Eski CIA Başkanı ve ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun kitabının değerini artıran bir husus şu: Bu tür kitaplar genellikle “hayalet yazar” denilen başka biri tarafından yazılır. Bu yazar, meşhur kişiyle uzun mülakatlar gerçekleştirir, sonra bunları kitap formatında hazırlar. Pompeo’nunki öyle bir kitap değil, çünkü kendisi Harvard’ın prestijli hukuk dergisinde (Harvard Law Review) editörlük yapmış biri, yani eli kalem tutuyor, bu konuda başkalarının yardımına ihtiyacı yok… Bu husus, kitaptaki bilgilerin sahiciliğini güçlendiriyor.
Pompeo’nun hedefi, önümüzdeki seçimlerde Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adayı olmak. Bu kitapla o seçim kampanyasına bir nevi start verdi. Ana mesajı şu: “Trump’la çalışmak kolay değildi, ama bazılarının yaptığı gibi kişisel kariyer kaygısıyla kaçmadım, sonuna kadar kalıp ülke çıkarları için inandığım şekilde mücadele ettim.” Pompeo’nun başkanlık hedefini gerçekleştirebilmesi, özellikle de Trump’ın adaylığını açıklaması sonrası şimdilik pek de kolay gözükmüyor. Yine de başkanlık seçimini cumhuriyetçilerin kazanması halinde ABD Yönetiminde kritik bir pozisyona getirilme ihtimali yüksek isimlerden biri olarak gösteriliyor.
Kitapta yer alan iddialara ilişkin Erdoğan hükümetinin yaptığı yalanlamalar ciddiye alınmadı, gördüğüm kadarıyla Pompeo’yu hiç sevmeyen Amerikan sol basını bile Erdoğan rejiminin yalanlamalarını haber yapmadı. İlk yazıda belirttiğim gibi, bu kitap özünde Türkiye hakkında değil, zorlu bir kampanya sürecine hazırlanan Pompeo’nun durduk yere kendisini riske atacak şekilde Ankara’da yaptığı görüşmelere ilişkin hilâf-ı vâki beyanda bulunacağını kimse beklemiyor. Bu toplantılarda ABD tarafında pek çok başka yetkili de bulunuyordu, bunlardan birinin (Pence’in) başkanlık yarışında rakibi olma ihtimali de var. ABD seçimlerinde oy getiren, götüren hararetli tartışmalar listesinde Türkiye’yle ilişkiler ilk yüze bile giremez.
ABD, ÇİN’LE İKİ YIL İÇİNDE SAVAŞACAK MI?
Nitekim kitap yayınlandıktan sonra ABD medyasındaki yaşanan tartışmalarda Türkiye’yle ilgili kısımlar neredeyse hiç gündeme gelmedi. Pompeo kitabı yayınlandıktan sonra gördüğüm kadarıyla üç kanala (Fox TV, CBS, Breitbart News) çıktı, üç mülakatta da Türkiye’yle ilgili kendisine hiçbir soru sorulmadı. ABD kamuoyunun kitapta ilgisini çeken asıl konular, iç siyasete bakan yönüyle Trump’ı fazla eleştirmekten kaçınması, hatta yeri geldikçe takdir cümlelerini ihmal etmemesi ve Trump yönetimi içindeki güç kavgaları (ABD’nin BM nezdindeki Büyükelçisi Nikki Haley’in Başkan Yardımcılığı koltuğuna kendisi geçmek için Mike Pence’i gizlice görevden aldırmaya uğraşması), dış politikada ise Kaşıkçı cinayeti, Kasım Süleymani suikasti ve Çin Devlet Başkanı Xi Jinping hakkında yazdıkları gibi gözüküyor.
