YORUM | M. NEDİM HAZAR
Aslında niyetim “Asrın Felaketi” başlıklı bir yazı kaleme almaktı.
Esas felaketin ne olduğunu yazacak, oradan Japon seyirci ve pembe gazete konularına girecek ve üç bölümlük seri yazıyla meseleyi bağlayacaktım.
Önceki gece inanılmaz bir sıkıntı ile gece vakti karanlıkta otururken içime gelip oturan kapkara bir daralma bana şunu yazdırmıştı:
İçimde büyük bir felaket önsezisi… Hayırdır inşallah.
Sabahın erken vaktinde Urfa’da yaşayan ailemin bir bölümü bazı görüntüler yolladı.
Adeta Nuh Tufanı gibi bir felaket yaşanıyordu Şanlıurfa’da.
Karakoyun deresi onlarca yıldır böylesine taşkın bir sel görmemişti. Arabalar birer havuz oyuncağı gibi akan çamurlu suyun içinde yuvarlanıyordu.
Bir anda ne pembe gazete kaldı aklımda ne Japon seyirci.
Felakete takılı kaldım.
Aklıma 12 yıl önce yazdığım bir yazı geldi.
Üşenmedim arşivimi taradım ve nihayetinde buldum.
Aşağıda okuyacağınız satırlar o yazıdan…
Çekiliyorum aradan.
Ne zaman bir deprem olsa benim aklıma kutsal kitabımızdan ayetler gelir.
Elbette Kur’an-ı Kerim’de bizzat zelzele ile ilgili sûre var biliyorum ama aklıma ilk gelenler Rahman ve Gaşiye sûreledir. Ve Rahman Sûresi denilince de hemen Ömer Muhtar filminin o muhteşem eğitim sahnesi gelir. Hani şu Anthony Quinn’in çocukları karşısına alıp Rahman Sûresi’ni okuduğu sahne. Şöyle soruyor bir noktasında: “Allah niye denge dedi?” Cevabı da kendisi veriyor: “Çünkü denge olmadan her şey dağılır!”
Hikmet ve basiret vizörüyle bakıldığında esasen evrenin dağılması değil, dağılmaması, hercümerc olmaması mucizedir. Eğer bu mutlak dengeleyiciden habersizseniz bu kadar ince hesabın, trilyon kere trilyon adedince çarkların birbirini etkileyerek kusursuz işlemesi mümkün olmasa gerek.
Şöyle buyuruluyor Rahman Sûresi’nin 5. ayetinde: “Güneş ve ayın hareketleri bir hesaba göredir.” Ki bilim adamları depremler ile Ay hareketi arasında ciddi bağlantı olduğunu düşünür hep.
Ne ki kutsal metinlerde de yaratılış anlatılırken ‘yer ile gök’ hep beraber anılır. Bakara, 117: “Gökleri ve yeri yoktan var eden Allah’tır. O, bir işin olmasını dilerse, ona ancak ‘ol’ der ve olur.”
“Kün feyekün”; işin künhü burada sanırım…
İnsanoğlunun, dolayısıyla bilimin yapabileceği tek şey, var olanı fark etmektir aslında. Newton’a atfettiğimiz ‘Yerçekimi kanunu’ bir fark ediş ve formalize ediştir. Yoksa elma Newton’dan önce de yere düşüyordu emin olun. Bilim adamları, Ay’ın son 18 yılın en yakın geçişini yapacağını ve bu durumun Dünya üzerinde sıra dışı etkileri olabileceğini söylemiş bir süre önce ve buna ‘Supermoon’ adını koymuşlar. Bazı medya organları başlık atmış: Depreme neden Supermoon mu?
Sanki olacak olana sebep yok!
Rahman-7: “Göğü Allah yükseltti ve mîzanı (dengeyi) O koydu.” Başka bir sûrede ise tamamlayıcı bir tablo vardır adeta: “Ey insanoğlu! Her şeyi kaplayacak kıyametin haberi sana gelmedi mi?”
(Gaşiye-1) Hemen ilerisinde ise yine tanıdık bir uyarı var: “Göğe bakmazlar mı, nasıl yükseltilmiştir? Dağlara bakmazlar mı, nasıl dikilmişlerdir? Ve yeryüzüne bakmazlar mı, nasıl düzleştirilmiştir?” (Gaşiye- 18/20) Ve hemen akabinde yapılması gerekeni söylüyor: “Öğüt ver, sen ancak öğüt verirsin!”
Zilzal Sûresi’ni hepimiz biliyoruz zaten. Yeryüzünün içindekileri dışarı fışkırttığında, insanoğlunun ‘Neler oluyor?’ sorusuyla şaşkınlığa uğrayacağını belirtiyor. Japonya’da yaşanan son deprem felaketinin görüntüleri, hele bizim gibi deprem kuşağındaki bir toplum için şüphesiz çok büyük bir etki yaptı. Ve elbette derin düşüncelere itti. Lakin insanoğlu nisyan ile malul sevgili dostlar. Japonya’dan gelen ilk haberler sevindiriciydi ancak ne yazık ki tablo giderek kötüleşti. Şimdi on binden fazla ölümden bahsediyor uluslararası ajanslar. On binlerce kayıp dahil değil bu listeye…
Deprem ve sonrasında tsunami… Kibirli insanlığa verilen bir ders mahiyetinde sanki. Koca koca binalar, son model arabalar, yılan gibi kıvrılan yollar… Şimdi bir de nükleer felaketten korkuluyormuş… Görünen o ki insanoğlunun açgözlülüğü, hep bir şeyleri talep etmesi ve çok şeyi tahrip etmesi felaketin boyutunu büyütüyor. Şehirlerde hayvan kalmamış ki, yaşanacak olan felaketi önceden hissedip kendi lisan-ı haliyle uyarsın. Karınca, böcek bilmem ne haşere şirketleri vasıtasıyla yok ediliyor. Kuşlar uğramıyor kirlilikten ve gürültüden. Sokak hayvanları telef ediliyor habire… Ve biz orijinal halini bozdukça, her fabrika ayarına dönüş canımızı yakıyor, acıları büyütüyor. Suçu toprağa, yer altı gazlarına, denizlere atarak en büyük sorumlu olan bizleri unutturmaya çabalıyoruz sanki. Oysa önce şunu kabul edip bakmalıyız olaylara: “Rabbim isterse sular büklüm büklüm burulur…”
Ki ben bizzat bir din büyüğümden dinlemişimdir: “Gaz Allah’ın gazıdır, ister tek seferde bırakır hepsini, ister parçalara böler…”
Hakikat budur…
‘Ya dize gel, ya kudur!’
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***