YORUM | Dr. SALİH HOŞOĞLU
Baştan belirteyim bu devlet bildiğimiz tüzel kişilik olan devlet (İngilizcesi state), şahıs ismi olan devlet değil. Bu yazıda devlet üzerinde öyle felsefik, sıkıcı bilimsel tanımlara girişmeyeceğim, benim uzmanlık alanım da değil zaten. Gerçek hayattaki gözlemlerden çıkarımlar yapmak bana çok daha gerçekçi geliyor.
Bu başlığı niye attım? Yazıyı sonuna kadar okursanız daha iyi anlayacaksınız ama baştan da belirteyim biraz matrak bulduğum birkaç haberden sonra bu yazıyı yazmaya karar verdim ve bu başlığa karar kıldım. Öncelikle ben tüzel kişilik olarak devleti önemseyen bir kişiyim. Daha önceki yazılarımda bahsetmiştim, bir ülkücü geçmişim de var. Ama devleti ciddiye almamın bu geçmişle pek ilgisi yok. Devleti iki nedenle ciddiye alıyorum, birincisi güç kullanma tekeli olan bir organizasyon (mafyanın eline bile geçse) ve ikincisi de yokluğu varlığından beter durumlara yol açabiliyor. Saygı duyduğum bir düşünürün bundan otuz küsur yıl önce dediği gibi “En kötü devlet bile devletsizlikten iyidir, Esed’in devleti bile olsa”.
Çocukluğumda devletle ilgili nasıl bir algımız vardı, etrafta devlete ait ne konuşulurdu diye hatırlamaya çalıştığımda öyle dişe dokunur fazla bir şey bulamadım. Malum halk nezdinde devlet, hükümet, mahkeme birbirinin yerine kullanılan, çok defa eş anlamlı kelimelerdir. Benim çocukluğumda bir meselenin mahkemeye taşınması söz konusu olunca “Hükümet ne diyecek, o da para yiyecek” diye bir tekerleme vardı. Belki de bundan dolayı devleti pek kaypak ve güvenilmez bulmuşumdur ve mümkünse meseleleri devleti bulaştırmadan çözmekten yana olmuşumdur. Azerbaycan’ın kuzeyinde eski bir şehir olan Şeki’de tarihi bir hükümdar sarayı gezmiştik. Burada bir zamanlar hüküm süren Şeki Hanlığı Ruslar tarafından yıkılmış ve Ruslar burayı işgal ederken top ateşiyle bu saray hariç bütün binaları yıkmışlar. O saraydaki tavan süslemeleri dikkatimizi çekmişti. Bunlardan birinde, saltanatı yani devleti temsil eden taht, balığın sırtında olarak tasvir edilmişti. Bize rehberlik yapan Azeri kadın bunun anlamını devletin kayganlığı, kolayca elden çıkması ve stabil olmayışı ile izah etmişti.
Devlete dair halk arasındaki bir hikayeyi nakledip konuya devam edelim. Kayseri’nin Tomarza ilçesinin kırsalında bir zamanlar Mustafa adında bir eşkıya türemiş, gariban köylüleri soyuyormuş. Köylünün birinin yolunu kesince köylü “sen devletten korkmuyor musun?” diye eşkıyaya çıkışmış. Eşkıya “ben de devletim, bilmiyor musun” diye cevap vermiş. Adam “iyi ama Tomarza’da bir kaymakam var, devlet o değil mi” deyince Eşkıya, “doğru, o devlet ama ben de devletim, iki tane devlet var” diye adamı soyup göndermiş. Bir zaman sonra adamın yolu Tomarza’ya ve kaymakamlığa düşmüş, “hazır gelmişken Kaymakam Bey’e uğrayıp şu meseleyi sorayım, devlet iki tane olabilir mi” diye kaymakamın odasına yönelmiş. İzin isteyip içeri girince de “Kaymakam Bey, devlet kaç tanedir, birden fazla devlet olabilir mi?” diye sormuş. Ancak aynı anda da kaymakamın karşısında oturan adamı fark etmiş, adam kendisinin yolunu kesen eşkıyanın ta kendisi imiş. Kaymakam “elbette ki devlet bir tanedir, niye sordun ki” deyince de “merak ettim sadece Kaymakam Bey” diyerek odadan çıkmış.
Buradan esas konuya dönelim, devlet kimdir? Devlet adına kim konuşabilir? İşte bu çok netameli ve çetrefilli bir konudur. Öyle ya, birileri devlet adına konuştuğunu iddia ederek bir şeyler istiyor, sizden ahlaki olmayan hatta kanunen suç olan bir şeyi yapmanızı da istiyor olabilir. Nitekim bu tarz şeyler yakın-uzak geçmişte çokça karşımıza çıktılar. Malum telefonla insanlar aranıp işletilebiliyorlar. Türkiye’de her düzeyde insan telefon dolandırıcılığına maruz kalabiliyor. Bunlar genelde kendilerini önemli devlet görevlileri olarak lanse ediyorlar ve çok da başarılı oluyorlar. Öyle ki bazen güvenlik bürokrasisindekileri bile işletebiliyorlar.
