Uluslararası sınırları umursamayan deprem, her iki ülkede de büyük yıkıma neden oldu. Ancak uluslararası yardım çalışmalarına kontrol noktaları darbe vuruyor. Türkiye’de ağır makineleriyle binlerce kurtarma görevlisi, paramedikler ve kurtarma köpekleri sokakları doldurmuş halde ve hale sağ kurtulanları arıyorlar. Ancak muhalefetin elindeki kuzeybatı Suriye’nin bu kısmında, bunların hiç biri yok.
Ambulans sirenlerinin gece boyunca duyulduğu, dozerlerin betonları 24 saat boyunca kaldırdığı Antakya’daki yardım çalışmaları karışıklığında dört gün geçirdikten sonra, Suriye tarafına geçtim. Suriye’nin İdlib bölgesindeki Bsania köyünün zeytinliklerinde çoğunlukla sessizlik var.
Bu sınır bölgesindeki evler yeni inşa edilmiş. Şimdi 100’den fazlası yıkılmış, çakıl ve beyaz toza dönüşmüş. Köyden geri kalanların üzerine dolaşırken, enkazın üzerindeki bir boşluk dikkatimi çekti. İçinde tamamen sağlam kalmış, pembe fayanslı bir banyo vardı.
Deprem, Ebu Ala’nın evini yuttu ve iki çocuğunun ölümüne neden oldu.
Bir enkaz yığınına işaret edip “Yatak odası oradaydı, orası benim evim. Eşim, kızım ve ben orada uyuyorduk. 15 yaşındaki Wala, odanın kıyısında balkona doğru yatıyordu. Bir buldozerle bulabildik. Ben de götürüp toprağa verdim” diyor.
Artçı depremler, tepeyi sallarken Ebu Ala ve eşi karanlıkta zeytin ağaçlarına tutunuyorlar.
Muhaliflere ait bölgelerde faaliyet gösteren, Beyaz Baretliler diye de bilinen Suriye Sivil Savunma Gücü, ellerindeki kazmalar ve levyelerle ellerinden geleni yapıyorlar. İngiliz hükümetinden bütçe alan kurtarma görevlilerinin modern arama kurtarma ekipmanları yok.
Ebu Ala, 13 yaşındaki oğlu Ala’yı bulmak için verilen çabaları anlatınca gözyaşlarını tutamıyor.
“Ertesi güne kadar kazmaya devam ettik. Allah o adamlara güç versin. Çocuğumu çıkartmak için bin bir güçlük çektiler” diyor.
Ebu Ala, oğlunu ablasının yanında toprağa verdi.
Bsania’da pek bir şey yoktu ama eviydi. Balkonları Suriye kırsalına ve Türkiye’ye bakan sıra sıra modern apartmanlar vardı. Ebu Ala köyün gelişen bir topluluk olduğunu söylüyor.
“İyi komşularımız vardı, iyi insanlar. Şimdi öldüler” diyor.
Çok dindar biri olan Ebu Ala şimdi çaresiz.
“Ben şimdi ne yapacağım?” diyor. “Hiçbir şey yok, çadır yok, yardım yok, hiçbir şey. Allah’ın merhametinden başka hiçbir şey almadık şimdiye dek. Burada sokaklarda dolaşmaktan başka bir şey yapamıyorum.”
Biz ayrılırken, bana bir çadırım olup olmadığını soruyor. Ama ona verecek hiçbir şeyimiz yok.
Beyaz Baretliler ile buluşuyorum. Onları depremde sağ kalanları ararlarken bulmayı bekliyorum. Ama artık çok geç. İsmail el Abdullah hem çalışmalardan hem de dünyanın Suriye halkını görmezden gelmesi olarak tanımladığı durumdan rahatsız. Uluslararası toplumun elinde kan olduğunu söylüyor.
“120 saat geçtikten sonra sağ kalanları aramayı bıraktık. İnsanları kurtarmak için elimizden geleni yaptık ama kurtaramadık. Kimse bizi dinlemedi.