Kitabın yayınlanmasından bir kaç gün sonra, ABD Hava Kuvvetleri’nde Hava Hareketlilik Komutanı olarak görev yapan Orgeneral Michael A. Minihan imzalı ordu iç yazışmasında ABD ile Çin arasında 2025’te bir savaş çıkma ihtimalinden bahsedilmesi basına sızdı. Minihan “Umarım yanılıyorumdur. İçimden bir ses 2025’te savaş çıkacağını söylüyor” ifadelerini kullandığı notta, astlarına savaş için hazırlıkların hızlandırılması gerektiği uyarısında bulunuyor. Minihan notunda hem Tayvan’da hem de ABD’de 2024 yılında başkanlık seçimleri yapılacağı için ABD’nin “dikkatinin dağılacağını” ve bu sayede Xi Jinping’in Tayvan’a karşı harekete geçme fırsatı bulacağını söylüyor. Hava Hareketlilik Komutanlığı’ndaki tüm komutanlara gönderilen notta, Çin savaşına hazırlanmak için yapılan önemli çalışmaların 28 Şubat’a kadar Minihan’a bildirilmesi emrediliyor. Notta ayrıca ABD’nin Çin’le olası bir çatışmasında düşman savunma sistemini boğmak için “toplu İHA akınları” yürütülmesinin de planlanması, “tek bir uçaktan 100 adet İHA göndermeye” hazır olunması emrediliyor.
Bu ifşaat, Pompeo’nun kitabındaki Çin’le ilgili bölümleri daha fazla öne çıkardı. Minihan’ın görüşlerine temelde katıldığını açıklayan Pompeo, Jinping’e kitabında ağır eleştiriler getiriyor. Çin Devlet Başkanı’nın Trump’la bir görüşmesinde kendisini hedef tahtasına oturtarak görevden alınmasını sağlamaya çalıştığını aktarıyor. O telefon görüşmesi sonrası Pompeo’nun Beyaz Saray’da katıldığı ilk toplantıda Trump’ın “Şunu bilin ki, Xi bu adamdan (Pompeo’dan) nefret ediyor. Mike, hepimizi, ticaret anlaşmamızı riske atıyorsun. Artık dur, Tanrı aşkına!” dediğini aktarıyor. Pompeo “bunun üzerine artık Xi’yi ve Çin Komünist Partisi’ni ölümcül yalanları için övmeyecek olsa da bir süreliğine sessiz kalmazsa koltuğunu kaybedebileceğini” anladığını yazıyor.
Görüldüğü üzere hararetli tartışma konularının arasında Türkiye bulunmuyor. Hal böyleyken Pompeo’nun hiç ihtiyacı yokken Türkiye’ye ilişkin rahatlıkla yalanlanabilecek hikayeler uydurmuş olduğu düşünülmüyor. Diğer yandan Washington’da Türkiye’yle ilgili kimi çevrelerde şu yorumun yapıldığı belirtiliyor: Aslında Biden ve Erdoğan hükümetleri arasında şimdi de benzer çarpıcılıkta ayrıntılar içeren hadiseler yaşanıyor, Biden’ın süresi dolup ilgili yetkililer görevlerinden ayrıldıklarında yazacakları anı kitaplarında yer alacak epey malzeme birikiyor. Kitaptaki pek çok başka husus için Pompeo’yu yerden yere vuran Demokratların kendisiyle hemfikir olduğu ender konulardan birini Erdoğan rejimine yönelik eleştirileri oluşturuyor.
15 TEMMUZ: SÖZDE “DARBE”
Kitapta 15 Temmuz’a ilişkin özel bir bölüm bulunmamakla birlikte Pompeo bir kaç yerde sözkonusu darbe girişimini nasıl gördüğüne dair açık ipuçları veriyor. Pompeo 15 Temmuz sonrasında Türkiye’nin yörüngesinde köklü bir değişim yaşandığına dikkat çekiyor: “Türkiye, Batı ile sıkı bir uyum sağlamak için her türlü teşvike ve bunu memnuniyetle karşılayacak, bundan fayda sağlayacak da bir halka sahiptir.” Fakat ilişkilerde işler yolunda gitmemektir çünkü “2016’daki sözde ‘darbe’den bu yana Erdoğan tam anlamıyla İslamcı-otoriter bir çizgiye büründü.”
