Cumartesi Anneleri’nin 25 Ağustos 2018’deki 700. Hafta buluşmasına polis müdahale etmiş, çok sayıda kişiyi gözaltına almıştı. Gözaltına alınan 46 kişi hakkında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefetten dava açıldı. Dava açılan isimlerden biri 28 yıldır kayıp olan oğlu Murat Yıldız’ın akıbetini soran Hanife Yıldız.
Gerçek Gündem’e konuşan Hanife Yıldız (70), gelinen noktada kendilerinin “sanık” haline gelmesiyle ilgili, “Herkes evinde çoluğu çocuğuyla yaşıyor. Biz ise devletin ve adaletin enkazı altında kayıplarımız nereye atılmışsa orada onları bulmak için adaletin etrafında dönüp duruyoruz. Bu davada neyle suçlandığımızı anlamak da mümkün değil. Bir anne getirip, evladını sana emanet etmiş, sen bir anneye ölü ya da diri bulmak zorundasın. Her ne ise döndü dolaştı, biz davalık olduk” ifadelerini kullandı.
‘ÖZÜR DİLEYECEKLERİ YERDE YARALARIMIZA TUZ BASIYORLAR’
Oğlunun gözaltına kaybedildiğini hatırlatan Yıldız, “Beş yılın sonunda devletin gerçek yüzünü o kadar iyi anladım, öğrendim ki…” diyerek bugün de yaralarına tuz basıldığını ifade ediyor:
“Devleti tanıdım ama iş işten geçti, evladım yok. Bir tek evlat annesiydim. Benim bir tek dayanağım, bir tek dalım, bir tek oğlum vardı, kökten kesip attılar. Ben yaşasam ne olur, yaşamasam ne olur. Sen beni dava etsen ne olur, etmesen ne olur? Asıl ben davacıyım. Benden özür dileyip, ‘yapacak bir şey kalmadı’ deseler en azından içime su serpilirdi ama tam tersine, dönüp dönüp yaramıza tuz basıyorlar.
AKP’den önce de oradaydık. Biz yıllardır haykırıyoruz. Bunlar yaşandı, inkâr edilecek bir tarafı yok. Bir annenin, babanın, kardeşin bunları unutacak durumu yok. Bunları yaşattınız bizlere. Yılların bana verdiği vicdan azabı, evladımın acısı bir araya gelince kendimi çok yerde kaybediyorum. Bunu evladıma nasıl yaptım, bunlar bunu bana nasıl yaptı diye? Ben herhangi bir siyaset içinde değildim. Çocuğum da değildi. Ama ne yazık ki, beni ne yapıp ettiler, politik biri yaptılar.”
‘ÖLDÜĞÜMDE KEMİKLERİM SIZLAMASIN, YAŞARKEN YETERİNCE SIZLADI’
Yıldız, oğlunun kaybedildiği günleri şu sözlerle anlatıyor:
“Onu alan polis Şah İsmail Öztürk’e yalvardım. Bakın dedim, aradan 3 ay geçti. ‘Oğlunu sen getirdin diye sana kırılmıştır, gelir’ dediniz ama 3 aydır ne arıyor ne bir şey… Bana dedi ki, ‘Tahir Şerbetçi olmasa ben Murat’ı getirir, götürürdüm, burnu bile kanamazdı.’ Bir savcı, ‘Burnu kanamazdı ne demek’ diye sormadı. 19 yaşında bir genç, annesi size getirmiş, devlete emanet etmiş. Emanet deyince, eşya değil, bir evlat, 19 yaşında bir genç… Suçu varsa verirsiniz cezasını. Oradan çıkartıp, askere gönderecektim.
3 ay sonra karakolda ‘bak kimliği burada’ dediler. Kuru kimlik için gelmedim buraya, çocuğumun akıbeti nedir, ne olmuş çocuğuma en azından vicdan azabından kurtulayım dedim. 28 yıldır biz cezalıyız. Düşünün bir sürü anne evlat acısıyla, gözleri açık gitti, o insanların kemikleri sızlıyor. İstemiyorum benim de öldüğümde kemiklerim sızlasın, yaşarken yeterince sızladı. Ölürken de kemiklerimiz sızlamasın diye uğraşıyoruz ama ne yazık ki, bize bunlar yaşatılıyor.”
‘BOĞAZIMI DOYURMAK İÇİN DEĞİL, ADALETİ BULMAK İÇİN UĞRAŞIYORUM’
“Benim için şubat ayı kâbus ayı. 28 yıldır yaşıyorum ama ben aslında çocuğumu oraya götürdüğümde, onu benden kopardıklarında öldüm. Ben ölü yaşıyorum. Bir anneye yapılan en büyük zulüm, haksızlık, adaletsizlik. Daha bundan fazla ne olabilir?
Yıllarca alnımın teriyle çalıştım, vergimi ödedim. Mezar yeri hakkımı vermiyorsun. Eylem yeri hakkımı yasaklıyorsun.
Galatasaray Meydanı, benim için bambaşka bir yerdi. Sonradan gerçeği anladım. Çocuğum bir gün çıkar gelir, bir yerlere gitmiştir, belki beni görür de ‘annem işi gücü bırakmış, oralara kadar gitmiş’ der, çıkar der ki ‘hiç beni arama, tekrar karakola getirmek için mi arıyorsun.’ Gelmedi, demedi.
Böyle ülkede insan yaşamak istemiyorum ama gidecek yerim de yok. 20 yıl bilfiil çalışmış bir insanım, hala kirada yaşıyorum. Düşünün, ben hiç pahalılıktan yakınmıyorum. Ben boğazımı doyurmak için değil, adaleti bulmak için uğraşıyorum.”
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***