Depremin en ağır vurduğu illerden Hatay’da kentin en büyük binalarından biri depremi hafif çatlaklarla atlattı. Yıkılan 14 asırlık Habibi Neccar Camii’nin karşısındaki dört yıllık The Museum Hotel’in nasıl ayakta kaldığını mimarı Emre Arolat anlattı.
Sanatatak‘tan Ayşegül Sönmez’e konuşan mimar Emre Aralot, “Proje ekibinin tasarım aşamasında ortaya koyduğu mesleki sorumluluk bilincinin yanında vurgulanması gereken bir diğer önemli konu da yapının inşa sürecinde imalatın ve belki de bundan daha önemlisi, teknik kontrollerin titizlikle yapılmış olması” dedi.
Emre Arolat, “The Museum Hotel Antakya yapısı pek çok diğer proje gibi konumlandığı coğrafyanın doğal, fiziksel, iklimsel, sosyal, kültürel, tarihsel, demografik, ekonomik ve politik verileri üzerinden şekillendi. Bu coğrafyanın en belirgin özelliklerinden olan deprem gerçeği de ilk aşamadan itibaren gündemde tutulan başat bir unsur olarak yapının cisimleşme sürecinde tasarımın önemli ölçütlerden birine dönüştü” diye konuştu.
Zemin etüdünün bulgularının ayrıntılı bir biçimde değerlendirildiğini belirten Arolat, “Yapının ana taşıyıcıları mevcut zeminin metrelerce altındaki sağlam zemine oturtuldu. Bu işlemler sırasında arazide bulunan tarihi kalıntıların bütünüyle korunması da çok önemli bir diğer ölçüttü. Yapının taşıyıcı sistemi büyük oranda çelik strüktür olarak tasarlandı ve imalat çok ciddi bir mühendislik hizmeti alınarak gerçekleştirildi” ifadelerini kullandı.
‘TEKNİK KONTROLLER TİTİZLİKLE YAPILDI’
Arolat, şunlara dikkat çekti:
“Bu tür yapıların deprem anında salınım yaparak sarsıntının yıkıcı etkisini sönümlendirmesi ve böylelikle bertaraf etmesi öngörülür. Müze Otel yapısı da meydana gelen bu felaket sırasında teknik olarak hayli olumlu bir performans gösterdi ve gözle görülür, kayda değer bir hasar almadı. Depremin bu denli büyük bir tesir oluşturmasına karşın olay sırasında içinde bulunanların tümünün salimen ve kontrollü bir şekilde dışarı çıkabilmesine olanak verdi. Yapı daha sonrasında da tedbir amaçlı olarak tamamen boşaltıldı. Proje ekibinin tasarım aşamasında ortaya koyduğu mesleki sorumluluk bilincinin yanında vurgulanması gereken bir diğer önemli konu da yapının inşa sürecinde imalatın ve belki de bundan daha önemlisi, teknik kontrollerin titizlikle yapılmış olması.”
“Bugün kullanılan evrensel teknik bilgi dağarcığı ve yüksek teknoloji sayesinde, yapım maliyeti de göz ardı edilirse, yeryüzünün her noktasında ve her koşula dayanıklı yapılar inşa etmenin teorik olarak mümkün olduğu söylenebilir” ifadelerini kullanan Arolat, “Ancak yine de ortada çok ayrıklı bir durum olmadığı sürece kişisel olarak bu tür iddiaları çok da anlamlı bulmadığımı söylemeliyim. Bir yapının ya da daha geniş çerçevede bir yerleşkenin, hatta daha da büyük ölçeğe çıkalım, herhangi bir yerleşim biriminin çok özel haller dışında zemin ve depremsellik anlamında sorunlu bölgelerde konumlanmasını doğru bulmadığımı vurgulamak isterim. Bu çerçevede çok yönlü ve büyük ölçekten yapı ölçeğine kadar titizlikle ve katmanlı bir şekilde ele alınan kentsel planlamanın önemine bir kez daha dikkat çekmek gerekir” dedi.
