YORUM | ADEM YAVUZ ARSLAN
Eğer kurup büyüttüğümüz gazete ve televizyonlar, Erdoğan rejimi tarafından gasp edilip kapatılmasaydı bugünün manşeti “Kimse Yok” olurdu.
Çünkü dünkü tarihi depremin tarihe geçen ‘çığlığı’ buydu.
Hatırlarsınız,
Binlerce kişinin hayatını kaybettiği 17 Ağustos 1999 tarihli büyük Marmara depremi “sesimi duyan var mı?” çığlığı ile hafızalarımıza kazınmıştı.
Arama kurtarma ekipleri enkaz arasında hayat belirtisi ararken sık sık “sesimi duyan var mı?” diye çağrı yapmıştı.
Aradan yirmi yıldan fazla bir süre geçti ama o ifade hepimizin tüylerini hala diken diken ediyor.
Dün yaşadığımız büyük felaket ise tarihe kuvvetle muhtemel “burada kimse yok” çığlığı ile geçecek. Türkiye tarihinin en büyük felaketinden ilk 24 saatin sonunda hafızalara kazınan şey ulaşılamayan enkaz ve “Burada kimse yok” isyanı oldu.
DEVLETİN ÇÖKÜŞÜ
Pazartesi sabahı yerel saatle 04:17’de yaşanan Kahramanmaraş Pazarcık merkezli deprem gerçekten de eşi benzeri görülmemiş bir felakete neden oldu.
Deprem, hem gece hem kış hem de 7.8 gibi korkunç bir güçle gelince yıkım daha da büyük oldu.
Yaklaşık 14 milyon insanın yaşadığı toplam 10 ili etkileyen bu felakette binlerce bina yıkıldı. Felaketin ilk 24 saati geçtiğinde ölü sayısını tahmin etmek bile mümkün değildi.
Şehirler, yollar, hastaneler, AFAD merkezleri, doğalgaz ve elektrik gibi altyapı tesisleri çöktü.
Bırakın köyleri binlerce kişinin yaşadığı şehirlerden haber alınamadı.
Hatay gibi hem deniz ulaşımı olan hem de iklimi daha yumuşak bir şehre yardım ekipleri neredeyse 24 saat boyunca ulaşamadı.
Çünkü o çok övünülen duble yollar paramparça oldu.
Yeni yapılan havalimanının pisti kırıldı. Çok iyi olduklarını iddia ettikleri ‘beton lobisi’nin aslında çok da iyi olmadığı aksine orada da büyük hırsızlıkların yapıldığı acı şekilde görüldü.
Erdoğan rejimi tüm propaganda aparatlarıyla birlikte “her şeye hakimiz, ulaşılmadık enkaz kalmadı” dese de sosyal medyaya her yerden “burada kimse yok, yardım yok, kurtarma yok” mesajları yağdı.
Nasıl ki “sesimi duyan var mı?”çığlığı 17 Ağustos depreminin sembolü haline gelmişse “Burada kimse yok” isyanı da bu depremin simgesi oldu.
Kısacası devlet bir bütün olarak depremle birlikte çöktü.
ŞİMDİ ZAMANI DEĞİL AMA…
Acı çok taze, felaket çok büyük.
Önceliğimiz de yardım çalışmaları olmalı. Zamanla yarışılıyor ve her dakika kritik öneme sahip.
O yüzden şimdi ne Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sadece AKP’li belediye başkanlarını arayıp geçmiş olsun demesini ne Ömer Çelik’in “Cumhur İttifakı olarak sahadayız” şeklindeki tuhaf açıklamasını ne de Aktrollerin deli saçması komplo teorilerini ya da AFAD sisteminin yetersizliğini konuşacak değiliz !
Yepyeni binaların, yolların, hastanelerin nasıl çöktüğünü de yakın bir gelecekte mutlaka konuşacağız.
Ancak şu anda acil olarak gündemde tutulması gereken bir şey var; sahada neden kimse yok?