“Daha ilk saatten itibaren acil müdahale, acil yardım çağrısı yaptık. Kimse yanıt vermedi. Bize sadece ‘Yanınızdayız’ diyorlardı, başka bir şek yoktu. Daha fazla malzemeye ihtiyacımız var dedik. Kimse tepki vermedi.”
Birkaç İspanyol doktor dışında, Suriye’nin bu kısmına herhangi bir uluslararası yardım gelmedi. Bölge Beşar Esad yönetimine direnişin merkezlerinden. Türk korumasında ve denetimi de bir zamanlar El Kaide ile bağlantılı olan Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ) elinde. Örgüt bu bağlantıları kesse de, neredeyse tüm dünya yönetimlerinin örgütle ilişkisi yok. Suriye’de bulunduğumuz tüm süre boyunca, görüntüsünün çekilmesini istemeyen silahlı adamlar bize eşlik etti.
Suriye’deki iç savaşın üzerinden geçen 10 yıldan uzun sürede, bu bölgede yaşayan 1,7 milyon kişi Esad rejimine karşı çıkmaya devam ediyor. Bir çoğu derme çatma kamplarda ya da yeni inşa edilmiş barınaklarda yaşıyor. Bir çoğu birden çok kez yerlerinden olmuş. Yani buradaki yaşam depremden önce de zordu.
Bu bölgeye ulaşan uluslararası yardım çok az. Depremzedelerin bir çoğu Suriye Amerikan Tıp Topluluğu’nun desteklediği Bab el Hawa’daki hastaneye götürüldü. Genel Cerrah Faruk el Ömer, sadece tek bir ultrason cihazıyla depremin hemen ardından 350 hastayı tedavi ettiklerini anlattı.
Doktora uluslararası yardımı sorduğumda başını sallıyor ve gülmeye başlıyor.
“Bu konu hakkında daha fazla konuşamayız. Çok konuştuk ve hiçbir şey olmadı. Normal durumda bile yeterli sağlık görevlimiz yok. Bir depremden sonra nasıl olduğunu düşünün” diyor.
Koridorun sonunda, küçük bir bebek solunum cihazına bağlı halde yatıyor. Muhammed Gayyat Receb’in kafasında yaralar var ve bandajlı. Küçük göğsü solunum cihazı sayesinde inip, kalkmıyor. Doktorlar emin değil ama üç aylık olduğunu düşünüyorlar. Annesi de babası da depremde ölmüş ve bir komşuları karanlıkta, evin enkazında ağlarken bulmuş.
Suriye halkı birçok kez yalnız bırakıldı ve artık aldırış edilmemesine alışkın olduklarını söylüyorlar. Ama yardım gelmiyor olmasına hala öfke var.
Fadel Ghadab Harem kasabasında teyzesini ve kuzenini kaybetmiş.
“BM’nin sadece 14 kamyon yardım yollaması nasıl mümkün olabilir? Burada hiçbir şey almadık. İnsanlar sokaklarda” diyor.
Suriye’ye daha fazla yardım ulaştı ama çok fazla değil ve çok geç geldi.
Harem’de uluslararası kurtarma ekipleri olmadığından, enkazı çocuklar kaldırıyor. Bir adam ve iki genç çökmüş bir binanın kalıntılarını levyeyle kaldırıyor. Hayvan yemlerini dikkatle bir battaniyenin üzerinde topluyorlar. Yaşam Suriye’de daha ucuz değil ama daha riskli.
Gün sona eriyor ve ayrılmak zorundayım. Sınırdan tekrar Türkiye’ye geçiyorum ve çok geçmeden ambulanslar, inşaat makineleri, ulusal ve uluslararası yardımların oluşturduğu bir trafik sıkışıklığının içine giriyorum.
Telefonum bir Türk kurtarma görevlisinin mesajıyla çınlıyor.Evinin enkazı altında kalan bir kadını 132 saat sonra çıkarttıklarını söylüyor. Arkamdaki Suriye’ye karanlık çökerken, orada sadece sessizlik var.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***