Karımak fiili Eski Türkçede “yaşlanmak” anlamına geliyordu. Bu fiilden türemiş karı sıfatı da önceleri “yaşlı, ihtiyar” demekti, insanlar ve hayvanlar için kullanılıyordu. Clauson şu örnekleri veriyor: “Özüm karı boltım, uluğ boltım” (Yaşlandım, büyüdüm), “bir karı öküz” (yaşlı bir öküz), “Sekiz-on yaşayur karı erti” (Seksen yaşında ihtiyardı), “It karı bolsar yatıp ürür” (Yaşlanan köpek yattığı yerden havlar). Peki bu kelime ne zaman ve nasıl oldu da “kadın” anlamına geldi? Özellikle ilk soruya cevap vermek pek kolay değil.
Tarama Sözlüğü’nde 14. yüzyıldan aktarılan örneklerin çoğunda karı tek başına kullanılıyor ve cinsiyet ayrımı olmaksızın “yaşlı” anlamına geliyor: “Yine verdi çok muştuluk karıya / Tama’cı olur kişi kim karıya” (Yaşlıya yine çok müjde verdi, yaşlanan kişi açgözlü olur).
15. yüzyılda karı sıfatı hayvan için kullanılmaya devam ediyor: “ol karı canavar ki avdan kalmış ola” (avlanmamış yaşlı hayvan), “karı canavar eti” (kart hayvan eti). Sıfatın ağaç için kullanıldığı bir örneğe de rastlıyoruz, yine 15. yüzyıldan: “Karı [yaşlı] ağaçları kesip yerlerine yiğit [genç] ağaçlar dikmek gerek.”
Son örnekte de görüldüğü üzere karı’nın karşıtı ya yiğit’tir: “İkiyi bir alma, yiğit deyip karı alma” (İki diye yanılıp birini alma, genç diye yanılıp yaşlı alma, 15. yy). Ya da kiçi (“küçük”): “karı avrata ya kiçi kızoğlana” (yaşlı kadına ya da küçük kıza).
Gelelim karı’nın dar anlamda kullanılmasına ve eşanlamlısına. “Karı avrat”, “karı hatun” ve “karı ana” şeklinde 15. yy sonuna kadar 10 tanık var TarS’ta. Tietze’nin Saltukname’den (15. yy) aktardığı şu cümlede de karı kadının sıfatı olarak kullanılmış yine: “Bu dip Frengistan’da Latin derler bir memleket var. Anda bir avrat begi var, karıdır, katı ziştdür” (Frengistan’ın içlerinde Latin denen bir ülke var, orada bir kraliçe var, yaşlıdır, çok çirkindir).
16. yüzyılda yaşamış bir şair olan Azizî’nin “güzel kadınlar albümü” diye çevirebileceğimiz Nigârname’sinde de şöyle bir beyit var: “Olaldan gün gibi ol meh hüveyda / Anunla fahridinür karı dünya” (O ay parçası gün gibi aşikâr olalı dünya denen koca karı onunla övünür). Eski edebiyatta feleği, dünyayı koca karıya benzetme alışkanlığı vardı, dolayısıyla karı sıfatının “yaşlı kadın, koca karı” anlamı belli.
KARI-KOCAYA DOĞRU
Tietze 1451 tarihli Ferec Bade Şidde’den şu tanıkları aktarıyor. İlk üçü “yaşlı” anlamında sıfat: “Nâgâh bir karı hatun kişi geldi” (Birden yaşlı bir kadın geldi), “Ditredi, ol suretden çıkdı, bir karı avret suretlü oldı” (Titreyip kılık değiştirdi, yaşlı bir kadın gibi göründü), “Bir koca kul, bir karı karavaşum kaldı” (Bir ihtiyar kölem, bir de yaşlı cariyem kaldı). Yine Ferec’den TarS’ın aktardığı şu örnekte de: “Bir koca kulum ve bir karı karavaşım var.”
