YORUM | M. NEDİM HAZAR
Potsdam’daki Alman Yerbilimleri Araştırma Merkezi’nden (GFZ) bir bilim insanı Marco Bohnhoff. Diyor ki, “Depremin ne zaman olacağını bilemeyiz ama nerede ve kaç şiddetinde olacağını bilmek mümkün..”
Ve daha pek çok şey söylüyor Bohnhoff.
Başta Zeit Online olmak üzere Der Spiegel de dahil pek çok yayın organı röportaj yapmış onunla.
Ve maalesef söylediği şeyler iç açıcı değil.
Eminim Türkiye’deki pek çok deprem uzmanı da Alman meslektaşlarının dediklerini söyledi ve hala söylüyor. Naci Görür Hoca gibi.
Ne yazık ki başta siyasetçiler olmak üzere kimsenin işine gelmiyor bu gerçeklerle yüzleşmek.
Onun yerine yokmuş gibi davranmak daha kolay geliyor bize.
Hemen her meselede öyle değil miyiz?
Pandemi belasının ilk günlerinde yokmuş gibi davranmadık mı?
Medya şebeği “Türklere bulaşmaz bu” diyen doktordan tutun da, Sağlık Bakanına kadar herkes günlerce, haftalarca Corona diye bir salgın yokmuş gibi davrandı ne yazık ki!
Kürt meselesi yokmuş gibi davranırız, ekonomik kriz yokmuş gibi davranırız, enflasyon, işsizlik yokmuş gibi davranırız.
Bir sonraki adımda ise problemin kendisi ile değil rakamlarla uğraşırız.
Pandemide vaka sayısı, ölü sayısını hiçbir zaman doğru bildirmedik. Dünya Sağlık Örgütü yardımı ölü ve vaka sayısına göre yapacağını açıklayınca birden bir mucize oldu ve vakalar bir günde yüz kat arttı.
Enflasyon rakamlarının yalan olduğu artık yandaşlar da biliyor.
Die Zeit’ten Ulrich Schnabel’in yaptığı sarsıcı söyleşiyi özetlemek isterim.
Bohnhoff’un şu vurucu cümlesi ile başlayalım:
“Büyük bir deprem çok fazla veri sağlar. Ve bir depremin fiziği her yerde aynı olduğu için, bu tür verileri, ister İstanbul bölgesi ister Kaliforniya’daki San Andreas Fayı olsun, depreme eğilimli diğer bölgelerin verileriyle karşılaştırabilirsiniz. Büyüklüğü 7.8’e ulaşan mevcut deprem, genellikle çok sayıda artçı şok üretiyor. Ana araştırma alanlarımızdan birinde, örneğin tahmin veya erken uyarı için kullanılabilecek sinyallerin bulunup bulunmadığını soruyoruz.”
Marco Bohnhoff, Potsdam’daki GFZ Alman Yerbilimleri Araştırma Merkezi’nde çalışmakta ve İstanbul bölgesindeki Gonaf Gözlemevi’nin (Kuzey Anadolu Fayı Jeofizik Gözlemevi) başkanı.
Ve hemen arkasından soru geliyor:
“Önümüzdeki birkaç gün veya hafta içinde bölgede başka depremler bekliyor musunuz?”
Cevap: “Bazıları nispeten güçlü olan başka depremlerin olacağını rahatlıkla varsayabiliriz. Bu tehlikelidir, çünkü binalar ve altyapı ilk büyük sarsıntıda zaten hasar görmüştür, böylece artçı sarsıntılarda çökebilir ve kurbanların sayısını artırabilir.”
“Pek çok uzman, Türkiye’deki bir sonraki büyük depremin İstanbul bölgesinde olmasını bekliyordu. Suriye ile sınır bölgesinde yerin sarsılmasına şaşırdınız mı?” sorusuna ise şöyle cevap veriyor:
“Hayır, şaşırmadık. Türkiye, Avrasya ve Arap tektonik levhaları arasında bir kama gibi yer almaktadır. Ve birkaç fay bölgesi var. Kuzeyde burası, geçen yüzyılda benzersiz bir dizi depremle doğudan batıya doğru yırtılan Kuzey Anadolu fay zonu. İstanbul’da da titremesi an meselesi.”
Evet esas tehlikeli konuya geldik işte.
Muhabir hemen sorusunu soruyor:
“Şu anki deprem İstanbul’da böyle bir olayı “tetikliyor” olabilir mi?”
Bohnhoff sanırım pek korkutmak istemiyor, temkinli cevap veriyor buna:
Burada bir deprem olduğunu düşünmek istemiyorum…
“Bu çok meşru bir soru. Bunlar tektonik olarak farklı birimlerdir, doğrudan bir bağlantı yoktur. Ancak mevcut depremin, İstanbul’a doğru bir deprem için nihai itici gücü verebilecek yeniden yerleştirme süreçlerini tetikleyeceğini %100 göz ardı edemeyiz.”
Sonra bugüne kadar duymadığım ve bilmediğim için kendime çok kızdığım bir kelimeden bahsediyor Bohnhoff: Lagün…
Diyor ki;
“Şehir merkezi faydan sadece 25 kilometre uzaklıkta. İstanbul’un üzerinde bulunduğu zemin de birçok bölgede sağlam değil. Şehrin güneybatı kısmın, günümüzde kurumuş olan eski bir lagünün üstüne inşa edilmiş durumda.”