Arolat şöyle devam etti:
“Çok genel bir tanımla, bir yapının yer alacağı konumun zemin ve depremsellik özelliklerine bağlı olarak tasarlanması ve bu çerçevede üretilmiş olan yönetmeliklere uyum sağlaması esastır. Ancak her şeyden önce yönetmeliklerde verilen tüm verilerin kabul edilmesi gereken en az değerlerden oluştuğu bilinmelidir. Herhangi bir yapının taşıyıcı sistem tasarımını yapan uzman mühendisin deneyimi ve öngörüsü ile bu konuda yapacağı yorum önemlidir. Bununla birlikte, taşıyıcı sistemin konfigürasyonu da çok kritik bir konudur. İmalat esnasında yapım detaylarına da dikkat edilirse, yapı kabul edilen yüklerin daha fazlasını rahatlıkla karşılayabilir. Belki tekrar olacak ancak bir kez daha hatırlatmak isterim ki bir yapının deprem anındaki performansı ile ilgili olarak ayrıntılı zemin etütlerine göre hazırlanmış olan taşıyıcı sistem tasarımı en kilit projedir ve hiçbir mimari fikir, deney ya da kapris taşıyıcı sistem tasarımına ilişkin prensiplerin önüne geçmemelidir.”
‘İSTANBUL İÇİN ZAMAN VERİMLİ KULLANILMADI’
Arolat’a “İstanbul da depremini bekliyor. Bu depremle tanık olduklarımız sayesinde bunu daha da çabuk bekler olduk ve ne zaman bunu konuşmaya çözüm bulmaya çalışsak sağlıklı binalarda oturmanın da binamızı sağlıklı hale getirmenin de maddi olarak imkânsız olduğunu idrak ediyoruz. Bu sizce de imkânsız mı? İstanbul’un depreme dayanması her birimizin sağ salim kalabilmesi imkânsız mı?” sorusu da yöneltildi.
Arolat’ın bu soruya yanıtı şöyle oldu:
“Bahsettiğin anlamda bütünsel bir imkansızlığa doğrusu hiç inanmıyorum. Bugünkü merkezi yönetim, 1994 ve 2019 yılları arasında, tam yirmi beş yıl İstanbul’u yönetti. Bütünüyle doğru değil ama, haydi diyelim ki hepimizi uyarması gereken Yalova ve Düzce depremleri 1999 yılında gerçekleşti ve daha öncesinde de deprem hiçbirimizin gündeminde değildi; yine de bu yönetimin kenti hazırlamak için en az yirmi yılı vardı. Üstelik bu süreç merkezi ve yerel yönetimin uyum içinde olduğu ve en azından uzunca bir süre halkın önemli bir bölümünün neredeyse kayıtsızca destek olduğu bir döneme rastlıyor. Bu zaman aralığı çok daha verimli ve bilimsel gerçekliklere uygun olarak değerlendirilseydi, çıkartılan yasalara, kanun hükmünde kararnamelere ve yönetmeliklere uyulsaydı, yasaların eksik kısımları tamamlanıp gereken düzenlemelerin tümü yapılsaydı, böylelikle evrensel tasarım, yapım ve denetim normlarına uygun bir imalat süreci yürütülseydi, bugün büyük bir deprem felaketi bekleyen İstanbul’un için söz konusu olan tehlikenin önemli bir bölümü bertaraf edilmiş olurdu. Hep söylerim, ilk olarak İhsan’dan (Bilgin) duymuştum ‘toplumsal suç ortaklığı’ tanımını. Kimse üzerine almak istese de bir gerçekliktir bu aslında. Acı ve fena bir gerçeklik.
Serbest Görüş:
Öte yandan kişisel olarak halen İstanbul’un öncelikli meseleleri arasında en önde geleninin bu olduğunu düşündüğümü söylemeliyim. Bu çerçevede daha fazla zaman kaybetmeden, geç kalındı, iş işten geçti demeden, kentin tüm katman ve dinamiklerini göz önüne alan bir dönüşüm planı yapılmalı. Kim bilir belki birazdan belki de on, ya da yirmi yıl sonra gerçekleşecek bu deprem. O zaman geldiğinde de bugünkü gibi hayıflanmayız hiç olmazsa…”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***