Dikkat ederseniz bunlarda hep kadını anlatan isimlerden önce karı sıfatı, erkeği anlatan isimden önceyse koca sıfatı kullanılmış (ki bu ikincisi de aynı şekilde “yaşlı” demek ve, tıpkı karı gibi bir fiille, bugün dahi kullandığımız kocamak fiiliyle ilişkilidir). Bu ikili yapıyı, yani kadınlar ve erkekler için aynı anlamda ayrı ayrı sıfatların kullanılmasını (ki günümüz Türkçesinde güzel/yakışıklı ayrımında da görülüyor), daha eski tarihli Dede Korkut’ta da buluyoruz. Boğaç Han’ı kıskananlar babasına şöyle şikâyet ediyorlar: “Kırk yiğidin boyına aldı, kalın Oguz’un üstüne yöriyüş etdi. Ne yerde güzel kopdıysa çeküp aldı, ağ sakallu kocanun agzın sögdi, ag bürçeklü karınun südin tartdı.” (Kırk genç savaşçısını yanına aldı, güçlü Oğuz eline hücum etti. Nerede karşısına bir güzel çıktıysa zorla alıp yanında götürdü, ak sakallı ihtiyar adamın ağzına sövdü, ak perçemli yaşlı kadının sütünü çekti (?)).
TarS’ta da sıfatta cinsiyet ayrımına dair şöyle bir örnek var 15. yüzyıldan: “kocaların ata, karıların ana bil, yiğitlerin karındaş bil, yiğit avratların kız karındaş bil” (yaşlı erkeklerini baba, yaşlı kadınlarını ana, genç erkeklerini kardeş, genç kadınlarını kız kardeş bil). “Karı avrat” tamlamasının Farsça pîrezen (koca karı) karşılığı kullanıldığını gösteren 4 kayıt var TarS’ta.
Buna karşılık Dede Korkut’ta “baban karı, anan karı” şeklinde bir kullanıma da rastlıyoruz. Nötr (cinsiyetsiz) kullanımıyla “Karı düşman dost olmaz” atasözünün 16. yüzyılda da geçtiğini görüyoruz (TarS).
Yine de herhalde 15. yüzyılın başından itibaren karı sıfatının isimleşerek “yaşlı kadın”, koca sıfatının da isimleşerek “yaşlı erkek” anlamında kullanıldığı anlaşılıyor. Şu örnek Ferec’ten: “Elli ola keniyzek çıkdı, yüzleri, donları yırtuk; aralarında bir pîl gibi kara karı kim ölen oğlanın anasıdı” (50 kadar cariye çıktı, yüzleri ve üstleri başları yırtıktı; içlerinde bir de fil gibi kara, yaşlı bir kadın vardı ki ölen çocuğun anasıydı). Şu örnekse Dede Korkut’tan: “ağ sakallı kocalar” (ak sakallı ihtiyar erkekler), “ağ bürçeklü karıcuklar” (ak perçemli yaşlı kadıncağızlar). Özellikle küçültme ekli biçimin (karıcuk/karıcık) “yaşlı kadıncağız” anlamında 14. yüzyıldan 16. yüzyılın sonuna kadar kullanıldığına dair TarS’ta 19 tanık var. Karıcık’a paralel olarak kocacık da görülüyor: “Her kaçan kim karıcıklara ve kocacıklara uğrasa [ne zaman yaşlı kadınlarla erkekleri ziyaret etse] beni duadan unutman [dualarınızdan eksik etmeyin] der idi.” (15. yy)
Karı ve koca kelimelerinin bu kullanımdan gelişerek “zevc” ve “zevce” anlamlarını kazandığı anlaşılıyor. Ama ne zaman? Tam belli değil, yine de 16. yüzyılda Selanikli Sun’î diye bir şairin karı kelimesini bir kere “zevce”, bir kere de “yaşlı kadın” anlamlarında kullandığı iki beytine rastladım:
Her kişi togrı diyü besler evinde karısın / Böyle ger bilmeyeler tutmayalardı birisin
Merhâmet eylemeyüp Sun’î bulara hergiz / Urasın gencini kazuga kırasın karısın
(Latifî Tezkiresi, s. 365. Doğru bildiğinden her erkek evinde kendine ait bir kadın [zevce] besler; böyle kabul etmeseler, birini bile evde tutmazlardı. … Sun’î, bu kadınlara sakın merhamet etme; gencini kazığa oturt, yaşlısını kır geçir.)
