YORUM | M. NEDİM HAZAR
Epeydir beklenen İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch veya kısaca HRW), insan hakları raporu nihayet yayınlandı. Rapor pek çok yönüyle takdir edilmeyi hak ediyor. Ancak tıpkı Türk kamuoyundaki gibi, Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlallerini sadece birkaç popüler isim üzerinden okumakla kalması oldukça endişe verici.
Rapor DW ve BBC Türkçe gibi yayınların baskı altına alınmaya çalışmasını güçlü şekilde eleştirirken, ülkedeki yüzlerce gazete ve derginin kapatılıp, üzerlerine çöküldüğüne bir cümle daha değinmeden geçiyor maalesef. Sözgelimi 7 yıldır hücrede tek başına tutulan ve apaçık zulüm edilen gazeteci Hidayet Karaca’dan, açılan yüzlerce uyduruk dava dolayısıyla zulüm gören Mehmet Baransu’dan tek kelime edilmiyor.
Varsa yoksa Kavala ve Demirtaş…
Elbette bu iki isim de zulme uğruyor ama sanki ülkedeki tek sorunun buymuş gibi görünmesi, gerçeği gizlemek ve karartmaktan başka bir şey değil.
363 sayfalık rapor, yeryüzündeki acıların gerçek resmi olamasa da, gerçeğe yakın bir acı haritası adeta.
Yönetici Tirana Hasan raporu şöyle özetliyor:
“2022 bize, kontrolsüz otoriter gücün geride bir insan ıstırabı denizi bıraktığını gösterdi. Ayrıca dünya liderleri adaleti sağlamaya çalışmak ve insan haklarını korumak için birlikte çalıştıklarında nelerin mümkün olduğunu bize gösterdi.”
Rapor özellikle otoriter yönetimler ve insan hakları ihlalleri ağırlıklı. Ve elbette Putin gibi bir diktatörün dünyayı eşiğine getirdiği bir kargaşanın altı çiziliyor.
HRW İcra Direktörü Vekili Tirana Hasan raporun önsözünde 3 önemli konuya öncelik veriyor. Bunlar Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması, Taliban’ın Afganistan’ı karanlığın en koyu yerine çekmesi ve Çin’deki zulümler.
Açıkça söyleyeyim Bayan Hassan’ın önsözündeki özellikle Uygur Türklerine ayırdığı hacim beni epey şaşırttı. Zira kendisinin de belirtip, şikayet ettiği gibi, inanılmaz iki yüzlü bir devletler sistemi var. Nitekim Hassan, haklı olarak İslam konferansı Teşkilatı’nın ikiyüzlü politikasını ve Uygur Müslümanlarına yapılan soykırımda özellikle Müslüman ülkelerin sessizliği, hatta Çin’den yana tavır almasını eleştiriyor.
Bunların başında Suudi Arabistan ve Türkiye gibi ülkeler var.
Hasan, sunumunun finalinde ise toplumların özellikle insan hakları konusunda yeni bir anlayış ve uygulamaya geçmek zorunda olduğunu aksi halde her şey için çok geç olacağını ifade ederek şunları söylüyor:
“Dünya çapındaki insan hakları krizlerinin büyüklüğü, ölçeği ve sıklığı, yeni bir çerçevelemenin ve yeni eylem modelinin aciliyetini gösteriyor. Modern dünyaya yönelik en büyük zorluklarımızı ve tehditlerimizi bir insan hakları merceğinden incelemek hem teşhis, hem tedavi için kaçınılmazdır…”
Rapor Türkiye’ye 6 sayfa ayırmış.
73 ayrı yerde Türkiye’den bahsedilen raporun acı kısmı şu: Türkiye’de inanılmaz insan hakları ihlali yaşanıyor yaşanmasına ama raporda Türkiye ile ilgili en acı kısım Suriye maddesinde.
Bir ülkenin başka bir ülkenin cehenneme çevrilmesinde bu kadar rolü olur mu?
Bir başka çarpıcı görüntü ise, bizzat uluslararası insan hakları çevrelerinin Erdoğan’ın otoriterliğinin son yıllardaki eylemlerine dönük projeksiyon. “Hükümet, çevrimiçi haber yayını yapan medya şirketlerinin ve dijital yayın platformlarının, hükümete bağlı yayın izleme kuruluşu Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’ndan (RTÜK) lisans almalarını zorunlu kılan Ağustos 2019 tarihli bir düzenlemeyi yürürlüğe soktu” diyen HRW, hükümeti eleştiren az sayıdaki televizyon kanalına düzenli olarak keyfi para cezası ve geçici yayın durdurma cezaları uyguladığını kaydediyor.
Yaklaşık 7-8 yıl önce ülkenin en önemli medya kuruluşları TOMA eşliğinde basılıp gasp edilirken, bu kadar güçlü tepki vermeyen HRW türü yapıların “Voice of America ve Deutsche Welle’nin, benzer orantısız yaptırımlara ve sansüre maruz kalacakları gerekçesiyle RTÜK’e lisans başvurusunda bulunmamayı tercih etmiştir” demesi ne kadar gerçekçi, bu da ayrı bir tartışma konusu olsa gerek!
Bu cümlemizden sakın, 30 Haziran’da RTÜK’ün başvurusu üzerine mahkemenin her iki medya kuruluşuna Türkiye’den erişimin engellenmesine karar vermesini haklı gördüğümüz neticesi çıkmasın.
Raporun bir diğer önemli defosu ise mağduriyeti sadece Osman kavala ve Selahattin Demirtaş üzerinden okurken, hapishanelerdeki onbinlerce masum insanı görmezden gelmesi.
Sanki Kavala ve Demirtaş hapisten çıkarılsa Türkiye’de insan hakları sorunu diye bir mesele kalmayacak gibi bir hava oluşturması.
“Son altı yılda polis gözetiminde ve cezaevinde işkence ve kötü muamele iddiaları etkili soruşturmalara veya faillerin kovuşturulmasına nadiren konu oldu” diyen HRW, devamla “Şiddetli dayak, zalimane, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele, sığınmacılar ile göçmenler başta olmak üzere, yabancı uyruklu kişilerin sınır dışı işlemlerini beklerken idari gözetim altında tutuldukları geri gönderme merkezlerindeki aşırı kalabalık gibi kötü muamele haberleri düzenli olarak alınmaktadır” ifadelerine yer veriyor.
“İktidar koalisyonu, parlamentoda 56 sandalyesi bulunan muhalefetteki Halkların Demokratik Partisi’ni (HDP) kriminalize etme kampanyasını sürdürürken, çok sayıda eski HDP’li milletvekili ve belediye başkanı, şiddet içermeyen meşru siyasi faaliyetleri, konuşmaları ve sosyal medya paylaşımları nedeniyle terör suçlarından yargılandıkları davalarda aldıkları mahkumiyet kararları nedeniyle veya tutuklu olarak hapiste bulunuyorlar” ifadelerine de yer verilen raporda, HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın derhal serbest bırakılması yönündeki 2020 tarihli AİHM kararına rağmen cezaevinde tutulmaya devam ettiği vurguluyor..
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***