven krizi anlamına gelir.
Parti seçmenlerinin duygularını fişekleyen, güvensizlik yayan, hatta karşılık bulduğunu görünce kışkırtan hesapların bir anda kendini ortaya atması boşuna olmasa gerek. Ortamdaki kokuyu ilk alanlar, genelde içlerinde haset biriktirenlerdir. Bu işi profesyonelleştirenlerin varlığı da sanıldığından çok daha fazladır. Evet, troller var ama daha fenası trollerin argümanlarına teşne olan ve onlarla aynı zeminde söylem duygudaşlığı yapmakta sakınca görmeyen ve bunu partisini savunma adı altında meşrulaştıranların varlığıdır. Trol olanla, olmayanı ayırt edilemez hale getiriyor maalesef bu durum ve ezber ifadelerden kotarılmış taraftarlık, var olma bilincimizi ve irademizi de iğdiş ediyor.
Bu iktidarın en büyük başarılarından biri, insanın içinde olan ama temel yönelimini belirlemeyen kötücül yanlarını kaşıyıp, besleyip, büyütüp, tüm toplumu bir kötüler toplamına dönüştürecek bir zemini yaratmış olmasıdır. Böylece herkes kötülüğüne bir meşruluk yaratabilecek ve yaptıklarından asla kendisini sorumlu tutmayacaktır, çünkü herkes zaten kendisi gibidir!
Bunun felsefi ve sosyolojik yanı ayrı bir tartışma konusu elbette ama politik yansıması hayatımızın her alanında kendisini çok fazla hissettiriyor. Hissettiriyor çünkü bunun bir iradeye dönüşmesiyle karşı karşıya kalıyoruz. (Bkz. M. İnce ve dans virüsü)
DEMOKRASİ KÜLTÜRÜNÜN BİR İRADEYE DÖNÜŞMESİ
Öncelikle, açıkça belirtmek gerekirse buna karşı mücadele edenlere, iyi olan yanımıza dokunan, kötülüğün karşısında pozitif bir dönüştürücü güç olmanın kavgasını veren ve bunun için ortak paydada buluşanlara olmadık ithamlarda bulunmak, hepimizin ortak mücadele emeğine ağır bir hakarettir ve hiçbirimiz bunu hak etmiyoruz.
İttifakları, her partinin kendi iradesini ortak masa etrafında buluşturması olarak algılıyorum.
Eğer bunu bir ön kabul olarak görüyorsak, irade beyanında bulunan herkesin masanın öznesi olduğu gerçeğini hiç aklımızdan çıkarmamamız gerekir. Daha en baştan “güç” temelli bariyerleri aşamazsak, bir eşitlikten, ortaklaşmadan da bahsedemeyiz.
HDK bu anlamda Türkiye siyaseti açısından çok doğru bir örneklemedir. Eşitlikçi ve en demokratik işleyişi merkezine koyarak doğmuş bir anlayışın ürünüdür ve bu onu HDP ile buluşturmuştur. Bu anlayış kazanmış ve kazandırmıştır. İktidarın ilk hedefi de bunu kırmaya yönelik olmuş ve demokrasi kültürünün bir iradeye dönüşmesini “tehdit” olarak işaretleyip, onu işlevsiz kılacak operasyonları süreklileştirmiştir. Bunun nasıl sonuçlar doğurduğunu, bu zeminin silikleşmesi ile merkeziyetçiliğin nasıl kaçınılmaz hale geldiğini tekrar etmeye gerek yok. Bir zemin kaydığında, üzerinde siyaset yapmak o kadar zorlaşır ve güce dayalı siyaset anlayışı ortaya ağırlığını öyle koyar ki, her bir araya geliş, aslında bir geliş değil, gidiş olur.
Güç ve statükonun kısa vadeli işlevselliğine boyun eğmek, onun vazgeçilemez kullanışlı bir siyasi hastalığa dönüşmesine izin vermektir. İzin verdiğimiz o hal her şeyi kendisine bir tehdit olarak görmekten kaçınmayacaktır. İttifaklar bunu da dengeleyen bir işlev görürler. Yani birbirlerini siyasi ahlak, görgü ve eşitlik bilinciyle dengelerler.
BİRBİRİMİZE İHTİYACIMIZ VAR
Emek ve Özgürlük İttifakı içinde başlayan “tek liste” tartışması ve ittifak bileşenlerinden TİP’in önerdiği ve kendi iradelerini de yansıtacak bir formül arayışı ve önerileri üzerine koparılan fırtına bu yazının içeriği.
TİP’in yükselen bir değer olduğu açık. Siyasi sol bir merkeze yürüyen pratiği ve inadı da ortada. Elbette bu durum kimi sancılar yaratacak, kimi geri duyguları tetikleyecek ve yeni bir güç merkezinin oluşması, aynı iddiayı taşıyanlar için tatlı bir rekabet oluşturacaktır. Bunların hepsi doğal bir sonuçtur.
Kötü olan, bunu bir tehdit olarak algılamak, mücadele azimlerini küçümsemek ve kendi siyasi amaçlarımıza uygun davranmayınca, “ev benim oyuncak benim, hadi naş!” havasına bürünmektir.
HDP ile yan yana yürümekten kaçan, uzak durmanın siyasetini ören ve yalnızlaştırmayı iktidara paralel bir çizgide yürütenlere karşı TİP’in ilkesel olarak HDP ile yan yana mücadele ittifakında buluşmasına bir çırpıda “naş” diyerek parmak sallamak, iktidarın yalnızlaştırma siyasetinde ortaklaşmak olacaktır. Bunun yerine mücadele içinde bir araya gelenlere, masanın zaten, uzlaşmanın ve birlikte mücadele etmenin kanallarını oluşturmak için kurulduğu gerçeğini ısrarla hatırlatmaktır olması gereken.
Bizleri bir arada tutan hakikatin içinin boşaltılmasına haset gerekçeler üreten kimler varsa, aklımızı, algımızı trol ağına düşürmeye kimler yelteniyorsa ona karşı mesafe koymak, geleceği arındırmanın da bir yoludur bence.
Nasıl birlikte yürümek bir seçenekse, ayrı hatlarda yürümek de bir seçenektir. Bizimle yürüyorlarsa “dost”, yürümüyorlarsa “düşman” olarak bakan bir anlayış, “dost” dediğini linç etmekten asla geri durmayacaktır ki bu, ezenle benzeşmenin bir çeşididir.
Birbirimize ihtiyacımız var. Hatta birbirimizin omuzlarından tutup ayağa kaldırmaya, onu güçlendirmeye ve dayanışmaya ihtiyacımız var. Yoksa sallabaşlığı makbul gören, kendisine benzemeyeni dışlayan bir anlayış, özgür iradelerimiz üzerinde tepinmekte bir an dahi tereddüt etmez. Hepimiz böylesi bir siyasetin nasıl iktidar haline gelip, yirmi yıldır nasıl hepimizin canına okuduğu konusunda sanırım hem fikiriz.
Bu nedenle;
Geleceği ortaklaştıracaksak bir değil, birden çok yol açıp, o yolları da birbirimize bağlayacak bir mücadele sistemi oluşturmak zorundayız.
Emek ve Özgürlük ittifakının bu tecrübeye, akla ve sağ duyuya sahip olduğuna inanıyorum ben.
Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***