“Toplumun bütün isteklerini karşılayabilecek tek hükümet biçimi, bütün halkın yönetime katıldığı hükümettir; en küçük kamu görevine olsun katılım yararlıdır; her alandaki katılma, toplumun genel gelişme düzeyinin elverdiği ölçüde geniş olmalıdır. Bir tek küçük kentten daha büyük bir toplumda, kamu işlerine herkes kişi olarak katılamayacağı için, bundan mükemmel bir hükümetin ideal türünün temsili hükümet olacağı sonucu çıkmaktadır.”
John Stuart Mill
Bu haftaki yazımda Halkların Demokratik Kongresi’ne ve ülkenin son siyasal durumuna değinmeye karar verdim.
28- 29 Ocak günlerinde Halkların Demokratik Kongresi Konferansı İstanbul Sergi Salonu’nda “Umuda Yolculuk” şiarıyla yapıldı. 28 Ocak günü kadın arkadaşlar kendi konferanslarını yaptı; 29 Ocak günü ise HDK’nin 12. Genel Meclisi ve eş sözcüleri belirlendi. Seçilen tüm arkadaşlara ve eş sözcülere hayırlı olsun. Bendeniz de Genel Meclis’e davet edildim. (Eh artık siz de çalışmalarda umarım bana yardımcı olmak istersiniz. Sizleri de bu meclise davet etmiş olayım.)
Konferansı özetlemek gerekirse, HDP’nin kuruluş dönemindeki renkli temsiliyetlere benzer katılım vardı. Konferansa HDK’yi oluşturan bileşenlere ait delegeler dışında, HDP vekillerinin ve yöneticilerinin güçlü katılımı fark ediliyordu. Neredeyse HDK’nin tüm konferanslarına katılmış biri olarak son yıllarda yapılan konferanslarda halkların ve bileşen temsilcilerinin azlığını fark ediyordum. 12. HDK Konferansı’na ise çok daha fazla bileşen temsilcisi ve halklar temsilcisi katılım gösterdi. Bu aslında seçim öncesi HDP’nin olası kapanma ihtimali açısından HDK’nin bu süreçte önemini artırdığının ve genel bir farkındalığın siyasi yapılarda da olduğunun göstergesidir.
SİSTEM SİYASETİ SIKIŞTI
Kongrenin genel konuşmalar bölümünde benim de konuşma yapmam istendi. Konuşmamda HDK’nin yapıldığı semtin bir zamanlar Ermeni toplumuna ait olduğunu, zaman içinde alındığını hatırlattım ve HDK’nın tarihsel yüzleşme açısından önemli bir alan yarattığını ve yaratması gerektiğini özellikle vurguladım.
Ayrıca HDK-DTK ve HDP’nin yapısını bir futbol kurgusuyla anlatmaya çalıştım. HDK – DTK’yi takımın kalesi, Bileşenleri savunması ve orta sahası takımın kanatları, HDP vekillerimizi de takımın forvetleri ve golcüleri olarak tasvir ettim.
Orta sahayı, savunmayı ve kaleyi sağlam tutmak futbolda çok önemlidir. Eğer orta saha ve kanatlar iyi çalışırsa golcülerimizden verim alabiliriz. Aksi takdirde golcülerimiz sadece bireysel çabalarla yetinebilirler. Bu tabii ki hayalini kurduğumuz çoğulcu siyasi anlayıştan uzak bir durum olur.
Hepimizin malumu, maçı yöneten hakem ve federasyon taraflı. Sürekli golcülerimize faul veriyor ve muhtemelen de bazılarını yakında oyun dışına atmak isteyecek. Bu yetmiyormuş gibi bir de gelirlerine el koyarak takımımızın güçlenmesini önlediğini sanacak.
Bizim takım orta sahada, HDP’nin kuruluşundaki coşkuya benzer bir şekilde yeni kadroları oluşturup, yeniden bir yapı oluşturma görevine dönmek durumunda. Bu nedenle HDK – DTK içindeki komisyonlar ve tüm çalışma alanları yeni dönemde çok ama çok daha önemli hale gelecek.
Hepimizin malumu sistem siyaseti tüm dünyada fakat özellikle ülkemizde ciddi anlamda sıkıştı. Bugün tek insan rejimini eleştiriyoruz. Bu anlayışı besleyen şey aslında çok daha öncesine dayanıyor. Bugün yaşadığımız bu rejim, ülkedeki siyaset yapma şekillerinin doğal bir sonucudur aslında.
Yeni siyasetçilerin kendilerini ifade etme alanı bulamaması ve sistem siyasetinin, yeni fikirlerin oluşmasına izin vermemesi demokratik meclis özlemimize vesile oldu. İktidara yönelik eleştirilere baktığımızda, aslında tüm muhalif yapıların eleştirilerinin nerdeyse ortak olduğunu görebiliyoruz. Ancak Altılı Masa’ya bakalım. Parti temsilcilerinin çoğunun birbirlerine benzer olduğunu ve hatta benzer partiler içinden geldiğini, dolayısıyla da yeni bir söz söyleyemediklerini görüyoruz. Bu manzara aslında, ülkedeki sistem siyasetinin çöktüğünü hepimize fark ettirmeli.
