Her şey gömüldü. Kocaman bir bölgenin elleri, gözleri gömüldü. Kar yağdı üstüne her şeyin, çok karanlık adamların siyaha boyadığı yerleri temizlemek için.
(Yine Tanrı’ya havale ettiler bütün kötülüklerini. Varoluşumuz belki de ona ayıp diye düşünmeden.) Onları görmezden gelerek baktım. Kaç kere yıkılan ve yeniden kurulan, üzerinde hala eski acıların sızısı duran o topraklarda koşturan iyi kalpli insanlara baktım. Hepimiz için yeni bir zaman dilemek için.
Onları görmezden gelmeyi deneyeceğim, o karanlık ellerin değdiği yerleri yeniden güzelleştirebilmek için. Verdikleri zararları artık hiçbir biçimde çoğaltmasınlar diye, Gaia’nın kapsayıcı şefkatini yardıma çağırdım. O topraklarda hala gezinen, bir zamanlar çok acı çekmiş hayaletlerin huzurunda onların hiç varolmamış hale gelecekleri bir zamanı hayal ettim. Herkesin birbirine şefkatle sarıldığı.
Düşman diye bellettikleri insanların sardığı yaralara baktım, açılan sınırlardan koşarak gelenlere, engellere rağmen oraya yardım taşımak için bütün koşulları zorlayanlara baktım. Sessizleşen yollara, çok uzak şehirlerde ağlayan insanlara baktım. Karısına, “bana sadece tek kazak bırak gerisini onlara gönder” diyen yoksul adamın gözlerine baktım. Ülkeyi yeniden kuracak bir kuvveti yeniden bulabilelim diye, kucaklarında depremzede hayvanlarla koşturanlara baktım.
Onları görmezden gelmeye çalıştım. Yüklendikleri nesneler, değerli madenler ve kağıtlarla mıhlanmış gibi duruyordu hepsi. Çok ağırdılar ve zehirli bir hava yayıyorlardı bastıkları her yere. Bu zehirli ağırlık dedim, başkasını yaşatmak için uğraşan o güzel insanlardan yayılan iyilik rüzgârıyla savrulup dağılacak ve yıkılmış hayatlardan yükselen o ahlar, artık onları hiçbir yere sığdırmayacak. Büyük bir kapı kapandı, önlerinde duran pencerelere siyah bir örtü indi. Hiç aldırmadıkları kederlerin taşıyıcıları bir anlık dalgınlığımızda kaybolacaksınız diye beddua etti.
Kaybolacaksınız diye tekrarladım.
Kaybolacaksınız.
Pazarcıklı o amcanın yutkunmasında kaybolacaksınız, altı gün kızı kurtarılsın diye bağıran o babanın çığlığında kaybolacaksınız. Elleriyle yıkıntıları aralamaya çalışan insanlar varken enkazdan kurtarmak için uğraştığınız o kasanın çelik yansımasında kaybolacaksınız. O işyeri ve konutların laboratuvar test sonuç evraklarının bulunduğu kamu binasını delil karartmak için yıkanlarla birlikte kaybolacaksınız. Aceleye getirerek yok ettiğiniz bütün kanıtlarla beraber, başkalarının ölümünden kazanç sağlayan müteahhitlerinizle beraber, yaktıklarınızla, yıktıklarınızla beraber bir daha hatırlanmayacak biçimde kaybolacaksınız.
Bu zehirli hava, bizi nefessiz bırakan, ölülerimizden utandıran hava, kuşları, ağaçları, suları zehirleyen bu hava, dayanışmanın taze nefesiyle dağılacak, biz bize yeteriz diye bağıracak şimdiye kadar düşman ettikleriniz.
Sonra çocukların yanına koştum, yeni bir hayatı başlatacak ellerine sevdiklerinin öldüğü toprağın tozu bulaşmıştı. Biz o toza çoktan bulanmıştık. Çok uzun zamandır bir tozu hayat sanmıştık. Sonra çocukların cesur ellerinin yanına koştum ve gözlerine baktım doğrudan. Onların adları silinecek ve biz unuttuklarımızı yeniden hatırlayacağız dedim.
Bu zehirli hava dağılacak bir gün. Kendisi için bir şey istemeyenlerin dağından gelen o rüzgâr esecek kırların ve kentlerin göğünde. Herkes âdil ve özgür yaşasın diye isteyenlerin sayısı çoğalacak ve dağılacak bu zehirli hava.
Herkes çok sessizdi, birbirine doğru yürüdü, on beş saniyede yıkılan evlerin karşısında durdu ve bize evlerin nasıl olması gerektiğini anlatan yabancı uzmana acıklı gözlerle baktı, biz yağmur yağsa ölenlerin ülkesindeniz, biz sert esse rüzgar, uçanların ülkesindeniz dediler hepsi. Evler yıkılırken insanlar sevdiklerini ararken, kalbinde bir yumruyla dolaşırken herkes, aynı kişiler yeni binalar dikmek için etrafta dolaşıyordu, niçin diye soranları tehdit eden biri için, devlet sadece sopaydı.
Kaybolacaksınız. Kentlerin uğultusuna karışacak sesleriniz, ihaleleriniz, canlılara hayatı zehreden projeleriniz, kimseye en ufak bir mutluluk vermeyen öğretilerinizle kaybolacaksınız.
Şimdi görmezden geliyorum onları, ulaşamadıkları yerlerde kalan ümitlere bakıyorum, birinin canı yandı mı, koşarak gidenlerin ayak izlerine, böyle yaşamak istemeyenlerin cesaretine bakıyorum. Görmezden geliyorum onları çünkü yakında kaybolacaklar ve unutmak için kentleri kurup, toprakları yeniden bahçe yapacağız.
“Üzgün olmaktansa öfkeli olmayı tercih ederim! “
Süreyya Karacabey: Adana’da doğdu. 1992’de Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek Lisans ve doktorasını aynı bölümde yaptı. Dramatik Yazarlık, Epik Tiyatro, Geleneksel Türk Tiyatrosu, Ortaçağ Tiyatrosu, Radyo Oyunu Yazarlığı derslerini yürüttü. 2010 yılında doçent ünvanını aldı.2017 yılına kadar çalıştığı bölümden 6 Ocak 2017 KHK’sıyla atıldı. Modern Sonrası Tiyatro ve Heiner Müller, Brecht’ten Sonra ve Gündelik Hayata Direnmek kitapları ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları vardır.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***