YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN
Bu hafta iki çok önemli olay gerçekleşti. 1) Mehmet Şimşek Londra’dan kalkıp AKP genel merkezinde Tayyip Erdoğan’la görüşüyor. Erdoğan kendisine ekonominin sorumluluğunu ve başkan yardımcılığını teklif ediyor. Şimşek bu teklifleri reddediyor ve İngiltere’ye geri dönüyor. 2) Erdoğan, Fatih Erbakan’a partisiyle beraber Cumhur İttifakı’na dâhil olma teklifi yapıyor. Erbakan bu teklifi geri çeviriyor. Erdoğan çok sağlam iki tokat yiyor. Ve bu kapalı kapılar ardında, yani kontrollü bir ortamda, bir tür nabız yoklaması sonucu olmuyor. Alenen, kamuoyu önünde, adeta meydanın ortasında gerçekleşiyor.
Erdoğan, oyların parmakların arasından giden kum taneleri gibi akıp gittiğinin farkında ve tüm imkânları kullanarak süreci geri çevirmeye gayret ediyor. Saray kan kaybediyor. Altılı Masa’da ekonomi yönetiminin başına geçecek olan Ali Babacan’ın karşısına Mehmet Şimşek’i, Milli Görüş tabanına hitap eden ve buradan oy alabilme yetisi olan Temel Karamollaoğlu’nun karşısına da Necmettin Erbakan’ın oğlu Fatih Erbakan’ı getirerek Altılı Masa’nın hızını kesmeye ve ön almaya yönelik hamleler yaptı. Ne var ki geminin su almakta olduğunu gören Mehmet Şimşek de, Fatih Erbakan da Erdoğan’ın teklifine düşünmeden hayır dedi. Saray bu hamleleri kesinlikle beklemiyordu. Büyük bir şok yaşandı. Sonrasında da kapalı kapılar ardında dişe dokunur aktörleri bir derin düşüncedir aldı. Paniklemeye başladılar. Görünen köy artık kılavuz istemiyor. Kritik seviyenin çok üstüne çıkan su, gemiyi yan yatırmak üzere. Herkes iş bu raddeye gelmeden nasıl paçayı kurtarırız derdine düştü. Elbette bunu belli etmek istemiyorlar. Son ana dek beklemek dışında fazla da bir şansları yok. Ancak her sosyolojik gelişimin kritik bir momentumu vardır. Bu momentuma yaklaşıldı. Erdoğan’ın karizmasının artık rejim paydaşlarını bir arada tutmaya yetmemeye başladığının farkına varılıyor.
Kimse Altılı Masa’dan böylesi bir performans beklemiyordu. Bu işin başında Kılıçdaroğlu var ve açıkçası çok iyi bir müzakere performansı gösterdi, göstermeye de devam ediyor. Elinde beş topu olan ve toplarını hünerle yere düşürmeden çevirebilen bir jonglör gibi, ustalıkla süreçleri yönetti, birçok darboğazdan geçti. Birbirinden farklı geleneklerden gelen irili ufaklı beş partiyi masada tuttu. Son krizde sabrını ve dirayetini test ettiler, ama o yine başardı. Bu krizlerin her birinden başarıyla çıktı ve Altılı Masa’nın oy oranını büyüttü, halk bazında kendi güvenilirlik algısını çok olumluya çevirdi. Bay Kemal diye kendisini aşağılayan Erdoğan’a, o aşağılama amaçlı lakabı sahiplenerek yanıt verdi. Sonuçta “Ben kemal, geliyorum!” noktasına kadar mizahı ustalıkla kullandı, halkın birçok kesiminin sempatisini kazandı. Sürecin sonunda Cumhurbaşkanı adayı oldu, anketlerde de öne fırladı.
Şimdi Erdoğan ilk kez seçimlere girmeden o seçimleri kaybedeceğini anlamış bir biçimde bekliyor. Transfer çabaları, eski ayakkabıları parlatmaya yetmeyecek. Şimşek ve Erbakan cilaları olsaydı bile durum fazla değişmeyecekti. Ama bu iki transfer teklifinin de geri çevrilerek iki sert tokat gibi suratında patlamasından sonra kroki pozisyonuna girdi. Gardı düştü. Büyük bir psikolojik bunalıma girdi. Madara olmasının partisinde ve yakın çevresinde yarattığı etkinin az buçuk farkında. Saray ekibinin ve yakın çevrenin hala dağılmamasının nedenleri, elbette incelenmeli. Gelin buna bakalım:
Birincisi, çıkar ilişkilerinin devam etmesi. Beşli Çete, diğer parazitler, beş-altı maaşlı yüksek kademe bürokrasi, karnından mamaya bağlanmış olan yazar kasa basın tetikçileri, ballı kaymaklı nemalanan kitle bir yanda, tabanda bu çamur ilişkiler ortamında ufak yararlar elde eden, oğlunu-kızını bir yerlerde işe sokan diğer kleptokratik-nepotik ağ mensupları, durumlarının değişmesine hazır değiller. Menfaatlerini karşılamak tatlı ve bunun tümüyle bu rejimin devamına bağlı olduğunu da gayet iyi biliyorlar. Bu bahsettiğim parazitler, Erdoğan’ın kurduğu kleptokratik, nepotik, narkotik otokrasiyi devam ettirmeye kararlılar.
