Maraş, Pazarcık, Elbistan, Antep, Kilis, Osmaniye, İskenderun, Afrin, İdlib, Antakya, Lazkiye, Kırıkhan, Cinderes, Malatya, Adana, Diyarbakır, Urfa, Rakka, Adıyaman, ve daha onlarca irili ufaklı şehir yer ile yeksan oldu. Tarihî tabiriyle Doğu Kilikya ve Yukarı Mezapotamya’nın hemen tamamı, başka bir ifadeyle Türkiye ve Suriye Kürdistanı’nın nın önemli bir kısmı imhâ olmuş durumda. Hayatını kaybeden, kaybetmekte olan ve bundan sonra kaybedecek olan insanların sayısına ilişkin en korkunç, en korkutucu spekülasyonların, en karamsar tahminlerin bile neticede gerçek sayının yakınına bile yaklaşmamış olacağı kesindir.
Böyle anlarda bizcileyin, kapitalist üretim modunun dilsel/düşünsel ürünler sektörü çalışanlarının mutat üretimlerini anlamlı bir şekilde sürdürmeleri olağanüstü zorlaşır. Sektörün hem temel üretim aracı ve temel hammaddesi olan ‘dil’ böyle durumlarda büyük ölçüde işlevsizleşir. Çünkü deprem mağdurlarının her şeyden ve önce ve hemen tıbbî ve teknik kurtarma ekip ve donanımına ihtiyaçları vardır, toplanma yerlerine, barınaklara, ısınma sistemlerine, iletişim cihazlarına, seyyar tuvaletlere, yiyecek, içecek, battaniye, giysi, temizlik malzeme ve hizmetlerine ihtiyaçları vardır.
İdeal olan, dilsel/düşünsel emtianın üretim ve piyasaya sürümünün böyle afetlerden önce ve böyle afetlerin önlenmesine katkıda bulunmak amacıyla gerçekleştirilmesidir. (Bu noktada – her ne kadar herkesin bildiği ve normal koşullarda söylemeye gerek olmadığı kuşku götürmezse de koşullar normal olmadığı için – belirtmekte yarar var: Burada ‘afet’ kavramıyla dile getirilen olgu elbette deprem vs. olmayıp, deprem öncesi gerekli hazırlığın ve deprem sonrası gerekli müdahalenin yapılmamış olması olgusudur.) Afet vuku bulduktan sonra en beliğ nutkun bir manivela kadar hükmü yoktur. En derin, en anlamlı metnin bir arama köpeğinin hırıltısı kadar kıymeti yoktur.
Bu sektörün, bir de, engellenebilir olduğu hâlde engellenmemiş afetlerin ardından olayın sorumlularının ortaya çıkarılması doğrultusunda çaba göstermesi yükümlülüğü vardır ki bu yükümlülük, sektörün ezici çoğunluğu tarafından yerine getirilmez. Bilakis, sektörün bu ezici çoğunluğu sorumluluk mevzuunun semaviyat ve uhreviyata plase edilmesi suretiyle sorumluların cezasız kalması için, ellerinden geleni yapmayı misyon edinirler.
Sözkonusu sektörle ilgili bu tefekkür ve tesbitleri, herkesin tanıdığı, özellikle de devletin hafî ve aşikâr tüm kolluk hizmetlilerinin yakın ilgisine ma’ruz ve mahkûm o malum azınlığı tenzih ve tesbih ederek söylediğimi de ilave etmiş olayım.
Depremin iki ana üssü de benim doğup büyüdüğüm şehirler. Depreme doğrudan ma’ruz kalan insanlar aile, akraba eş dost, konu komşu. Süreci en başından beri aralıksız takip ediyor, elimden geldiği kadar birinci elden bilgi edinmeye çaba gösteriyorum.
Bu süreçte zihnime dağlanan gözlem ve izlenimlerden sadece küçük bir kısmını düzensiz, ham bir liste şeklinde aşağıya aktarıyorum.