Bununla ilgili başka bir olay çok dikkate değer ipuçları veriyor. 1990’ların sonunda, 28 Şubat’ın hakim olduğu günlerde, Güneydoğudaki büyük üniversitelerden birinde böyle bir olay yaşanmıştı. Milliyetçi, muhafazakar, dindar, dürüst, bilimsel olarak çok başarılı ve tecrübeli bir akademisyen dekan (biz kendisine DD diyelim) kandırılarak kendisine istemediği bir imza attırılmıştı. DD’nin dekanı olduğu fakülteye bir öğretim görevlisi alınacaktır. Aday da derin devletin bir kanadının adamı, mafya ile iş tutan, her türlü kanunsuzluğa bulaşmış bir öğretmendir (biz kendisine TT diyelim). Başlangıçta dekana ve ilgili bölüme iyi pazarlandığı için TT için kadro ilan edilir ancak daha sonra durum anlaşılınca atama kararını dekan bir türlü imzalamaz. İşte günlerden bir gün dekana yukarılardan, “devletten” bir telefon gelir. Arayan sekreter kadın “Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral …. Paşam görüşmek istiyor” diyerek birini bağlar. Genelkurmay Genel Sekreteri olduğu iddia edilen kişi DD’ye özetle “biz seni biliyoruz, vatana, millete ne kadar iyi hizmetler yaptığınızı takdir ediyoruz. TT bizim beraber çalıştığımız biridir, o bölgede bölücü örgütle mücadelede ona ihtiyacımız var. Kendisinin atamasını yaparsanız çok memnun oluruz” mealinde bir konuşma yapar ve DD de imzayı atar. Daha sonra konuyu açtığı birisi DD’ye “Hocam sizi işletmişler, Genelkurmay Genel Sekreteri sizi aramaz, şayet ararsa Rektörü arar” diyerek konuyu açıklığa kavuşturmuştu. Anlaşılır ki Dekan Bey kandırılmış.
Gelelim bu yazıyı niye yazdığıma. Kişisel kanaatimce devlet adına konuştuğunu iddia edenler (buna başka tüzel kişilikleri de ekleyebilirsiniz, parti, cemaat, tarikat vs.) aslında kendi adlarına konuşmaktadırlar. Devlet adına konuşma yetkisi devlet başkanında olabilir ama o da belli sınırlılıklarla mümkündür. “Sana devlet adına şunu emrediyorum” dediği şeyin yazılı bir belgesi yoksa daha sonraki sorumlulukları tek başınıza sizin sırtınıza yüklemiş demektir.
On gün kadar önce, benim ara sıra göz attığım bir internet gazetesinde yazılar yazan, kendini “Atatürkçü, milliyetçi, zooteknist, SP seveni, Alevî dostu, evcil hayvanların fahri avukatı, feminist ve motosikletçi” olarak tanımlayan bir akademisyen, “devletten gelen uyarı” üzerine yazılarına son verdiğini duyurdu. Şayet bu “devletten gelen uyarı” açıklaması olmasa hiç dikkat çekmeyecek bir olaydı ama şimdi işin rengi değişmişti. Bu “devlet” her kim ise, yememiş içmemiş, bir gariban akademisyenin, öyle kimselere zararı olmayan, pek de fazla okunmayan bir internet gazetesindeki yazılarının sonlandırılmasını talimat buyurmuş. Tek kelimeyle ilginç. Geçelim daha geniş bir olaya. Birkaç gün önce siyaseti darmadağın eden ve bütün dengeleri değiştiren bir olay yaşandı. Altılı Masa dağıldı, en azından beşe indi. Bu arada İYİ Partili Ağıralioğlu’nun “Plan yaparak gitmiyoruz. Kalbimizle gidiyoruz. Belki Türk milleti için bir plan yapılacak ama o planı devletin yapmasını istiyoruz. Plan yapan değil, milleti için plan ve program yapan iradeyi temsil ediyoruz.” dediği kamuoyuna yansıdı. Şimdi aynı soru gene karşımıza çıktı: Hangi devlet? Devlet adına kim plan yapıyor? Şayet devlet adına birileri plan yapıyor ve herkes de o planlara uymak zorunda ise o zaman siyasi partiler vs. niye var? Devlet adına plan yaptığını iddia edenlere inanmak zorunda mıyız? Yoksa bizim dekan olayında olduğu gibi işletiliyor muyuz? Devletten aradığını iddia edenlere nasıl güvenelim? Sahi devlet hiç birini telefonla arar mı?
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***