Geçtiğimiz Aralık ayının sonlarında, önce Irak’ta ve Suriye’de IŞİD’le uluslararası mücadele harekâtından sorumlu birleşik müşterek görev gücü CJTF-OIR’in ABD’li komutanı Tümg. McFarlane beraberinde Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) başkanı (Mam Celâl’in büyük oğlu) Bafil Talabani olduğu halde Suriye Demokratik Güçleri (SDG) komutanı Mazlum Abdi’yi Rojava’da ziyaret etti. Ardından Moskova’da Rusya Savunma Bakanı Şoygu’nun ve dış istihbarat teşkilatı SVR yöneticisi Narişkin’in evsahipliğinde MSB Akar ve MİT Başkanı Fidan onbir yıl aradan sonra Suriyeli mevkidaşları Ali Mahmut Abbas ve Ali Memluk’la bir araya geldi.
Moskova’daki sözkonusu toplantının devamında Ocak ayının ikinci yarısında üçüncü bir ülkede (muhtemelen Moskova’da) keza üç ülkenin bu defa dışişleri bakanlarının görüşeceğini de Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Rus mevkidaşı Lavrov’la yaptığı telefon görüşmesinin ardından duyurdu. Bu görüşmeler dizisinin olası Erdoğan-Esat buluşmasının ön hazırlığı için gerçekleştirildiği açık. Rojava’daki üçlü ile Moskova’daki üçlü arasında bir ilinti olup olmadığını söyleyebilmek için ise doğrudan veriye sahip değiliz. Ancak akıl yürütebiliriz.
Doğal olarak ilk akla gelen sorular, ABD’nin mi Moskova’daki üçlü görüşme öncesinde kendi üçlüsünü hazırladığı, yoksa Türkiye’nin mi ABD’nin Rojava’daki üçlüsüne Moskova’daki kendi üçlüsüyle mi karşılık verdiği. İkincisi pek olası gözükmüyor. Zira perde gerisinde Fidan’ın Suriyeli muhataplarıyla yürüttüğü arka kanal istihbarat diplomasisinin kendi seyir süratinde ilerleyerek, olgunlaştığını biliyorduk. Buna karşılık ABD usulünce, uygun düzeyde ve terkiple “ön almış” olabilir mi? O da (öküz altına buzağı aramaya varmasa da) uzak ihtimal herhalde ama olur mu, olabilir.
Ankara açısından değindiğim “seyir süratini” herhalde artık beş ay bile zaman kalmayan seçimler belirliyor. Belki Şam açısından da böyle ama tersten: Yani Esat, (Kasım ayı sonlarındaki üç saati aşan söyleşisinde kendi dile getirdiği üzere) Erdoğan’a seçim öncesinde bir “armağan verme” niyetinde değil-di. Moskova penceresindense, Ukrayna’nın işgalinde çuvallamasının ve Ankara’nın Suriye’ye yeni bir kara harekâtı ısrarının Erdoğan-Esat arasında bir şeyler yapmak için Putin’i teşvik ettiği görülüyor.
Moskova’nın ardından ve öncesinde yandaş medyaya 2022 yılsonu değerlendirmesinde de MSB Akar o bildik “Kürtlerle kardeşlik” vurgusunu dile getirdi. Aksini iddia edeceklere veya farklı görüş orta atmaya yelteneceklere de doğrudan “alçaklık” sopasını gösterdi. Kendi görevini de “son terörist etkisiz hale getirilinceye dek mücadeleye (teknik malumtafuruşlukla “kinetik” askeri harekâta) devam etmek” olarak tanımladı. Doğrusu, Akar’ın böyle babacan ama tatlı-sert bölük komutanı yaklaşımıyla halka, bizlere seslenmesi insanı (“yurttaşı” dermişim) “her Türk asker doğar!” diye haykırmaya sevk ediyor adeta.
Akar açıklama yaptıkça, haşa eleştirmek, yorumlamak ne demek, ancak bir ağızdan top gürler gibi “saol!” diye yanıt vermek mümkün. Göğüs dışarıda, karın içeride, ayaklar 45 derecelik açıyla topuktan birleşmiş, ellerin orta parmakları pantolon dikişine bitişik yeri gösteriyor, gözler ufuk çizgisinde. Bakın otuz sene geçmiş, nasıl hakkını vermişim aldığım acemi eğitiminin. Eğitim bölüğü giriş kapısının üzerinde de “disiplin iradenin kırılmasıdır” yazıyordu zaten.
