Maraş merkezli depremlerin ardından depremin yıkıcı etkilerinin en ciddi şekilde hissedildiği iller, aynı zamanda mülteci ve göçmen nüfusun yoğun olarak yaşadığı şehirler.
Resmî rakamlara göre, bölgede Geçici Koruma Statüsüyle (GKS) bulunan Suriyelilerin nüfusu 1 milyon 738 bin 35. Bu rakam Türkiye’de yaşayan GKS sahibi Suriyelilerin yüzde 49,64’üne tekabül ediyor yani Türkiye’de GKS ile kayıtlı Suriyelilerin neredeyse yarısı depremden doğrudan etkilenmiş durumda.
Deprem sonrası afet müdahalesinde ‘yabancı uyruklu’ ya da ‘mülteci’ olarak değil, birer afetzede olarak görülmeleri gereken Suriyelilerin, bu süreçte çok katmanlı ayrımcılıklara/nefret söylemine, bazı durumlarda ise fiziksel şiddete, lince ve işkenceye maruz bırakıldığına tanık olduk.
Özellikle göçmen karşıtlığıyla bilinen Zafer Partisi’nin öncülük ettiği nefret söylemi ve saldırı girişimleri, mültecileri hedef göstererek ve mevcut gerilimleri artırarak daha da güvensiz bir afet sonrası ortam yarattı.
GÖÇ ARAŞTIRMALARI DERNEĞİ’NDEN (GAR) GÖÇ VE DEPREM RAPORU
Göç Araştırmaları Derneği (GAR), Maraş depreminin ardından deprem bölgesindeki mülteci ve göçmenlerin durumuna ilişkin gözlem ve tespitlerini kamuoyuyla paylaştı.
23-27 Şubat tarihleri arasında Maraş’tan başlayarak Mersin’e uzanan deprem bölgesinden izlenimlerini raporlaştıran Prof. Dr. Deniz Sert, Doç. Dr. Didem Danış ve Dr. Eda Sevinin mülteci ve göçmenlerin karşı karşıya kaldığı en önemli iki ana sorunun nefret söylemi/düşmanlaştırma ile barınma sorunu olduğuna dikkat çekti.
‘Göç ve Deprem- Durum Tespit Raporu’nda acil yardımların ulaştırılmasında, Suriyeli nüfusun görünmezleştiğini ve ciddi ayrımcılıklara maruz bırakıldığına vurgu yapan Göç Araştırmaları Derneği (GAR), söz konusu Suriyeliler olduğunda, acil insani yardımın ‘ayrım gözetmeme’ ve ‘tarafsızlık’ ilkelerine riayet edilmediğini aktardı.
SURİYELİLER İÇİN TRAVMA: İKİNCİ KEZ YERİNDEN EDİLME
Bölgeden ayrılanların karşılaştıkları sorunların yanı sıra, deprem bölgesinde kalmaya devam eden Suriyelilerin de ciddi hak ihlalleriyle karşılaştığını gözlemlediklerini söyleyen Doç. Dr. Didem Danış “Bunlardan en yakıcısı birden çok kez yerinden edilme olarak adlandırılabilir. Hali hazırda savaş sebebiyle yerinden edilmiş ve Türkiye’de yeni bir hayat kurma konusunda pek çok problemle karşı karşıya kalmış kişilerin depremle birlikte bir kez daha evlerinden ve yerlerinden edildiklerine tanık olduk. Bu durum Suriyeliler için tekerrür eden ve müdahale edilmeyen bir travmaya dönüşmüş durumda” dedi.
Suriyelilerin deprem sonrasında çadır kentlerden, mahallelerden, geçici barınma merkezlerinden ve kimi zaman devletin yerleştirdiği yerlerden bile tekrar tekrar çıkarıldıklarını aktaran Danış, mülteci ve göçmenlerin maruz bırakıldığı fiili durumları şöyle anlattı:
İHTİYAÇLARI KARŞILANMADAN 24 SAAT OTOBÜSLERDE TUTULDULAR
“Bazı geçici barınma merkezlerinin Türkiye vatandaşlarının kalabilmesi için boşaltıldığı yönünde haberler mevcut. Bazı görüşmelerde ise, Suriyelilerin otobüslere bindirildiği, nereye götürüleceklerinin kendilerine söylenmediği ve neredeyse 24 saat boyunca ihtiyaçlarını karşılayamadan otobüslerde tutuldukları ifade edildi. 8 Mart 2023 tarihli bir habere göre, haklarında şikayetçi olunan bir grup Suriyeli aile Elbistan’daki çadır kentten kolluk tarafından zorla çıkarıldı.
