Artı Gerçek – Tanıl Bora, Birikim Dergisi’nde 17 Ocak’ta vefat eden Ümit Hassan için bir yazı kaleme aldı. “Ümit Hassan, gerçekten, Türk-İslam düşünce tarihini hamasetten soyundurarak okumanın öncüsü idi” diyen Bora, “Kolektif eyleme, topluluğun ortaklığına atfedilen kutsal anlam, -tarihte ve Hassan’da-, şaman figüründe billurlaşır. Şamanlık, Hassan’ın tanımıyla “kamunun toplu eyleminin simgesel düzeyde kutsallık potasına erişmesi, onunla ‘hem-âheng’ olması demek” oluşuyla, kamusal bir işlevdir” diye yazdı.
Bora’nın yazısı şöyle:
Ümit Hassan’ı, 80 yaşında, geçen hafta (17 Ocak günü) kaybettik.
Bir kitabının künyesine yazdığı otobiyografik notunda söylediği gibi, “sevmeyi pek seven” yaşama tarzıyla, dostluğuyla, bir yaşama sanatı kutbu idi. Müstesna ve ‘oyunbaz’ şahsiyetini, Ahmet Çiğdem’in yazısından okuyabilirsiniz.
Türkiye’de siyaset biliminin gelişim seyri içinde, siyasal antropoloji ve Türk-İslam düşünce tarihi çalışmalarının kurucularından sayılmalıdır. Bu sahaları açtığı Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) idarecilerinin onun kaybını görmemesindeki, adını anmamasındaki acı ayıbı, Ayhan Yalçınkaya facebook sayfasında kayda geçirdi.
Bereket, Mülkiyeliler Birliği var, onu hürmetle ve güzel bir takdimle uğurladı:
“Tarihi bir hamaset meselesi olmaktan çıkarıp özellikle anahanlık ve kandaşlık üzerine yaklaşımlarıyla, tarihin yenenlerin kılıçlarının kanını yendiklerinin yeninde sildikleri bir hikaye olmanın çok ötesinde, en başta kadınlar olmak üzere yenilenlerin yenenlere karşı susturulamaz kahkahası olduğunu öğreten kıymetli hocamız…”
***
Ümit Hassan, gerçekten, Türk-İslam düşünce tarihini hamasetten soyundurarak okumanın öncüsü idi. Eski Türk tarihinin Sadri Maksudi Arsal, Abdulkadir İnan, Zeki Velidi Togan gibi milliyetçi ustalarından layıkıyla yararlandı. Onların “doğru saptamalarındaki ideolojik perdelemelerin ancak sabırlı ellerde açılabileceğini” söylüyordu; işte o sabırlı ellerle, ‘antika’ tarihi, “devlet geleneği” mefhumunun çöktürdüğü “ağır gizemlileştirme sisi”nden arındırmakla uğraştı. “Tarih’e göre devlet değil, devlet’e göre Tarih” tabir ettiği anlayışın sabırla içini oydu.
Malzemenin tadına vararak, teferruatı evirip çevirerek çalıştı, yazdı. Eski Türk Dini Üzerine İncelemeler’de, umumun Karaoğlan filmlerinden bildiği “Camuka” bile geçer bir dipnotta! Kendine mahsus, geze dolaşan akan bir dili vardır. Göçebelik ilişkilerini tanımlarken “oynak” sıfatını kullanır, yerleşikliği bazen “oturukluk” diye karşılar. Yağma ve fetih ekonomisini ve askerî faaliyete dayanan politik ekonomiyi ele alırken, “savaşişi” terimini halkeder lâf arasında. Cümleleri tireler, parantezler, tırnaklarla, şerh üstüne şerh düğümü atarak ilerler. Osmanlı’nın Sunuş’u, “Merâm ve maksadımız bir cümleyle özetlenebilirse,” diye başlar ve sahiden tek bir cümlede özetler – lakin, cümle iki sahife sürer!
***
İbn Haldun çalışmasının kaynakçasında Tarih Devrim Sosyalizm kitabı zikredilen Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın başka yerde adı geçmez ama Ümit Hassan’ın çalışmalarında Kıvılcımlı ilhamı aşikârdır bence. Barbarlığın “karşılıklı yardımlaşma, savunma ve haksızlıkları giderme yükümlülüğü”ne dayanan ilkel demokratik potansiyeline verdiği önemde bu ilhamı görürüz. Eski Türk Toplumu Üzerine İncelemeler’de “insan üretici gücü” kavramını kullanışında, kolektif eylemin “tarih gücü” haline gelmesinden söz edişinde, bunu görürüz. İnsanın kolektif eylemini, “ilkellik” safhasında tüketilmeyen bir üretici güç olarak kavramak, Kıvılcımlı’nın ‘olayıdır.’