Çavuşoğlu’nunkiyse bambaşka bir billur zihin. Şecaat arz etmekle, sirkatin söylemek salıngacında, gidip geliyor. Bakınız Brasilia’da Lula’nın cumhurbaşkanlığı ve Santos’da (Sao Paulo) ölümsüz Pele’nin cenaze törenleri vesilesiyle çıkacağı Brezilya seferi öncesinde şöyle buyurdu: “Buralar Suriye toprağı. Biz bunu biliyoruz, gözümüz yok. Sınır bütünlüğü, toprak bütünlüğünü destekliyoruz. Ama yani buralarda istikrarın da olması lazım ve bu siyasi süreçte bazı adımların atılması lazım.” İşte sözünün ağırlığının bilincinde, düşüne taşına ciddiyetle konuşan, ne eksik ne fazla söyleyen bir dışişleri bakanı, değil mi? Ama yani…
Örnekse Putin de durur mu, dese ki: “Buraların Ukrayna toprağı olduğunu biliyoruz. Ama ne yok? Ukrayna. Kim var? Naziler ve NATO. Öyleyse (ama yani) buralarda bir istikrarın da olması lazım. Dedik ve dalıvermiş bulunduk işte, siz de fazla şey etmeyin artık.” Ya Çin-Tayvan? İran-Irak Kürdistan Bölgesi? Sırbistan-Kosova? Rusya-Gürcistan? Rusya-Moldova? Ermenistan-Karabağ? İsrail-Suriye? Rwanda-Kongo DC? E ne ilgisi var şimdi? Bu konularda tutumumuz belli. Kırım’ın ilhakını zinhar tanımayan biz değil miyiz? Tutarlı olan, ciddiye alınır. İtibarı olan da, kolay yol alır.
Esat‘ın kolu bükülür mü? Tam İran’ın halk ayaklanmasıyla başı kalabalık ve Hizbullah’ın lideri Nasrallah için ölüm döşeğinde olduğu haberleri çıkmışken, kuzey komşusu Türkiye’yi bir denge unsuru olarak görür mü? Görse, zamanlama açısından zaten onunla doğrudan teması Suriye siyasasının başlangıç noktası ilân etmiş Altılı Masa’nın olası ortak adayının seçilmesini bekleyip, onunla oturmayı yeğlemez mi? Belki asıl soru, Esat’ın tüm bunlara kendi kendine karar verecek iktidara sahip olup, olmadığı. Diğer soru, Esat’la temas çıkış noktası mı, varış noktası mı olmalı?
Batı’ya bakalım. Bir hayali çetele tutsak, ABD ve Avrupa’nın (NATO müttefiklerimiz, AB vb.) Suriye’ye yeni kara harekâtı ve Esat’la temas seçeneklerine tutumlarının karşısına “X ve X” koymamız gerekecek. Tabiatıyla, Rusya içinse yanıt, aynı kutucuklarda “X ve O” imleri olacak. “Batı” ne yaptırım uygulayarak yalıttığı, kaba güç kullan(a)masa da koltuğundan indirmek istediği Esat’a meşruiyet kazandırıp, “adam kazandı” dedirtmeyi; ne (en azından Fırat’ın Doğusu’nda) yeni bir TSK varlığı görmeyi yeğler.
Afganistan’dan (bile) çekilen ABD’nin verili koşularda kafasını kaldırıp Suriye’ye odaklanacak ne dikkati ne takati olduğu da ileri sürülebilir ancak güncel Suriye siyasasının ABD’ye siyasal hatta belki gerçek maliyeti de neredeyse sıfır. Üstelik arabulucu, şu ortamda Moskova! Rusya açısındansa, Esat’la temas, Suriye’ye harekâtın yerine ikame edilecek bir siyasa önerisi, “ikisi bir arada” demek değil. Çavuşoğlu’nun kafa karışıklığı da oradan kaynaklanıyor. Oysa “hem şoför yanı, hem bedava, hem de Karaköse…” diye bir siyasa olası değil.
Öte yandan tüm değişkenlerin tek elden denetimine de olanak yok. Türkiye bir yandan İsrail’le arayı düzeltecek ve başat hasmı bugün dahi Rusya olan (esasen yüzlerce yıllık Rus/Sovyet tehdidine karşı kapağı attığı) NATO’nun yetmiş yıllık müttefiği olacak. Suriye’nin baş düşmanıysa Golan’ı işgal ve ilhak etmiş İsrail. Ve medyaya sızdırıldığı üzere “ABD ve İsrail ajanı PKK” hem Suriye hem Türkiye için başat tehdit görülecek. Üstelik aynı sızıntılardan anlaşılan TSK de topyekûn Suriye’den çekilecek.
