Türkiye’de 6 Şubat’tan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak… Bu bakımdan 17 Ağustos’la büyük benzerlikler söz konusudur. O zaman devletin ne denli yetersiz olduğu, vatandaşın temel gereksinimlerini karşılayamazken, ülkenin acil sorunlarından kopuk, hatta adeta bu sorunları perdelemek maksadıyla tüm enerjisini 28 Şubat gibi toplumu kutuplaştırıcı, geren süreçlere sarf ettiği ortaya çıkmıştı. Devlet halkına ne müreffeh bir hayat temin etme ödevini yerine getirebiliyor, ne de can ve mal güvenliğini sağlayabiliyordu. Kısa süre sonra yaşanan 2001 ekonomik krizi her şeye iyice tuz biber ekti, “eski Türkiye” can çekişmeye başladı. AKP’yi tek başına iktidara taşıyan 2002’deki seçim zaferi bu zeminde yaşandı.
6 Şubat depremiyle ise “yeni Türkiye” ambalajıyla halka satılmaya çalışılan Erdoğan rejiminin tüm defoları ortaya çıktı. Tek adam rejiminin devlet bürokrasisini nasıl zayıflatmış bulunduğu, herkesin Beştepe’den talimat beklediği için sistemin nasıl tıkandığı, aktif fay hatları üzerindeki ülkenin büyük bir deprem gibi her an yaşaması muhtemel, öngörülebilir bir felakete ne kadar hazırlıksız olduğu anlaşıldı. Üçüncü haftaya girildiği halde hâlâ kendilerine temel yardımların ulaştırılamadığı pek çok insanın olduğu görülüyor. 17 Ağustos’la bir diğer benzerlik de bu depremi de muhtemelen ağır bir ekonomik krizin takip edecek olmasıdır. Bu yöndeki işaretler güçlüdür.
Bu benzerlikler olmakla birlikte esaslı bir değişiklik de söz konusudur: O günden farklı olarak bugün Türkiye’de artık seçimle iktidarın değişmesi ihtimali oldukça düşmüştür. Erdoğan’ın Yüksek Seçim Kurulu dahil, tüm yüksek mahkemeler ve medya üzerindeki hakimiyeti özgür ve adil bir seçim düzenlenebilmesini neredeyse imkansız derecede zorlaştırmıştır. Bu nedenle bu kez iktidar değişimi 2002’de AKP’nin iktidara gelişindeki rahatlıkla gerçekleşmeyecektir. Çok daha sancılı, adeta toplumun bir atın üzerinden binicisini atar gibi patlayarak talep ettiği değişimi gerçekleştirmesi beklenmelidir.
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener Cuma günü Fox TV’de yaptığı açıklamalarda önümüzdeki seçimlerde Erdoğan’ın yenilmemesi halinde Türkiye’nin bir daha parlamenter sisteme dönmeyeceğini düşündüğünü söyledi. Bundan sonra siyaseti halkta biriken “öfkenin” belirleyeceğini, bunun ise yeni rövanşizmler ve çatışmalar anlamına geleceğini kaydetti. Bu sözlerinden Akşener’in Millet İttifakı’nın bu seçimde, kendi ifadesiyle “kazanacak bir aday” çıkarmaması halinde artık muhalefetin bir alternatif olarak görülmeyi kaybedeceğini iyi anladığını gösteriyor.
Muhalefet (CHP, İYİP ve Saadet Partisi) 15 Temmuz sonrası dönemde “rejime muhalefet” değil “rejimin muhalefeti” rolünü kendine uygun görmüştü. Bunun nedeni, Erdoğan’ın devlet bürokrasisinde KHK’larla yaptığı tasfiyelerin iştahlarını kabartması, hatta onları pek de saklayamadıkları bir mutluluğa gark etmesiydi. Bu sebeple 2017’deki referandumda ve 2018’deki cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’ın herhangi bir darbe almasını çıkarlarıyla uyumlu görmediler. “Eğer Erdoğan zamansız, yani erken giderse kimse bu tasfiyelerin (suçların) arkasında duramaz” kaygısı vardı. Tabii bir de tasfiyelerin kaçınılmaz şekilde bürokraside kendileriyle bağlantılı bürokratların önünü açacağını, bunun ise artık Erdoğan’ın rolü bittiğinde kenara atılabilmesini sağlayacağını hayal ediyorlardı. Ben “hayal” desem de onların zannına göre bu oldukça sağlam bir stratejiydi.
Oysa Erdoğan işleyen bir bürokrasiyi iktidarına yönelik tehdit olarak gördüğü için, bakanlıkların işleyişinde orkestra şefi hüviyetinde olan müsteşarlıkları ortadan kaldırma gibi yöntemlerle adeta onu felç ederek, kendi talimatı olmadan hareket edemez hale getirmek için her türlü “tedbiri” aldı. Bunun bürokrasiyi nasıl acziyete düşürdüğünü 6 Şubat depreminde herkes iyice farkına vardı.
