Size bugün bizim mahalleden yazacağım. Ama sizin o hep bildiğiniz Ermeni mahallesinden değil. Geri dönemeyen zorunlu sürgünler mahallesinden. Kılıçdaroğlu’nun adaylığı açıklandıktan sonra bu mahallede en çok konuşulan konulardan biri bu.
Adaylık aslında sürpriz değildi dolayısı ile bizim mahallede bir beklenti zaten vardı ama adaylık açıklandığında yaşanan coşku, insanları herhalde daha bir gaza getirdi.
Yıllardır yasaklı olduğundan, korktuğundan, Erdoğan devleti tarafından İnterpol’e şikayet edildiğinden, hakkında saçma sapan yazılar yüzünden arama, yakalama kararı çıkan birçokları 15 Mayıs’a Türkiye’ye bilet avına çıktılar.
Sosyal medyada ve whatsapp gruplarında bile konuşulur oldu.
Bana da soranlar var tabii.
Mayıs sonu Yeşilköy’de Eleos’ta rakı’ya çağıranlar, adaya, Moda’ya (inadına yazıyorum yoksa Moda yok işin içinde) Karaköy’de balık sefaları sözleri havalarda uçuşuyor.
Bu nostalji ve davetler ile yüksek moral ve motivasyon çok heves ediyor insanı tabii, ama gel gör ki ben bu konularda hep biraz ikircikli yaklaşıyorum.
En son haya kırıklığımı, ARTI TV yeni kurulduğunda Muharrem İnce’nin Cumhurbaşkanlığı adaylığı ile yaşamıştım. Çalışma arkadaşlarım ve o dönem Avrupa’ya çıkmış birçok tanıdık dönüş planları yaparken, hatta ve hatta bilet alırken ben ‘Rum’a ‘Ermeni’ye laf edip de oy toplamaya çalışanlara güven olmaz diye düşünüyordum.
Öyle de oldu.
HAVA VE CİVA
İnce hava cıva çıktığı gibi sonrasında daha da kötü oldu her şey. Şimdi aynı hava yok tabii. Siyasetçilerin de geçmişten ders aldığını varsayarsak ki Türkiye’de buna inanmak biraz güç, ortam ve enerji biraz farklı geliyor olabilir içeriden.
Normaldir, umutlanmasak ne devrim ne de değişim hiçbir zaman olmayacak. Ne demişti Bulutsuzluk Özlemi “Bir umuttur yaşatan insanı, aldım elime sazımı”.
Ben saz çalmayı bilmem ama benim sazım şu an okuduklarınızı yazan klavye.
Neyse konumuza dönelim.
Daha önceki hayal kırıklıklarının bende yarattığı ‘bekle gör’ taktiğini gütmekteyim. Bekliyorum. Şu andaki baskıcı ortam değiştiğinde, dikta ve baskı bittiğinde siyaset kadar bürokrasinin ve yargının da birdenbire olumlu havaya doğru kayabileceğini farkındayım.
Hani Kılıçdaroğlu seçildikten hemen sonra her şey değişip, KHK’lılar, yok yere yargılanması için tutsak edilen insanlar serbest kalabilir.
Bunun için geçiş dönemi beklenmeyebilir ve yargı ve bürokrasi kendi kendine sistemin değişmesini beklemeden kendi kendine yön değiştirebilir. Doğrudur.
Baskıdan ve diktadan korkanlardır belki de bugün çürümüş sisteme hizmet edenler. Korktukları için hizmet ediyorlardır belki.
O yüzden değişim belki de çok yakınımızda.
Umarım öyle.
Öyle olsun…
NORMALİZASYON
Kamuoyunda bu doğrudan kayış örneğini daha önce Türkiye Ermenistan normalleşme sürecinde de yaşamıştım. Sanki sınır hiç kapalı değilmiş gibi Abdullah Gül ve Serj Sarkisyan birlikte maç seyrederken Ermenistan sokaklarında Türklerle yemek yiyenler, Türkiye’den doğrudan Ermenistanla ticarete başlayanlar vardı.
30 sene işlemeyen bürokrasi hiç olmadığı kadar yakınlaştı o dönem.
Ama balon çabuk söndü.
Normalizasyon rafa kalktı, insanlar yine oldukları pozisyonlara geri döndüler.
Hem iç hem dış siyasetten yaşadığım döneme ait iki izlenim ve deneyim paylaşmış oldum bu vesile ile.
İşte bu yüzden ben henüz bilet avına çıkmadım.
Bakmadım bile.
Aris Nalcı: 1998’de Agos’ta, Hrant Dink ve arkadaşlarıyla çalışmaya başladı. Haber müdürlüğü, editörlük ve yazı işleri müdürlüğü yaptı. İMC televizyonunda programlar sundu ve bir süre haber müdürlüğü görevini üstlendi. Aynı dönemde Türkiye’de azınlıklarla ilgili ilk program olan Gamurç – Köprü’nün editörlüğünü ve sunuculuğunu yaptı. Programa halen ARTI TV’de devam ediyor. Birçok sivil toplum örgütünde azınlık hakları ile ilgili çalışmalar yaptı, sergi ve raporlar hazırladı. 1965 kitabının editörlerinden biridir, Evrensel ve Kor yayınlarından çıkan Paramazlar adlı kitabın ise çevirmenidir.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***