Pompeo CIA’deki koltuğuna oturduğunda 15 Temmuz 2016’nın üzerinden altı ay geçmemişti, yani darbe girişimi o dönemde ABD-Türkiye ilişkilerinin ana gündem maddelerinden biriydi. Pompeo konuya ilişkin CIA’in en gizli raporlarını okumuş, bu konuda ilgili uzmanlardan detaylı brifingler almıştır. Şimdi kitabında ilk kez bu meşum hadiseden bahsederken, okuyucusuna, darbe girişimine ilişkin Erdoğan rejiminin anlattığı hikayenin doğru olmadığı anlamına gelen çok açık bir işaret veriyor. “Sözde darbe” derken sadece ikinci kelimeyi tırnak içine alıyor. Böylece başına koyduğu “sözde” sıfatının vurgusunu güçlendiriyor. Yani “15 Temmuz’da yaşanan hadiseler pek de ‘darbe’ değildi.” demiş oluyor.
Devam edelim: “Erdoğan, Kürtlere çok fazla yardım ettiğimizden veya Erdoğan’ın darbeyi planlamakla suçladığı sürgündeki din adamı Fethullah Gülen’i iade etmeyi reddettiğimizden şikayet etmek için sürekli Başkan Trump’ı aradı. Bence Obama yönetiminin bölgede gösterdiği – Irak’tan çekilerek IŞİD’in büyümesine imkan vermesi, Suriye’de (daha önce ilan ettiği) kırmızı çizgiyi uygulamaması, İran hegemonyasına kapı açması ve benzeri – zayıflıklardan dolayı Amerika’yı istismar etme cesaretini kendinde bulmuştu.” Burada ilk kez Gülen’den ismen bahsediliyor, “15 Temmuz darbe girişimini planlayan” değil “Erdoğan tarafından planlamakla suçlanan” diyerek önceki atıflarla uyumlu üslup korunuyor. Bu cümlenin yanına ilk yazıda bahsettiğimiz “kanunlara uygun şekilde ABD’de yaşayan” tanımlamasını koyduğumuzda Pompeo’nun Gülen’in darbe girişiminde herhangi bir rolü olmadığını düşündüğü ortaya çıkıyor. Çünkü bir NATO ülkesinin seçilmiş hükümetini gayrımeşru yollarla devirmeye çalışmak ABD yasalarına göre de suçtur ve ilgili ülkenin kanıtlarını ortaya koyarak iade talebinde bulunması halinde bunun yerine getirilmesini gerektirir.
Kitapta üçüncü ve son kez 15 Temmuz’dan bahsettiğinde Pompeo bir anekdot paylaşıyor: Kasım 2019’daki Trump-Erdoğan telefon görüşmesi sonrası Ankara’yı ziyaret eden ABD heyetine başkanlık eden Başkan Yardımcısı Pence’le birlikte Beştepe’ye geliyor. Erdoğan önce Pence’le kısa bir başbaşa görüşme yapmak istiyor. Bu görüşme yarım saatten fazla uzayınca Pompeo köpürüyor. Neden sinirlendiğini ise şöyle açıklıyor: “Pence’in, 2017 yılında CIA Başkanı olarak Türkiye’ye yaptığım ilk ziyarette izlemek zorunda bırakıldığım 2016 darbesine ilişkin üç saatlik videonun aynısına maruz kalmasından endişe ediyordum. Video o kadar uzun ve o kadar iğrençti ki bunu bir akıl sağlığı sorunu olarak değerlendirmiştim!”