Geçen günlerde büyük bir basın açıklamasıyla kamuoyuna Altılı Masa’nın ‘Ortak Politikalar Mutabakat Metni’ duyuruldu. Metne bakıldığında aylardır ince çalışmalar yapılarak parti kurmaylarının ortaklaşa oluşturduğu bir metin olduğunu tahmin etmek güç değil. Baktığımızda İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere birçok eksiği olduğunu görüyoruz. Bir diğer taraftan toplantının tüm çabalara rağmen kitleler üzerinde heyecan yaratmadığı ortada. Bu aslında siyasetin sıkıştırılmış durumunun net bir kanıtı. Algılar ve topluma dayatılan yaklaşımlar artık yeni bir söz söyleme şansını çok az tanıyor.
Ülkede bulunan sistem yapıları muhalif dahi olsa, kısır döngü içinde algılarla, kurallarla sınırlanmış durumda. Özgürlükçü bir muhalif dahi olsa uygun beslenme kanalları olmadığından, yeni bir söz söyleme imkânı olmuyor.
ÜÇÜNCÜ YOL VE UMUDA YOLCULUK
Tam da bu noktada iyi çalışan HDK ve DTK’nın değeri öne çıkıyor. 3. Yol anlayışı çok önem kazanıyor. Bu sıkışan siyasi anlayışa alternatif meclisler anlayışı yatay örgütlenme ile oluşturulacak. Uzlaşma ve tabandan örgütlenen fikirlerin yansıması için bir yol haritası olacak kuşkusuz.
İki kutuplu bir siyasi anlayışın bizlere dayatıldığının sanırım hepimiz farkındayız. Ana muhalefet yapısı, alternatif başka seslerin muhalefet yapmasını istemiyor. İktidar ise tek bir muhalif yapıyla baş etmekten gayet memnun. Dengelerin değişmesi aslında yine benzer bir siyasi yaşamı bize dayatacak. Bu anlamda 3. Yol beklentisi olanların söz söyleyeceği ve partili olmadan da mücadele vereceği yapı aslında HDK ve tabii bölgede ise bana göre DTK’dır.
Bu hafta sonu, 4-5 Şubat tarihlerinde, İstanbul’da Demokratik Cumhuriyet Konferansı yapılacak. Bu konferansın, Üçüncü Yolun inşası üzerine tarihi bir konferans olacağını tahmin ediyorum. Meselenin seçimlere endeksli olmadığını, bu yozlaşmış sistemden nasıl çıkılacağının belirlenmesi adına önemli tarihi bir dönemeçte olduğumuzu görüyoruz. Gelecek umudumuzun başkasının eliyle gelmeyeceğini de artık hepimizin bilmesi gerek.
YOLSUZLUK ALGI ENDEKSİ
Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün açıkladığı verilere göre Türkiye Yolsuzluk Algı Endeksi’nde 96. sırada. Birçok Afrika ülkesinden daha kötü durumdayız. Rapordaki yolsuzlukların siyasi otoriteyle bağlantısına da vurgu yapılıyor. Türkiye’nin demokrasi ve hukukun üstünlüğü için kuvvetler ayrılığını gerçekleştirmesi gerektiği belirtiliyor. Ayrıca yolsuzluğun kovuşturulmasında nüfuzun kötüye kullanılmasını önlemek amacıyla daha güçlü bir yasal çerçevenin yanı sıra, kurumsal yolsuzlukla mücadele çerçevesinin de oluşturması gerekiyor. Dolayısıyla bu raporun gerçekliğinin günlük hayatımızdaki izdüşümlerini düşünürsek bizlere çok şey ifade ediyor. Tüm bu hak kayıplarını yaşamak zorunda değiliz. Bu nedenle artık yeter demek için demokrasi mücadelelerine el verelim.
Murad Mıhçı: Ermeni yazar, siyasetçi, aktivist. 1975’te İstanbul’da doğdu. 2010’da Eşitlik ve Demokrasi Partisi Parti Meclis üyesi oldu. 2014’te İstanbul Halkların Demokratik Partisi İl yönetiminde görev alıp basın sözcüsü görevini yürüttü. 2015 yılında yapılan 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde HDP İstanbul 1. Bölge Vekil adayı oldu. 2016 ve 2017 ‘de Halkların Demokratik Partisi 2 Kongresi’nde Parti Meclis ve Merkez Yürütme Kurul üyesi görevlerini üstlendi. Halklar İnançlar ve Genişleme Komisyonlarında çalışma yürüttü. Turnusol, Agos Gazetesi (misafir yazar), Demokrat Haber’de yazarlık yaptı. ”Yeniden İnşa Et ” kitap yazarlarından.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***