ŞİKAYET EDİLEN SURİYELİLER ÇADIR KENTTEN ÇIKARILDI
Örneğin Kırıkhan’da bir çadır kentte yaşayan Türkiyeli aile, çadır kent genelinde hijyen koşullarına uymadıkları gerekçesiyle şikâyet edilen Suriyelilerin çadır kentten çıkarılıp başka yerlere götürüldüklerini anlattı. Bu türden bir şikâyet mekanizmasının nasıl işlediğine dair pek bilgi edinemesek de, görüştüğümüz kamu görevlilerinin kamu huzurunu ve düzenini korumak adına ‘mekânsal ayrıştırma pratiği’ni savunduklarını duyduk. Örneğin Kahramanmaraş’ta bir kamu görevlisi, bu ayrıştırmanın deprem sonrası toplumdaki ‘hassasiyetlere dikkat etmek’ gerektiği için yapıldığını ifade etti. Dolayısıyla, mekânsal ayrıştırmanın, hatta Suriyelilerin kolluk eşliğinde zorla çıkarılması gibi pratiklerin, adı konulmamakla birlikte, genel bir dışlama ve görünmezleştirme politikasına işaret ettiğini düşünüyoruz.”
SURİYELİLER DE KENDİNİ GÖRÜNMEZLEŞTİRMEYE ÇALIŞIYOR
Bu ve benzeri dışlama pratiklerinin sonucu olarak, Suriyeli mültecilerin de bu gerilimlerin fazlasıyla farkında olduklarını ve kendilerini bilinçli olarak görünmezleştirmeye çalıştıklarını belirten Danış, “Yardım talep etmemek, çadır alanlarında çok fazla görünmemek, tanıdıklarının yanında barınmaya çalışmak gibi yöntemler benimsedikleri ifade edildi. Görüşmelerimizde, desteklerden faydalanmak isteyip de faydalanamadıkları durumlarda vazgeçip içe kapandıklarına dair ifadelere de rastladık” dedi.
Göç Araştırmaları Derneği’nin deprem bölgesindeki mülteci ve sığınmacıların hayatta kalma mücadelesine ilişkin çarpıcı bir başka tanıklığı da şöyle:
“Kırıkhan’da konuştuğumuz Suriyeliler, muhtarlıkta dağıtılan çadırlara erişemediklerini acı içinde anlattılar. Üniversite öğrencisi bir genç, üç gün boyunca yolda yattıklarını, sonrasında pazarda kurdukları tentelerden kendilerine bir çadır yaptıklarını anlattı. Daha sonra muhtara ulaşan 20 kadar çadırın indirilmesine ve taşınmasına yardım ettiklerini, ancak kendileri de çadır istediğinde ‘Bu çadırlar Türk vatandaşları için, yabancılara verilmeyecek” cevabını aldıklarını anlattı. Bu cevabı alanlardan biri de hali hazırda Türkiye vatandaşlığı almış bir Suriyeli idi.
YARDIM MEKANİZMALARININ DIŞINDA KALDILAR
Benzer dışlama hikayeleri, saha ziyareti sonrasında görüştüğümüz başka kişilerden de geldi. Vatandaşlık almış olmalarına rağmen deprem bölgesinde gıda yardımlarından faydalanamadıklarını, sonrasında deprem bölgesi dışında başka bir şehre sığındıklarında herhangi bir destek alamadıkları için kiralarını ödemekte zorlandıklarını, geri dönmeyi düşündüklerini ancak evleri de ağır hasarlı olduğu için büyük bir açmazda olduklarını ifade edenler oldu. Bunlara ek olarak, Kırıkhan’da bulunduğumuz süre boyunca, Suriyelilerin afete rağmen açık olan bir Suriyeli bakkaldan parayla alışveriş yaptıklarını gözlemledik. Deprem bölgesindeki seyahatimiz sırasında neredeyse ilk kez karşılaştığımız para kullanımı, temel ihtiyaçların ücretsiz karşılanmasını sağlayan yardım mekanizmalarının dışında kaldıklarını gösteriyordu.”
AYRIMCILIK, AFAD VE KIZILAY’LA SINIRLI DEĞİL
Arama-kurtarma çalışmaları sırasında da ayrımcılığa uğrayan mülteci ve göçmenlerin çeşitli damgalamalara, nefret söylemine ve -kimi durumlarda- şiddete ve işkenceye maruz bırakıldığını aktaran Dr. Eda Sevinin, ayrımcı tavrın AFAD ve Kızılay gibi kurumlarla sınırlı olmadığını, mülki idare ve yerel yönetimler tarafından da yeniden üretildiğini gözlemlediklerini belirtti.