Muhalefet, Erdoğan’ın devlet bürokrasisi üzerinde yaptığı bu operasyonu seyretmekten başka hiçbir şey yapamadı. Bu nedenle Erdoğan karşısında pazarlık gücünü artırmak için “Millet İttifakı” adlı ortak cepheyi kurdu.
6 Şubat depremleri öncesinde merak ettiğimiz soru şuydu: Millet İttifakı gerçekten Erdoğan’ı yenmek için mi, yoksa Erdoğan’la pazarlık gücünü artırmak için mi kurulmuştu? Gerçekten Erdoğan’ı iktidardan sandıkta göndermek için kararlı mıydı? Yoksa Erdoğan biraz sopa (mahkemeleri kullanarak baskıyı artırma), bolca havuçla (bürokraside pozisyonlar, maddi imkanlar vs) onları yine “rejimin muhalefeti” çizgisine çekecek miydi?
Kılıçdaroğlu’nun aday olarak parlatılmaya çalışılması açık bir şekilde bu ikinci eğilimin baskın çıktığını (veya çıkmak üzere olduğunu) gösteriyordu. Öyle anlaşılıyordu ki, “Bu seçimde de Erdoğan’ın suyuna gidelim, nasılsa ekonomi çökmek üzere, o çöküntüden sonra koltuğunda fazla duramaz, o zaman iktidar kolayca kucağımıza düşer” (Hem ayranım dökülmesin, hem yoğurdum ekşimesin) konformizmi baskın gelmişti. İngilizce’de böylesi tutumlar için “Hem pastama dokunmayayım, hem de onu yiyeyim, diyemezsin” (You can’t have your cake and eat it too) derler.
Erdoğan, İstanbul’un CHP’li Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun aday olmasından ne kadar endişe ettiğini ve onun yerine, yenebileceğini düşündüğü için Kılıçdaroğlu’nu karşısında görmek istediğini bu kadar belli etmişken, Erdoğan’ın bu korkusunda ne kadar haklı olduğunu anketler de doğruluyorken, böylesine kritik bir seçimde bu güçten istifade etmemenin makul bir açıklamasını bulabilmek zordu. (“Efendim, hakkında Erdoğan’ın üzerinde Demokles’in kılıcı gibi dolaştırdığı dava var!” Cevap: “Siyaset anlayışınız o kadar mı kıt? Siz aday gösterin, YSK engellesin, seçmenin karşısına mağdur olarak çıkıp yelkenlerinizi iyice şişirin!”)
İşte bu hengamede yaşanan deprem, özellikle Altılı Masa’nın artık “rejimin muhalefeti” rolünü herhangi bir şekilde devam ettirebilmesini imkansız kılıyor. Akşener dün Fox TV’de yaptığı açıklamalarda bu gerçeğin artık iyice ayırdına vardığını ilan etti. “6 Şubat’ta her şey resetlendi” dedi. CHP’nin yukarıda bahsettiğim “güdümlü muhalefet” oyununda kendilerinin olmayacağını ima etti.
Akşener, tam seçim sathı mailine girilmişken, 16 Eylül’de CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kuşoğlu’nun Hürriyet’ten Hande Fırat’a yaptığı “Kılıçdaroğlu dışında başka bir aday çıkarsa Altılı Masa dağılır” açıklamasını hatırlattı. Burada açıklamanın Hande Fırat’a yapılmış olması ve onun üzerinden Akşener’e adeta ihtar çekilmesi, Beştepe’nin gözetimi altında icra edilen bir senaryoya çok da örtülü olmayan bir şekilde işaret etmiyor muydu? Kuşoğlu’nun Kılıçdaroğlu’nun en güvendiği yardımcılarından biri olduğuna ve bu açıklaması sonrasında da görevinden alınmadığına dikkat çekti Akşener… Oysa kendisi, Kılıçdaroğlu’nun olası adaylığına yönelik eleştirilerini basınla paylaşan, “abi” diye hitap ettiği yardımcısı Cihan Paçacı’nın hemen ertesi günü istifasını almıştı.
Akşener, İmamoğlu’nun siyasi yasaklı hale getirildiği dava günü ve sonrasında CHP yönetiminin gösterdiği tavırları da ağır şekilde eleştirdi. Eleştirilerinin tonunda gözlemlenen birdenbire artış 6 Şubat sonrasında kazandığı cesaretle ilgili olmalı. Anlaşılan o ki, aynen Hande Fırat’a verilen mülakat gibi, Akşener o gün CHP kurmaylarının yaptığı acemiliklerin arkasında “başka işler” olduğunu düşünüyor. Kendisi o gün hemen İmamoğlu’nun yanına gidip otobüsün üstünde birlikte halka hitap ederek attığı adımla Altılı Masa’nın muhalif kitleler üzerindeki itibarını artırmış olduğu halde, bunun CHP’li yetkililerce takdir edilmek yerine eleştirilmiş olmasını affedilmez bir hata olarak görüyor.