Bu satırları ilk okuduğumda “Acaba yanlış mı anladım?” diye yeniden okuma ihtiyacı hissettim. Önce Pompeo’nun Türkiye’ye ilk ziyaretini neden gerçekleştirdiğini, gündemde o zaman neler olduğunu hatırlayalım: Trump koltuğuna oturalı daha kırk gün olmamıştır, 7 Şubat 2017’de Erdoğan’la 45 dk süren bir telefon görüşmesi gerçekleştirir. Anadolu Ajansı’nın haberine göre görüşmede Erdoğan’ın birinci gündemi 15 Temmuz darbe girişimin arkasında olduğunu iddia ettiği, “Fetö” dediği Gülen cemaatiyle mücadeledir, ikinci konu ise ABD’nin Suriye’de YPG’ye destek vermemesi isteğidir. Trump görüşmede bu talepleri detaylı olarak ele almak üzere kendisine CIA Başkanı Pompeo’yu göndereceğini söyler. Bunun üzerine 48 saat geçmeden Pompeo apar topar Ankara’ya gelir. Böylece Pompeo CIA Başkanı olduktan sonraki ilk dış ziyaretini Türkiye’ye yapar.
Düşününüz, 15 Temmuz’u organize ettiğini iddia ettiğiniz Gülen’in sürgünde yaşadığı ABD’de yeni bir başkan seçilmiş, siz yana yakıla Gülen’in iadesini istiyorsunuz, bunun için Washington’u ikna etmeye çalışıyorsunuz, yeni seçilen başkan da sizin meşrebinizden, yani popülist. Diyor ki “Hemen CIA Başkanımı gönderiyorum, onu ikna edin.” Muazzam bir fırsat… Normalde ne yapmanız beklenir? CIA Başkanı’nın önüne Gülen’in darbe girişimini nasıl organize ettiğini ortaya koyan tüm hassas bilgileri sermeniz. Ona bizzat elinizdeki belge ve kanıtları gösterip muhatabınızın zihnindeki olası istifhamları gidermek için ziyaretin her dakikasını verimli kullanırsınız.
Ama öyle yapmamışlar. Sanki ziyarete gelen ABD’li bir akademisyenmiş gibi adamı bir koltuğa oturtup üç saat süren 15 Temmuz propaganda videosu seyrettirmişler. İşin ilginci Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, basına verdiği demeçte kitaba tepki gösterirken Pompeo’nun böyle bir videoya maruz bırakıldığını yalanlamıyor. “O görüntüler darbenin nasıl başladığını ve Türk milletinin darbeyi nasıl yendiğini gösteriyor.” diyor. İyi de adam Ankara’ya darbe hakkında sizin görüşlerinizi anlatan bir belgesel izlemek için değil, darbede Gülen’in oynadığı role ilişkin kanıtları görmek üzere gelmiş.
Anlaşılan kanıt namına elleri o kadar boş ki, CIA Başkanı’na propaganda videosuyla tesir edebileceklerini sanmışlar. Acaba videoda F-16’lara 11. kattan kafa atarken “şehit olanlar” da anlatılıyor muydu? diye merak ediyor insan… Ya da Binali Yıldırım’ın “Bir fotoğraf gördüm, çok etkiledi beni. Çarşaflı bir hanımefendi bir kamyonun direksiyonunda; yanında da başı açık, modern giyimli bir kadın muavin koltuğunda oturuyor. Kamyonun arkasında da hınca hınç insan… Meydana süratle gidiyorlar.” diye anlattığı, fakat 15 Temmuz gecesi ölen sivillerin ailelerinin tepki göstermesi sonucu araç sürmeyi bilmediği, sürücü koltuğuna sadece fotoğraf çektirmek için geçtiği ortaya çıkan kadının hikayesi de var mıydı acaba?
Ya da 15 Temmuz gecesi darbecilerle mücadele ederken kafasına ceket geçirerek camı kırmasıyla kendinden geçtiği, Erdoğan’ın alnını öpmesiyle gözlerini açtığı söylenerek kahraman mertebesine yükseltilen, ama sonra kimseyle boğuşmadığı, kendi kendine düşerek dizini incitmek dışında yaralanmadığı ortaya çıkan gencin hikayesi de var mıydı?