Kolektif eyleme, topluluğun ortaklığına atfedilen kutsal anlam, -tarihte ve Hassan’da-, şaman figüründe billurlaşır. Şamanlık, Hassan’ın tanımıyla “kamunun toplu eyleminin simgesel düzeyde kutsallık potasına erişmesi, onunla ‘hem-âheng’ olması demek” oluşuyla, kamusal bir işlevdir. Topluluğun eylem kapasitesini ve hayat tarzını “yükleniyor,” “taşıyor”dur. Böylece “insan üretici gücünün boyutlarından biri” oluyor; kandaş topluluğun toplu eylemini simgeleştirerek onu “tarih gücü” haline getiriyordur. Şamanlık tecrübesini cezbe veya vecd folkloruna indirgememek gerekir, Hassan’a göre; oradaki vecd, topluluğun kolektif eyleminin ve onu kutsamanın vecdidir.
***
Ümit Hassan, milliyetçi tarih hamaseti duvarını tuğla tuğla sökerken, kendisi asla bir karşı-hamasete yeltenmedi. Sözgelimi şamanlığın ve ilkel-barbar topluluğun eşitlikçi-demokratik göreneklerinin, pekâlâ eşitlikçiliğin tahribinde ve Devlet’in inşasında harca katılan malzemeler, kullanılan “teknikler” arasında bulunduğunu hatırlattı.
Ancak o, sosyalist düşünüşün geniş ailesi içinde, insanların toplu yaşayış tecrübelerinin iptidasına uzanan bir kolektivist-komünizan cevher taşıdıklarına, kadim tarihsel tecrübeden süzülüp gelen tükenmez bir köksapın varlığına inanan romantik-devridaimci düşünüşe yakındı. (“Osmanlının bitiminde, sonuç niyetine sunuşu tekrar okumayı salık verirken, “devrevî/dönüşsel ‘teorilere’ merakımıza verilsin,” diye tebessüm eder…) Şamanlığın, “kamu için durulmuş gibi görünen işlevselliğinin ‘âniden’ canlanabilmekte” olduğuna işaret eder bir yerde mesela. Başka bir yerde, devlet-öncesi kolektivist pratiklerin “bugün bile kitle içerisindeki hatıralardan kalkılarak ideoloji ve ütopyalar biçiminde diriltilebilmesinin bazı yarı-özerk alanları”na işaret eder. Deniz kabuğunda okyanusun sesinin uğuldayışını işitircesine, uzak tarihsel geçmişten süzülüp gelen bir kolektivist, eşitlikçi, “ilkel”-demokratik cevheri arayıp durur gibidir.
***
Ümit Hassan’ı bir başka sahanın, zihniyet tarihinin de öncüleri arasında saymalıyız. Terimlerin izini geriye doğru sürerek, örnek bir soykütük çalışması yapmıştır. Tabii esas uğraştığı da, Devlet’in, devlet zihniyetinin soykütüğüdür. İbn Haldun’da, bu büyük düşünürün “istibdat” kavramını “özel bir dikta, bir tiranlık” halini değil, “devletin devlet olması için gereken yönetim”i tanımlamak üzere kullandığının altını çizmişti – biz de altını koyu koyu çizelim.
Türk tarihinde devletin oluşumunu, Töre-Yasa(k) diyalektiği içinde ele alır Ümit Hassan. Töre’nin (Tör) Töz’le kökdeşliğine dikkat çeker. Yaradılışı, soya-ve-örgüte-bağlılığı ifade eden totemlerin-kutsallık simgelerinin ifadesi olan, bir bakıma kolektif eylem eşitlikçiliğinin hukukunu koruyan Töre’den, genel-soyut norma dayanan Yasa/Yasağ/Yasak’a geçiş sürecini inceler. Her bahiste olduğu gibi burada da “düz evrimciliğe” karşı döne döne ikaz eder okurunu; tarihsel-toplumsal süreç “katışık ilişkiler” (eşitsiz gelişme kavramına komşu sayabiliriz bunu) içinde ilerler çünkü. O nedenle, eşitlikçi-‘tözsel’ ilişkiler yabancılaşmış tahakküm ilişkileri içine sızabiliyor, veya tersi, ‘Eski’nin, ‘tarihte kalmış’ın erdemleri bazen olmadık yerden uç verebiliyordur.
Son olarak, ilkel-kandaş topluluğu ve onun Töre’sini incelerken anahanlıkla (anaerkillik) ilgili bir notunu zikredelim Ümit Hassan’ın: anahanlığı, babahanlığın [ataerkillik, patriyarka] “mekanik tersi,” yani erkek üzerinde tahakküm olarak anlamak gerekmediğine dair, ‘basit’ bir not…
***
Bir tür şaman diyemez miyiz Ümit Hoca için?
Talebesi olmak, müthiş bir armağandı.
Osmanlı’nın bir bölümünü, -adını vermeden-, Rıza Tevfik’ten bir dizeyle bitirmişti: “Uçun kuşlar uçun doğduğum yere.”
Kuşu, o şiirden tamamlayarak uğurlayalım:
“Orda geçti benim güzel günlerim;
O demleri anıp bugün inlerim.
Destan-ı ömrümü okur dinlerim,
İçimde oralı bir bülbül vardır.”
*Bu yazı, ilk olarak Birikim Dergisi’nde yayınlanmıştır.
*Yazıya link üzerinden ulaşabilirsiniz.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***