İYİ Parti liderinin eleştiri dozunu artırmasında, tüm Türkiye’nin depreme kilitlendiği bir sırada Kılıçdaroğlu’nun Akşener hakkında “dosyalar” tuttuğundan bahseden Yaşar Okuyan’la görüşmeye vakit bulurken gösterdiği, yine hangi amaçla yapıldığının açıklanması çok kolay olmayan tutum da ayrıca etkili olmuş olabilir. Okuyan o görüşmeye İYİP’in tepki göstermesi sonrası CHP’den istifa ettirildi, oysa depremden bir gün önce yaptığı, “Akşener ile ilgili gizli bilgilere sahip olduğu, bir yıl önce Kılıçdaroğlu’na bu bilgileri bir dosya halinde sunduğu, Akşener’in bu bilgiler karşısında cumhurbaşkanı adaylığından vazgeçtiği” şeklindeki açıklamalarının hemen sonrası bu istifanın yaşanması “ittifak ruhuyla” daha fazla bağdaşırdı.
Kanaatimce Akşener “kazanacak aday çıkaracağız” vurgusuyla Kılıçdaroğlu’nun adaylığına kapıları tamamen kapatıyor. Keza Erdoğan yana yakıla arzulasa da, seçimin 14 Mayıs’ta düzenlenmesi için 10 Mart’ta atması gereken adım öncesi Millet İttifakı’nın adayının açıklanması da gerçekleşmeyecek. Akşener adayın 2 Mart’taki Altılı Masa toplantısında duyurulmayacağını açıkça söyledi. Erdoğan’ın seçim tarihini 14 Mayıs olarak belirlemesiyle Altılı Masa üzerinde ortak adayını bir an evvel açıklaması için oluşan baskı, deprem sonrasında ortadan kalktı. Erdoğan Millet İttifakı’nın adayını “belirlemeden” kendini bağlayacak şekilde seçim takvimine start verir mi? Akşener’in bu konuda şüpheleri var gibi… Adayın açıklanmasını geciktirerek AKP liderini sıkıştırmayı, böylece Erdoğan’ın seçime gitmekten korktuğunun ortaya çıkmasını sağlamayı planlıyor olabilir.
Daha önce bu konuda yazdığım yazıda işaret ettiğim hususlar 6 Şubat depremi sonrasında daha da belirgin hale geldi. Akşener CHP’ye mealen “Ya İmamoğlu’nu aday gösterin, ya da Yavaş üzerinde duralım” diyor. CHP, Erdoğan’ın kroşelerinden çekinip İmamoğlu’nu aday göstermezse, onların bu “çekingenliğinden” dolayı “kazanabilecek aday çıkarma sorumluluğunu” İYİP üzerine alarak ya Yavaş’ı, o olmazsa, Altılı Masa’nın uygun görmesi halinde Akşener’i aday göstermeyi tercih ediyor. Akşener seçmenin karşısına çıktığında “İmamoğlu’nu CHP aday göstermedi, Yavaş aday olmak istemedi, Kılıçdaroğlu kazanabilecek aday değildi, bu durumda bu ağır yük benim sırtıma kaldı” demek istiyor. Yine Akşener’in bu şartların vuku bulması halinde sadece Millet İttifakı’nın ortak adayı olabileceğini, bu gerçekleşmezse ayrıca aday olmayı düşünmediği anlaşılıyor.
Akşener’in temsil ettiği milliyetçi kanat bugüne kadar “güdümlü muhalefet” oyununun uslu neferlerinden biri olmakla birlikte artık Erdoğan’ın çöküşünün altında kalmak istemiyor gibi gözüküyor. Erdoğan’ın kaşları çatık şekilde savurduğu tehditlerin aslında zayıflığına dalalet ettiğini fark etmiş gibiler.
Erdoğan Milli Görüş, Ülkücü ve Ulusalcı yapılanmaların “diğer” kanatlarıyla sürdürdüğü ittifakların verdiği etki gücü sayesinde onları bu role zorlamaya çalışırsa Millet İttifakı’nın dağılması da artık şaşırtıcı olmayacaktır. Akşener, Kılıçdaroğlu’nun adaylıkta diretmesi yüzünden ittifakın dağılması halinde sağ seçmen nezdinde itibar kazanacağını, bunun ise önümüzdeki seçimde ne yaşanacağından bağımsız olarak onu Erdoğan sonrası döneme oyun kurucu olarak taşıyabileceğini öngörüyor olabilir. İmamoğlu’nu aday göstermediği için CHP tabanının ciddi bir bölümünün tepkisini çeken (çekecek olan) Kılıçdaroğlu’nun bu şartlarda Millet İttifakı’nı dağıtarak seçime gitmeye, böyle “göstere göstere yenilmeye” cesaret edemeyeceğini de düşünüyor olabilir.
Akşener bu tutumunu sürdürürse; Erdoğan’ın seçim senaryosunu kurgulayabilmesi imkansızlaşacak, “güdümlü muhalefeti” olmadan rejim iyice istikrarsızlaşacak, AKP lideri muhtemelen 14 Mayıs’ta seçime gitmeye cesaret edemeyecek, muhalefeti istediği noktaya getirmek için devletin tüm gücünü kullanarak hınçla yüklenecektir.
- Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
ÖMER MURAT
25 Şubat 2023 GÖRÜŞ
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***