KOMŞULUK VE TOPLUMSAL AĞLARIN DIŞINDA KALAN SURİYELİLERİN AKIBETİ…
Bir başka sorun da komşuluk ve toplumsal ağların dışında kalan Suriyelilerin ölümlerinin yanı sıra hayatta kalanların akıbetinin belirsizliği… Her ne kadar İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 6 bin 660 Suriyelinin depremde hayatını kaybettiğini açıklasa da, mültecilerle ilgili ölüm ve yaralanma sayıları konusunda da belirsizlik sürüyor.
“Arama kurtarma faaliyetlerinde görev almış kişiler, yıkım olan yerlerde enkaz altında kalan mülteciler hakkında çevreden, komşulardan bilgi edinemediklerini belirttiler” diyen Sevinin, kimlik tespit süreçlerinin depremin ancak üçüncü haftasında başlayabildiğini hatırlattı.
3 MİLYON 300 BİN KİŞİ BÖLGEDEN AYRILDI
AYBÜ Göç Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin verdiği bilgilere göre, depremin ilk haftasında 2,2 milyon kişinin bölgeden ayrıldığı, 1 Mart 2023 tarihinde ise bu sayı 3,3 milyona çıktığı belirtilen raporda, “Aslında tahliye desteği verilmeyen mültecilerden kaç kişinin bölge dışına çıkabildiğini bilemiyoruz” denildi.
Yıkım farklı düzeylerde yaşanmış olsa da, deprem bölgesindeki hemen hemen bütün yerlerde ‘şehirlerin boşaldığını’, özellikle de meskûn mahallerin adeta birer hayalet kente dönüştüğünü gözlemediklerini aktaran Sevinin, kentlerde muazzam bir demografik hareketlilik yaşandığını belirtti.
“Bu hareketlilik birkaç şekilde gerçekleşti” diyen Sevinin, depremzedelerin barınma ihtiyaçlarına aradıkları çözümleri şöyle sıraladı:
“Şehir dışına çıkma olanağı olanlar bulundukları kentlerden ayrılarak barınma gereksinimlerini başka şehirlerde karşılama yoluna gittiler. Kişilerin ellerindeki kaynaklar ve toplumsal ağlar (akraba ve arkadaşlık ilişkileri, maddi kaynaklar, iş imkanları, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim vb.) bölgeden ayrılma biçimlerini şekillendiriyor.
Bir başka hareketlilik biçimi depremden etkilenen kişilerin kırsal alanlara yerleşmeleri oldu. Örneğin, Gaziantep’teki ailelerin deprem sonrası kırsaldaki az katlı ‘bağ evlerine’ taşındıkları, hatta bazı durumlarda akrabalarını ve yakınlarını da yanlarına alarak tek evde birden çok ailenin barındığı ifade edildi. Ancak kırsal alanda yerleşebilecekleri evleri veya yanlarına gidebilecekleri yakınları olmayan depremzedelerin çoğunlukta olduğu not edilmeli.
‘ÇÖZÜMLER’ DE SINIFSAL: TARIM İŞÇİLERİ VE NAYLON ÇADIRLAR
Deprem sonrası barınma sorunlarına bulunan çözümler de sınıfsal. Bunun açık örneklerinden biri de, tek katlı bağ evleri veya yazlıklara sığınan üst gelir gruplarının yanında, sera çadırlarında kalmak zorunda kalan tarım işçileri. Hatay’da deprem öncesi tarım işçiliği yapan bir grup Suriyeli ailenin, sağlık ve hijyen koşulları açısından ortaya çıkan tüm zorluklara rağmen depremden sonra çalıştıkları seralardaki naylon çadırların altında kalmaya başladıklarını öğrendik. Tüm olumsuzluklara rağmen bazı Suriyeli ailelerin bu yolu tercih etmelerinin ardında barınma sorunlarını çözmek için başka yolları olmaması, geçim kaynaklarına yakın bir yerde kalmayı öncelemek zorunda olmaları ve deprem sonrası artan ayrımcılık ve nefret söyleminden korunabilmek için ‘görünmezleşme’ çabaları sayılabilir.”
KIRSALA YERLEŞMEK İYİ BİR SEÇENEK GİBİ GÖRÜNSE DE…
Raporda ayrıca kırsala yerleşmek, barınma alanlarının güvenliği açısından iyi bir seçenek gibi görünse de köylerin de depremden doğrudan etkilendiğini hatırlatıldı, “Özellikle insani yardım kuruluşlarıyla ve gönüllülerle yaptığımız görüşmelerde, depremin ardından tedarik zinciri kırıldığı ve ulaşım zorlaştığı için köylerde gıda, yakacak, ilaç gibi hayati ihtiyaçların gidemediğini duyduk” denildi.