Seçimlerle iktidarda kalmaları olanaksız ve herkes bunu giderek daha fazla idrak ediyor. Ancak seçimler dışında alternatifleri olduğunun da farkındalar. Sonuçta seçimler Norveç’te yapılmayacak, Türkiye’de yapılacak. Köprünün altından epey su aktı ve rejim iyice konsolide oldu. Tüm kritik ve stratejik köşe başları tutuldu. MİT’ten YSK’ya, Anadolu Ajansı’ndan üst yargı organlarına, mahkemelerden ve hakimler/savcılardan bürokrasinin en kılcal damarlarına, polis teşkilatından bitirilmiş ama ele geçirilmiş askeriyeye kadar, aklınıza gelen hangi organ veya kurum varsa, mutlak surette Erdoğan rejiminin aparatı durumuna getirildi. Bu ciddi bir sorun. Çünkü seçimleri kazanma potansiyeliyle, seçimleri kazanmak, bu tür otoriter rejimlerde aynı şey değil. Erdoğan’ın masa başında seçimleri çalma ihtimali küçümsenmemeli. Bu olasılık kayda değer bir seviyede – ben açıkçası en az yüzde elli gibi bir şanstan bahsedebilirim.
Şimdi sadede geleyim.
Psikolojik üstünlüğü kaybeden Erdoğan, bu rejimi bir arada tutabilecek mi? Esas soru budur.
Gemiyi terk süreci başladı. Buna karşın dediğim gibi kritik momentuma henüz gelinmedi. Evet, Mehmet Şimşek ve Fatih Erbakan, eş zamanlı olarak Erdoğan’ı madara ettiler ve ciddi bir şok etkisi yarattılar. Ama bu daha her şeyin bittiği ve Erdoğan’ın havlu atmak üzere olduğu anlamına gelmiyor. Her şeyden önce düşünülmesi veya hesaba katılması gereken, Erdoğan’ın iktidardan gitme gibi bir lüksü olmadığı gerçeğidir. Erdoğan ve çetesi o kadar suça batmış durumdalar ki, iktidar kaybı demokratik hukuk devletlerindeki gibi bir güç transferinden ibaret olmayacak. Çok can yaktılar, hukukun, hatta mevcut anayasanın dışına çıktılar. Ve hatta anayasal devlet mimarisini yerle bir ettiler.
Şimdi iktidarı yitirmek demek, devr-i sabık olmak ve hatta yarattıkları anayasa dışı koşullarda yargılanmaları demek olacak. Çok büyük bir stres ve baskı altındalar.
Fakat seçimler yaklaştıkça süreç de değişebilir. Şöyle ki, gemiyi terk eden fareler artabilir. Bu durum kontrolü mümkün olmayan bir raddeye ulaşabilir. Bu seviyeden sonra rejimin bütünselliğini sağlayan bağlar rejimi bir arada tutamamaya başlayabilir. Eğer bu olursa, seçimleri çalmaları zorlaşacaktır. İzah edeyim:
En iyi konsolide olmuş otoriter rejimlerde bile, işleri sistem yürütmez, insanlar yürütür. Rejime ve liderliğe destek var oldukça her türlü abrakadabra imkânı vardır ve kullanılır, daha doğrusu kullanılabilir. Ancak kritik momentumdan sonra, eğer insanlar rejimin ve liderliğin devamından ümidi keserlerse, kendi dertlerine düşeceklerdir. Bu noktada herkes rasyonel hareket eder. Kimse kendisini riske atmak istemez. Bu kolektif bir algıdır. İnsanlar kolaylıkla havayı koklayarak bu raddeye gelinip gelinmediğini anlarlar. Özellikle de rejimde üst seviyede olanlar!
Seçim gecesi seçimi çalma girişimi eğer başarılı olacaksa, Erdoğan’ın adamlarını bir arada tutması gerekiyor. Mesele şu ki bu yetisini oldukça kaybetti. En yakınındaki çevre, ona yardım etse de, soru işaretler artıyor. B planları mutlaka yapılmıştır. Parmaklar start düğmesinde, bekliyorlar. O gece ne olacak? Evet, Erdoğan seçimi çalmaya çalışmak zorunda. Bunu deneyecek. Ama bunu kendi başına veya üç beş yakın kurmayıyla yapamaz. Sahada on binlerce adamın bu işi kotarmak için koordineli olarak çalışması lazım. Fakat herkesin aklında şu soru var: ya başaramazsak?
Evet, gemiyi zamanında terk etmek önemli! Kimse Erdoğan’ın ve rejiminin çöküşünün kendi sonu olmasını istemez. Bir maymun gibi, başka bir dalı tutmadan tutundukları dalı bırakmayacaklar. Ama her biri alternatif bir dal tutmaya başladı. İç bütünlük bozuluyor. Baş çakalın kocadığını gören diğer çakallar ihanete hazır, bekliyorlar. Muhalefetin başarı şansı arttıkça, bu süreç ivme kazanacaktır. Şimşek ve Erbakan’ın Erdoğan’ı refüze etmeleri alternatif arayanların sayısını arttırdı. Erdoğan’ın elinde yakın çevresindeki ve daha geniş çemberdeki adamlarını yeniden konsolide etmeye gücü ve takati yetecek mi?
Son perdeye geliyoruz. Duyduğunuz kurt, tilki ve çakal ciyaklamaları daha da artacak. Varoluş ve hayatta kalış ortamında ihaneti izlersiniz. Özellikle de böyle moral kaygısı ve hiçbir ideali olmayan, kuru çıkar ortamlarında! Bu gazetede ilk makalemde Matrix’e atıfla yazdığım gibi: “Başlangıcı olan her şeyin bir sonu vardır.” Erdoğan çaresiz.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***