Ya da 15 Temmuz’da Atatürk Havalimanı’na hareket eden tankları egzozuna atletlerini sokarak durdurduğunu anlatan, Erdoğan’ın meydanlarda “Tankın egzoz borusunun içini tıkamak suretiyle onu çalışmaz hale getiren imandır iman” diye yücelttiği “kahramanların” açıklamaları da var mıydı? Boğulmaya başladınız değil mi? İşte Pompeo da bu hissi yaşamış ve videonun Erdoğan rejiminin “akıl sağlığı sorunu” olduğu anlamına geldiği kanaatine varmış.
Burada şu soruyu da sormamız gerekiyor: Zaten o gece yaklaşık 250 insan hayatını kaybetmişken onların hikayelerine odaklanmak yerine bir rejim niye bu türlü yalanlar uydurma ihtiyacı duyar. Bunun için psikoloji bilimine müracaat ederek yetişkin insanların neden bariz yalanlar uydurduğunu anlamaya çalışalım. Pek çok çalışmanın ortaya koyduğu yalın gerçek şu: Yalanın küçük ya da büyük olsun amacı doğruyu söylememenin getirdiği faydaları elde etmektir. Sözkonusu kişiler doğru söylemenin artı ve eksilerini tarttıktan sonra kendilerine kişisel olarak fayda sağlayacağını düşündüklerinde yalan söylerler. Peki yalanla ne amaçlanır? Bu konuda araştırmalar yapan bir psikoloji profesörü olan Robert Feldman bulgularını şöyle özetliyor: “Amaçları, insanların kendi istediklerini yapmalarını sağlamak, bir cezadan kaçınmak veya bir tür ödül almak, başkalarının hayranlığını kazanmak veya daha önceki bir yalanı genellikle daha büyük bir yalanla devam ettirmektir. Feldman şunu da ekliyor: “İnsanlar kendilerine yalan söylenmesini beklemezler; genel beklentileri, başkalarından gerçeği duymalarıdır ve bu, yalan söyleyen insanların çoğu zaman bundan paçayı sıyırmasını sağlar.” Bu durumda 15 Temmuz yalanlarının halka ne yaptırmak için, hangi cezadan kaçınmak, hangi ödülleri almak, hangi yalanları devam ettirmek için uydurulduğu soruları önem kazanmaktadır.
“Halkı bu hikayelerle iyi kandırdık, bakarsın bu taktik CIA Başkanı’nda da işe yarar” diye mi düşündüler? Pompeo da kendi aklının bu kadar hafife alınmasına bozulmuş ve “Bunlar benim konumumdaki birini, böyle propaganda videolarıyla kandırabileceklerini sanacak kadar uyanık geçinen akıl fukaraları” diye daha ilk tanışmada Erdoğan rejiminin fotoğrafını çekmiş.
İktidar cenahında, Pompeo’nun henüz hiçbir görevi yokken 15 Temmuz 2016 gecesi Erdoğan’dan “totaliter İslamcı diktatör” şeklinde bahseden bir twit atmış olması (sonra silmesi) hatırlatılarak kitabında aktardıkları üzerine şüphe düşürme çabası gözlemleniyor. Oysa iktidarın iddia ettiği gibi darbe girişimi ABD’nin örtülü desteğiyle Gülen cemaati tarafından tertiplenip de başarısız olmuşsa, Obama Yönetimi’ni hemen her dış politika konusunda yerden yere vuran ve bunu saklamadığı bir hınçla yapan Pompeo’nun, seleflerinin Türkiye’nin Batı yörüngesinden çıkma sürecindeki sorumluluğunu bir şekilde gündeme getirmekten kaçınmaması beklenirdi. Pulitzer ödüllü Tim Wiener kitaba ilişkin Washington Post’taki değerlendirmesinde, Pompeo’nun Demokratlara yönelik eleştirilerinden “Bu kitaba nefret hayat veriyor. Bir kobra yılanının sadağındakinden daha fazla zehir taşıyor.” şeklinde bahsediyor.