6 AY İÇİN SURİYE’YE DÖNME İZNİ
Deprem bölgesinden ayrılan bazı Suriyeli mültecilerin ise Suriye’ye gittikleri biliniyor. Depremin ikinci haftası ilan edilen bir resmî yazıya göre, depremden etkilenen illerde kayıtlı Suriyelilere en az bir, en fazla altı aylık süreyle Suriye’ye dönme izni verildi. Resmî rakamlar, 28 Şubat 2023 itibariyle Suriye’ye geri dönen kişi sayısının 40 bini aştığını söylüyor.
“Görüşmelerden edindiğimiz bilgilere göre, Suriye’ye dönen kişilerin bir kısmı kesin dönüş yapmış olabilir. Özellikle yakınlarını ve evlerini kaybeden ve Suriye’de kırsal bölgede evleri olan kişilerin Suriye’de kalmaya karar verebileceği düşünülüyor. Türkiye’ye geri dönmesi beklenen kişilerin ise Suriye’ye gitme sebepleri arasında Suriye’de de yaşanan deprem sonrası yakınlarının yanına gitme ve cenazelerini memleketlerinde defnetme isteği sayıldı” denilen GAR’ın ‘Göç Ve Deprem’ raporunda bu konuda hakim olan belirsizliğe de dikkat çekildi:
GÜVENDE HİSSETMİYORLAR
“Türkiye’ye dönmek isteyen kişilerin en fazla altı ay içinde Türkiye’ye dönmesine izin verileceği söylense de, görüştüğümüz kişiler, Suriyelilerin bu konuda kendilerini güvende hissetmediklerini, özellikle de seçimler yaklaşırken geri dönüşlerine izin verilmemesinden endişe duyduklarını belirttiler. Bu kaygıyı yaşayan bazı Suriyelilerin, cenazelerini Suriye’ye defnetmek üzere sınır kapısından akrabalarına emanet ettikleri ve kendilerinin sınırı geçmediği de ifade edildi.”
KOORDİNASYONSUZLUK: MERKEZİ YÖNETİMİN ÇOK AÇIK ENGELLEMELERİ
Deprem bölgesindeki en önemli sorunun ‘koordinasyonsuzluk’ olduğuna dikkat çeken Sevinin, “Bunun için bize üç tane sebep söylendi” dedi:
“Bunların ilki merkeziyetçi yönetim algısının çok açık engellemeleri oldu. El konulan tırlar, bölgeyi ulaştırıldıktan sonra dağıtılamayan acil yardımlar gibi… İkinci olarak, uluslararası kurumlar bölgedeki çalışmaları planlama konusunda ve Türkiye’de çalışma izinlerinin mekânsal kısıtlılığı sebebiyle koordinasyon çalışmalarında yeterince etkin hareket edemiyorlar. Son olarak ise, il ve ilçelerdeki yıkımın büyüklüğünün yanı sıra, bölgedeki yerel yönetimlerin büyük çoğunluğu yıkımdan çok etkilendikleri için koordinasyon çalışmalarına katılamamış durumda. Binaları yıkıldı, çalışanlar hayatını kaybetti. Sonrasında da koordine olamadılar.”
OHAL NE İŞE YARADI?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çıkardığı kararnaymeyle bölgede ilan edilen OHAL’in ise tam olarak ne işe yaradığına anlam verilemediğini söyleyen Sevinin, “Görüştüğümüz kişi ve kurumlar da OHAL ilanının amacının tam olarak kestirilemediğini belirttikten sonra, devletin gerek dayanışmanın örgütlenmesi gerekse de doğru bilgiye erişim konusunda ‘gri alan’ yarattığını ve deprem bölgesindeki çeşitli devlet dışı çalışmaların bu yolla belirsizlikte bırakıldığını ifade ettiler” dedi.
SORUNLAR TÜM ACİLİYETİYLE SÜRÜYOR
Yine de sivil toplum örgütleri, siyasi partiler, belediyeler, meslek ve emek örgütleri ve gönüllülerin yer aldığı sivil oluşumlarının ilk günden bugüne mevcut problemlere çözüm bulmak için çalışmaya devam ettiği belirtilen raporda, “Depremden etkilenen şehirlerde kalmaya devam eden kişilerin barınma, hijyen, temiz suya erişim, psikososyal desteğe erişim sorunları tüm aciliyetiyle devam ediyor” denildi.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***