Böylece Putin koltuğumuzun altına S-400, biri Akdeniz diğeri Karadeniz kıyısında iki nükleer santral ve Akkuyu’nun yanına “cemile kabilinden” çırak çıkan liman imtiyazı derken bir de Esat’a kendi oyun kuruculuğunda açılım saatli bombasını sıkıştırmış olacak. Esat açılımının hem Erdoğan hem Altılı Masa açısından anlamı ülkemizdeki sayıları dört milyonu aşan Suriyeli sığınmacıları “güle oynaya” yurtlarına göndermek ve Suriye’ye yeni bir harekât düzenlemek. Esat ise ne gidenleri geri almaya niyetli, ne ülkesinin bir bölümünün daha işgal edilmesine razı. Nasıl olacak?
Bir de “hangi terörle mücadele?” sorusu var. Fehim Taştekin’in yanıtı şöyle: “Hükümet sınırlardan gelen tehlikeyle ilgili YPG’ye odaklanarak kamuoyunu yanıltıyor. Odaklanılması gereken şey savaş ağaları, maaşlı milisler ve uzlaşmayı küfür sayan cihatçıların düşmanlıklarını Türkiye’ye yöneltme potansiyelidir.” Herhalde Altılı Masa için de düşün besini ifadeler bunlar.
Esasen hangi kaygılarla gerçekleşiyor olursa olsun Erdoğan’ın seçim yaklaştıkça diplomatik mıntıka temizliğine ivme kazandırması, gelecek seçimde onun koltuğuna oturacak kişi için bir fırsat. “Devlette devamlılık esastır” demek “böyle gelmiş, böyle gider” demek değil, “ahde vefa” demek. “Devlet aklı” da olmaz, devletin ancak hafızası yani arşivi olur. Siyasi talimat da, liyakattan önce gelir. Özenli, akılcı bir yaklaşımla, yeni dönemde Erdoğan’ın İsrail, BAE, Suudi Arabistan, Mısır ve şimdi Suriye U-dönüşlerinin üzerine konularak ilerlenebilir.
Haydi buraya dek başlıktaki iki üçlüden söz ettik madem, güzel Türkçe’mize takla attırıp, iki lakırdının deyim yerindeyse belini kırarak sözümüzü bağlayalım: Bakalım seçim sonrasında kurulacağı umulan yeni düzende, gelecek cumhurbaşkanı santra yuvarlağının ortasına yürüyüp, işaret parmağını dudaklarına “sus” anlamında götürdükten sonra, Dışişleri, MSB ve MİT’e “üçlü çektirmeyi” becerebilecek mi? Bana göre odanın ortasında duran bir diğer fil bu. “Hangi terörle, hangi zihniyetle mücadele?” sorusuna verilecek yanıtla birlikte.
Efendim ne demek? Şu demek: Onüç yıldır yönetici koltuğunda aynı kişi oturan ve steroidli bir MİT, adeta hünkârın mütebasbıs kalemine indirgenmiş bir hariciye, eski genelkurmay başkanından kırpıp MSB yapılarak sağlanan sözde sivilleşmiş emir-komuta zincirinin dönüştürülmesi “cumhuriyeti yüzüncü yılında gerçek demokrasiyle taçlandırmak” ülküsünün somut uygulamaları olacak. Düşünülenleri de alana yapılacak atamalar ve siyasa tercihleri yansıtacak. Ne yapılacağının önceden düşünülüp, bilinmesi ve buna göre ilk düğmelerin doğru iliklenmesi gerekecek.
Özcesi temel mesele şu: Neyi, hangi muhatap, hangi ekip, hangi zamanlamayla, neye karşılık yapmak, nereye varmak istemek? Belki bir de bunların doğal sonucu olarak: Kim veya ne (nasıl bir ülke) olmak?
Aydın Selcen: 1969’da İstanbul’da doğdu. 1988’de Saint Joseph Lisesi’ni ve 1992’de Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Aynı yıl girdiği Dışişleri Bakanlığı’nda, ikinci onyılı Irak’ta veya Irak üzerine olmak üzerine yirmi yıl çeşitli kademelerde ve büyükelçiliklerde meslek memuru olarak çalıştı. 2010’da Türkiye’nin ilk Erbil Başkonsolosu atandı. 2013’te memuriyetten istifa etti. Birbuçuk yıl Genel Enerji petrol şirketinde siyasal danışmanlık yaptı. ArtıTV, ArtıGerçek ve MedyascopeTV’de yazıyor ve yayın yapıyor. “Gözden Irakta” adlı kitabı İletişim Yayınları’ndan 2019’da çıktı. Galatasaray Kulübü üyesidir. Alaz adında bir kızı var.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***