- Deprem durumunda her şeyin organize ve profesyonel müdahalenin mümkün olduğu kadar çabuk yapılmasına bağlı olduğunun istisnasız herkes tarafından bilindiği bir ülkede, mağdurlardan olağanüstü uzun bir süre deprem bölgesine kurtarma ekiplerinin ve devlet yardımının gelmediği bilgisini aldık.
- Ordu gibi bir kurumun tasavvur edilebilecek en anlamlı, en ulvî ve etik meşruiyet bakımından en problemsiz istimâli tam da bu tür durumlardır diye düşünüp, hiç olmazsa ordunun insanların yardımına koşacağını umut ediyorduk. Ama onun da olmadığı bilgisini aldık.
- Türk ordusunun deprem bölgesine ilk müdahalesi olaydan 24 saat sonra geldi. Müdahalenin ayrıntılarını Almanya’nın Tagesspiegel gazetesinin haberinden alıntılıyorum: “Türkiye-Suriye sınır bölgesinde meydana gelen yıkıcı depremden sadece 24 saat sonra Ankara’nın ordusu Kürt mevzilerini bombaladı. Türk Savunma Bakanlığı Twitter hesabından yaptığı açıklamada, Kürt YPG birliklerinin Suriye’nin kuzeyindeki Tel Rıfat’tan Türkiye’nin güney sınır karakoluna saldırdığını ve bu nedenle bir “misilleme saldırısı” gerçekleştirildiğini duyurdu.” (Hannes Heine, Tagesspiegel, 08.02.2023)
- Depremden iki gün sonra nihayet devletin depremle ilgili çalışmaları başladı: depremden doğrudan etkilenen 10 ilde 3 aylık olağanüstü hâl ilan edildi.
- O zamana kadar göçük altındaki birçok insanın yakınlarıyla haberleşmesini sağlayan ve böylelikle vatandaşların kendi çabalarıyla kurtarılmasına vesile olan Twitter yasaklandı.
- Depremin hemen ardından bölgeye gidip insanları doğrudan olay yerinden bilgilendiren gazeteciler tutuklandı.
- İlk sarsıntıdan yaklaşık 72 saat sonra diğer devlet kurumlarının da ilk müdahalesine tanık olundu. Bu alışılmadık müdahale bazı enkazların üzerine Türk bayrakları yerleştirilmesi şeklinde tezahür ediyordu. Bu tarz bir müdahalenin enkazın altındaki insanların kurtarılmasıyla ilintili anlam ve işlevi muhtemelen ebediyete kadar bir muamma olarak kalacak.
- İçişleri Bakanlığına bağlı Yimer’in depremzede ve yurt dışından gelen yardım ekiplerine 7 dilden tercüme hizmetleri sunduğu duyuruldu: Türkçe, İngilizce, Arapça, Farsça, Rusça, Almanca ve Peştuca. Kürtçenin bu dillerin arasında olmamasının olağanüstü karmaşık ya da kim-bilir son derece yalın bir patalojisi olmalı. Deprem bölgesinde sayısal olarak en yaygın konuşulan dil Kürtçe; ayrıca depremden 9 saat sonra bölgeye ilk yardım araç ve ekipleri gönderenler de Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi. Ya’ni neresinden baksan en âcil tercüme hizmetlerinin gerekli olduğu dil Kürtçe, ama bir tek o yok menüde.
Bölgedeki ve uluslararası düzlemdeki yardım kampanya ve çalışmalarının idaresine hiç girmeyip listeyi böyle orta yerde keseyim. Durum bugün, depremin 6. Gününde, önemli ölçüde değişmiş değil ki zaten olağan arama kurtarma devresi günler önce kapanmış artık mucizeler merhalesine geçilmiş durumda.
Dil âciz…
Depremden kurtulabilirsiniz, ama …
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***