KADIN ANLAMI VE YERİCİ DEĞERİN GELİŞMESİ
Gelgelelim, 17. yüzyılda karı kelimesinin artık tek başına “kadın” anlamında isim olduğunu kaydediyor Meninski, ama “yaşlı kadın” anlamını koruduğu da görülüyor. Karı’nın yanı başında artık koca karı da pîrezen’in eşanlamlısı olarak gösterilmektedir, karıcık ise salt küçültme ifade etmektedir (M. Tulum, s. 1100).
Peki karı kelimesi yerici tınısını ne zaman kazanmıştır? Kaynaklar bu anlamlar gözetilerek taranmamış olduğu için cevap vermek zor. 19. yy başlarında kaleme alınmış ve kadınsevmez bir havası olan Zenanname’de (dünya kadın atlası diye tarif edebiliriz bu kitabı) karı’nın “kadın” anlamında 4 kez kullanıldığını görüyoruz:
Ki safâ kesb ede her kârîsi / Ya’ni her cinsin ola karısı (Her milletin kadını anlatılsın ki okuyan herkes zevk alsın).
Karının sahte vakârı beddür / Onlara şîve henüz lâbüddür (Kadın kısmına yapmacık bir ağırbaşlılık yakışmaz, işveli olmaları şarttır).
Dogurur karılar ekserde beşer (Kadınlar çoğunlukla beşer çocuk doğurur).
Zâniyi bulmaz ise bir karı / Buz ile söndürür ol murdârı (Bir kadın sevişecek erkek bulamazsa ateşini buzla söndürür).
Ama bu örneklerde kelimenin kendi başına yerici değeri olduğundan emin olmak mümkün değil. Nitekim Burhan-ı Kâtı’da (19. yy başları) Farsça zen kelimesinin karşısında doğrudan “karı ve mer’et” karşılıkları verilip “recûl”un (erkek) zıddı olduğu belirtilmiş. Bu dönemde kelimenin henüz yerici bir değeri yoktu diye tahmin ediyorum. 19. yüzyılın sonunda Redhouse kelimenin “kadın” ve “zevce” anlamlarını kaydediyor ama duygu değerine dair bir not düşmüyor. 1901’deyse Kamus-ı Türkî, karı maddesinde “zevce”yi ilk anlam, “kadın”ı ikinci anlam olarak kaydettikten sonra şöyle der: “Hürmet meram olundukda ‘kadın’ denilir.” Yerici değerin ilk kayda geçirilişi bu olduğuna göre, söz konusu değerin 19. yüzyılın ikinci yarısında geliştiğini varsayabiliriz. (Ş. Sami hem karı hem de koca sözcüklerinin eski “yaşlı” anlamlarını da kaydedip mevcut “zevc” ve “zevce” anlamlarının bu kullanımlardan geliştiğini de belirtiyor.) Kelimenin olumsuz değerini en açık kaydeden ise Yakın Anlamlı Kelimeler Sözlüğü (1956) ile M. Ali Ağakay olur: “saygısız konuşmada ‘kadın’.”
Kısaca diyebilirim ki “kadın” anlamıyla karı kelimesinin yerici değeri, uzun bir tarihin sonucu olsa da, modern zamanlarda billurlaşmıştır. Bu durumu değerlendirmek ve yorumlamak için yakın ve karşıt anlamlılarıyla birlikte ayrı, daha kapsamlı bir inceleme yapmak gerek.
Savaş Kılıç: 1975’te doğdu. Türk Dili ve Edebiyatı ve dilbilim eğitimi gördü. İngilizce ve Fransızcadan çevirileri, çeşitli dergi ve kitaplarda yayımlanmış yazıları var. Metis Yayınları’nda editör olarak çalışıyor.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***