Depremden hemen sonra enkazın başında olması gereken kurtarma ekipleri nerede? Türkiye gibi sık sık deprem olan bir ülkede neden sanki böyle bir felaketle ilk kez karşılaşılıyormuş gibi davranıldı?
Düşünebiliyor musunuz; yaklaşık 14 milyon insanın yaşadığı, 6 binden fazla binanın çöktüğü bir alanda kurtarma ekibi olarak -gönüllüler dahil- 14 bin kişilik kurtarma ekibi vardı. Basit bir hesapla enkaz başına 2,3 kişi düştü.
Hal böyle olunca da Hatay’ın, Adıyaman’ın ve Maraş’ın bir çok ilçesinde hiç kurtarma ekibi görülmedi.
Hem enkazdan çıkabilen mağdurlar hem de yakınlarına yardıma koşan insanların hepsi haklı olarak “Burada hiçbir kurtarma ekibi yok, kimse yok” diye isyan etti.
Enkaz altında yakınları olanların kendi imkanlarıyla vinç kiralayıp kendi elleriyle sevdiklerine ulaşmaya çalıştıklarını bile gördük. Bölgeye ulaşan milletvekilleri yaptıkları açıklamalarda devletin sahada olmadığını anlattılar.
Gerçi bu arada Erdoğan rejimi sözcüleri ve medyası devletin tüm bölgeye hakim olduğu, her enkaza ulaşıldığı, hatta dış yardıma bile ihtiyaç olmadığı yönünde algı çalışması yapıyordu.
Oysa ki bu esnada sosyal medya enkaz altında soğuktan ölen bebeklerin haberleriyle çalkalanıyordu.
Peki ama ne oldu?
O çok övündükleri AFAD sistemi neden iflas etti? 1999 depremi ile başlatılan ve 2021 yılına kadar devam eden deprem vergilerinden toplanan paralar nereye gitti?
83 milyar dolar nereye harcandı?
Daha geçen yıl yapılan ve dünkü depremde yerle bir olan o gösterişli ‘rezidans’lara kim izin verdi, ruhsatını kim onayladı, denetlemesini kim yaptı?
Teorik olarak 9 şiddetinde depreme dayanması gereken havalimanı pistleri, yollar nasıl parçalandı?
Depremzedeye çadır ve gıda tedarik etmesi gereken Kızılay’ın, Amerika’da gökdelen yapması için, Bilal Erdoğan’ın vakfına ‘bağışladığı’ milyonların hesabını kim soracak?
Soruları uzatmak ve çeşitlendirmek mümkün.
Hemen ‘şimdi bunların sırası değil’ demeyin. Aksine tam sırası. Çünkü enkaz altında binlerce insan var ve devlet çöktü. Yardım bekleyen insanlar “AFAD yok, devlet yok, kurtarma yok, burada KİMSE YOK” diye isyan ediyor.
Kimse “deprem çok büyük, mevsim kış, alan çok geniş” gibi bahanelerin ardına sığınmasın.
Dünkü depremde çöken sadece binalar olmadı. Erdoğan rejimi kurumlarıyla birlikte çöktü. Şimdi bu soruları soralım ve sorumlular hesap versinler ki yeni felaketler olmasın.
Bir ülkede hukuku askıya alır, denge-denetleme sistemlerini iptal eder, her şeyi bir kişinin iki dudağı arasından çıkacak talimata bağlarsanız bunlar olur.
Yolsuzluk norm haline gelirse, devasa binalar kağıttan kaleler gibi çöküverir.
Deprem için toplanan vergiler hortumlanırsa, felaket gelince de en fazla camilerden sela okutursunuz.
Medyaya çöker, hepsini Saray’a bağlarsanız deprem haberleri de iktidarın propaganda açıklamaları ile sınırlı kalır, halk bilgi almak için sosyal medyaya bakar.
Uzun lafın kısası şu; binlerce insanın katili yolsuz-hukuksuz-beceriksiz ve en önemlisi kötü niyetli yönetimdir.
Bu gerçeği kayda geçip gereğini yapmazsak daha önce olduğu gibi hiçbir ders alınmaz ve biz ancak ‘önümüzdeki felaketlere’ bakarız.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***