Obama Yönetimi görevdeyken Erdoğan rejiminin Gülen’in darbe girişimini organize ettiğine dair verdiği dosyanın ikna edici olmadığını açıklamıştı. 15 Temmuz darbe girişimi gerçekleştiğinde Beyaz Saray’da yaklaşık sekiz yıldır Demokrat Partili bir başkan oturuyordu. Pompeo böyle ellerine yüzlerine bulaştırdıkları bir darbe girişiminden dolayı rakiplerini ABD kamuoyunda küçük düşürme fırsatını kesinlikle fevt etmezdi. “Darbe girişimine ABD’nin destek olduğunu öğrenmişse bile gizli bilgileri ifşa edemeyeceğinden bunu yapamazdı” derseniz, o zaman şu sorulara da makul cevaplar vermeniz gerekir: “İleride bir şekilde ortaya çıktığında Demokratları zor duruma düşüreceği belli olan bir hadiseye ilişkin ‘sözde darbe’ diyerek kendini neden bağlamayı tercih etsin ki? Gizli bilgileri veremeyecek olması, yanlış bilgiler vermesinin normal karşılanmasını doğurmaz. Pompeo mesela Türkiye’nin 15 Temmuz sonrası Batı’dan uzaklaşmasından, otokrasiye geçiş sürecinden dolayı Obama Yönetimi’ni suçlayabilirdi. Obama’nın Gezi Protestoları ve 17/25 soruşturmaları öncesi döneminde Erdoğan’la sık sık görüştüğü, AKP lideriyle arasının iyi olduğu herkesin bildiği bir gerçek… Bunları hatırlatarak Pompeo Demokratlar’a eleştiriler getirebilir, 15 Temmuz’a ilişkin rahatlıkla başka türlü iddialar ima edebilirdi, ama bunu yapmamış.
Özetle Pompeo’nun 15 Temmuz’un klasik bir darbe girişimi olduğunu düşünmediği, bu nedenle arkasında Obama Yönetiminin ve/veya Gülen cemaatinin olabileceğine dair spekülasyonlara kapıyı hafif bile olsa aralıklı tutacak bir tutum takınmadığı görülüyor.
Bu bahsi şöyle bağlayalım: Türkiye’de hukukun üstünlüğü ve demokrasi, ciddi kusurlar barındırsa da işler haldeydi, 15 Temmuz 2016’dan itibaren bunlar fiilen askıya alınarak otokratik bir rejim kuruldu. Türkiye’nin hatırı sayılır bir bölümü bunun geçici bir ara dönem olacağını hayal ediyordu. Aradan geçen altı küsur yıl boyunca Türkiye’de otoriterliğin seviyesi giderek arttı, şimdi artık halkın çoğunluğu ülkenin gidişatından haklı olarak ciddi endişe içerisinde… 15 Temmuz’da girilen yolu bir uçurumun kestiğinden hiç şüphem yok. Şoför koltuğunda başına buyruk bir zorbanın oturduğu Türkiye otobüsünün o uçurumdan düşmemesini sağlayacak ani freni yapabilme ihtimali her geçen gün azalıyor. O nedenle 15 Temmuz’u daha çok konuşacağız. Bugün Erdoğan rejimiyle ilişkilerini krize sokmak istemedikleri için ellerindeki bilgileri açıkça paylaşmadıklarını, ama iktidarın 15 Temmuz söyleminin üzerine devamlı soru işareti atmaktan da kaçınmadıklarını gördüğümüz Batılı büyük ülkeler, Erdoğan sonrası dönemde bu çekince artık kalkacağından perdenin biraz daha aralanmasına müsaade edeceklerdir. Pompeo’nun ifadeleri bu öngörüyü rahatlıkla yapabilmemizi sağlamaktadır. Bu tür ifşaatlar sonucu da Türkiye’nin yakın tarihi muhtemelen yeni baştan yazılmak zorunda kalınacaktır.
[Pompeo’nun kitabındaki Türkiye’yle ilgili çarpıcı bölümleri sonraki yazımda da ele almaya devam edeceğim.]
- Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
ÖMER MURAT
02 Şubat 2023 HABER ANALİZ
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***