Peki nedir bu Lagün?
Cevap sözlükten: “Kıyı set gölü veya denizkulağı da denir. Dalgalar tarafından oluşturulan kıyı birikim şekillerindendir. Oluşumunda, kıyı akıntılarının da etkisi vardır. Kıyılardaki koyların ve girintilerin ağız kısımlarının dalga biriktirmesiyle oluşan kıyı kordonları ile kapanması sonucunda meydana gelirler. Lagünler genellikle kıyı lagünleri ve atol lagünleri olmak üzere iki gruba ayrılır. Karışık kum ve çakıl kıyılarında oluşur. Kıyı lagünleri olarak sınıflandırılan su kütleleri ile haliç olarak sınıflandırılmış su kütleleri arasında bir çakışma vardır. Lagünler dünyanın birçok yerinde ortak kıyı özellikleridir.”
Yani yeryüzünün en çürük zemini. Ve İstanbul’un önemli bir kısmı böyle bir zeminin üzerine inşa edildiği yetmiyormuş gibi, eksik ve çürük malzemelerle yapılmış neredeyse tamamı denetimsiz binalar.
Ancak muhabir deprem uzmanının kaçak güreşmesinin önünü kesmek istiyor:
“Yaklaşık on yıl önce, Birleşmiş Milletler tarafından yaptırılan bir araştırma, Marmara Denizi’nin altındaki büyük bir depremin 90.000’e kadar can kaybına (Bence gayet iyimser bir tahmin) yol açabileceği ve bunun on katını evsiz bırakabileceği sonucuna vardı. Bu tahmin hala geçerli mi ve İstanbul bugün bu tehlikeye ne kadar hazırlıklı?”
“Bir yandan, şehir o zamandan beri büyümeye devam etti ve bu da savunmasızlığı artırıyor. Öte yandan, İstanbul’daki inşaat düzenlemeleri sıkılaştırıldı ve şimdi Japonya veya Kaliforniya’daki kadar katı. Sorun şu ki, binaların yüzde 70 ila 90’ı eski oldukları için bina standartlarını karşılamıyor. Yıllardır onu iyileştirmek için büyük çabalar sarf edildi – ancak her şey, lojistik ve mali açıdan inanılmaz derecede zahmetli. Prensip olarak böyle bir şehir depreme karşı tam olarak korunamaz. Alıntıladığınız BM çalışmasından elde edilen rakamlar muhtemelen hala geçerlidir.”
Soru: İstanbul için risk ne kadar yüksek?
Bohnhoff: “Modeller, önümüzdeki 30 yıl içinde büyük bir depremin – yediden büyük – meydana gelme ihtimalinin yüzde 35 ila 70 olduğunu tahmin ediyor. Bu kulağa belirsiz gelebilir, ancak bina standartlarının binaların güvenliğini tanımlaması açısından önemli bir bilgidir. Hedefimiz elbette kısa vadeli tahmin için daha çok araştırma yapmak.”
Tam bu noktada size başka bir araştırmadan bahsetmek isterim.
GFZ German Research Centre for Geosciences (Deutsches GeoForschungsZentrum GFZ) yani Alman Yerbilimleri Araştırma Merkezi’nin deneyimli ismi Patricia Martinez başkanlığında epey kalabalık bir ekibin (Aralarında Marco Bohnhoff da var) 2019 yılında rapor ettiği bir araştırma.
Maalesef bizim üniversitelerimiz neredeyse tamamen bitirildiği için bu tür önemli çalışmaları yabancı ülkedeki bilim insanları yapıyorlar.
Her neyse, rapor özetle şöyle diyor:
“Yaklaşık 50 gündür Türkiye’nin kuzeybatısındaki Doğu Marmara bölgesinin güney kıyısı boyunca 62.5 m derinlikte kaydedilen büyük bir geçici gerinim ölçer sinyalini analiz ediyoruz. Bu bölge, İzmit kırığı ile Marmara sismik boşluğu arasındaki gerilim transfer geçişini temsil etmektedir.”
“Çınarcık fayında bulunan bir sondaj deliği gerinim ölçer istasyonu ESN1’in kayıtları, dört gerinim ölçerin ham verilerinde görülebilen belirgin bir gerinim sinyali ortaya çıkarmıştır (Şekil S1). ESN1 istasyonunun yakınında gözlemlenen sinyali etkileyen potansiyel antropojenik gürültü kaynaklarını hariç tuttuk (Şekil S3) ve gerinim ölçer kayıtlarında hiçbir mevsimsellik gözlemlenmedi. Bu gözlemler, kayıtların yağış, sıcaklık veya deniz seviyesi değişikliklerinden önemli ölçüde etkilenmediğini göstermektedir.”
Buraya almadım ama Marco Bohnhoff’un die Zeit röportajında bahsini ettiği “emare fenomeni” tam da bu sanırım.
Yapılacak şey –bilimsel olarak- belli aslında; yağışı, denizin sıcaklığını ve yüksekliğini sürekli ölçerek kontrol etmek.
Yazıyı Heidrun Kopp’un şu önemli uyarısıyla bitirelim: “1939 yılından beri fay hattı boyunca depremlerin doğudan batıya doğru hareket ederek İstanbul’a gittikçe yaklaştığını gözlemlendiğini biliyoruz.”
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***