Anamnez
İran’daki toplumsal direniş 4. ayını doldurdu. Protesto eylemlerine yol açan vaka Jîna adlı bir kadının ölümüydü. İran polisi ve diğer devlet aygıtlarına göre bu kadının adı Jîna değil “Mahsa” idi. İran’ın Kürdistan eyaletinden gelen bu kadın 16 Eylül 2022’de Tahran’da gözaltındayken hayatını kaybetti. Gözaltına alınma sebebi, İran polisi ve diğer devlet aygıtlarına göre, başörtüsünü (hicab) kamusal alanda usulüne uygun bir şekilde takmamış olmasıydı. Gözaltına alınmasından iki saat sonra, tutulduğu polis karakolundan hastaneye götürüldü. İran polisi ve diğer devlet aygıtlarına göre kalp krizi ve inme geçirmişti. Ancak, İran polisi ve diğer devlet aygıtları tarafından finanse ve kontrol edilmeyen medya, İran polisi ve diğer devlet aygıtlarının memurlarının, tutuklanmaya direndiği gerekçesiyle Jîna‘nın kafasını darp ettiklerini duyurdu.
Bu başlangıç resmiyle ilgili iki hususun vurgulanması gerektiği kanaatindeyim. Bu vurgulamaların, buradaki somut çerçeveyi de aşan çok genel ve çok kritik düzeltme müdahaleleri olarak anlaşılmasını arzu ve umut ediyorum.
Azınlık Hâtemi 1: ‘Hicab’ mı ‘Kürt’ mü?
Birinci husus, bu olaylar silsilesine yol açan, kitlesel protesto eylemlerini başlatan vak’anın, başörtüsü/hicab ve genel olarak İran’daki kadınlara yönelik baskılarla ilgili olmayıp, her şeyden önce Jîna’nın Kürdistan’lı bir kadın olmasıyla ilgili olduğudur. İran polisi ve diğer devlet aygıtlarınca katledilen, soyut bir kategori, ya da evrendeki bütün kadınları içeren matematiksel üst-küme olarak tezahür eden ‘kadın’ değil, bilakis, bu kümenin vâzıh sosyal parametrelerle ayırt edici bir şekilde tanımlanabilecek son derece somut bir üyesidir.
Jîna’nın başörtüsünde usule aykırı hiçbir şey yoktu. Tam tersine, molla rejiminin ilm-i hâllerinde ve ders kitaplarında örnek hicab olarak gösterilebilecek derecede usule uygundu. Jîna’nın devlet tarafından katledilme sebebinin, onun bir Kürt kadın olduğu noktası kasıtlı olarak geçiştirilir, gizlenir veya kasıtsız olarak hesap dışı bırakılır göz ardı edilirse hem İran’da toplumsal özgürleşme hem de yeryüzünde kadının kölelikten kurtuluşu doğrultusunda, neticede hiçbir şey kazanılmamış, muhtemelen de eldekinden de olunmuş olacaktır.
Azınlık Hâtemi 2: ‘Mahsa’ mı ‘Jîna’ mı?
İran polisi ve diğer devlet aygıtlarınca katledilen insanın adı ‘Mahsa’ değil ‘Jîna‘dır. Önasyada birinci dünya savaşı sonrası ortaya çıkan genç devletler tarihine biraz olsun aşina olanlar bu düzeltmeyi hemen idrak edip gürültüsüz kabul edeceklerdir. Bilindiği üzre, Kürtlerin ezici çoğunluğu çocuklarının adını kendileri seçememektedir. Devlet Kürtçe isimlere izin vermemektedir.
Kürtler ve isimleriyle ilgili mesele Almanya ve Avusturya’daki Yahudilerin durumuyla karşılaştırılabilir. 18. yüzyılın son çeyreğinde, Habsburg hükümdarları – o vakte kadar ad konusunda oldukça esnek bir pratik sergileyen – Yahudilere sabit ad ve soyad mecburiyeti getirir. Amaç bu cemaatin daha etkin bir şekilde vergilendirilmesidir. Her ne kadar kâğıt üzerinde Yahudilere isimlerini seçme hakkı tanınmış gibi görünse de neticede kararı alan ve ad tercihini yapanlar hemen her zaman Avusturyalı devlet memurlarıydı. Bu memurların kemikleşmiş Yahudi düşmanlığına tanıklık eden isimlerden birkaçını hatırlayalım: “Mausefalle” (fare kapanı) “Streusand” (yol molozu), “Geizhals” (pinti), “Krumnas” (karga-burun). Faşist Almanya bir sonraki adımı da atarak bu durumu 1938’de yasalaştırdı.
Jîna‘nın ailesi katledilen çocuklarının devletin dayattığı isimle değil kendi koydukları isimle anılmasını talep ediyorlar.
“Jin Jîyan Azadî”: Kısa Tarih
“Jin Jîyan Azadî” sloganı en geç Milenyumun başından beri Kürt kadın özgürlük hareketi tarafından kullanılmaktadır. Sloganın düşünsel gelişim tarihi 1980’lerin sonuna kadar uzanmakta. 1990’ların ortasından itibaren bir süreliğine yayınlanan “Jin û Jîyan” adlı televizyon programı belki de bu sloganın ilk sürümü sayılabilir. “Jin Jîyan Azadî” sloganı en geç 2015’ten beri Kürt kadın örgütleri dışında uluslararası alanda da kullanılmaktadır. Bu sloganın IŞİD’e karşı mücadele eden Kürt kadınlarının belki de en etkili silahı olduğunu da bu vesileyle hatırlayalım.
İran Kürdistanı’nın Saqez kentinden bir Kürt kadının, ilk kez gittiği İran’ın başkentinde İran polisi ve diğer devlet aygıtları tarafından katledilip bir tabut içinde memleketi Saqez’e dönmek zorunda bırakıldığında, bu slogan önce cenaze töreninde ve Kürdistan şehirlerinde, ardından da tüm İran sokaklarında haykırılmaya başladı.
İlk Yenilgi
Fakat bu çok sürmedi, ilk stratejik hata yapıldı ve ilk ağır yenilgi programlanmış oldu. Sloganın Kürtçeliği kaşelendi, yani benim yukarıda ‘azınlık hâtemi’ şeklinde adlandırdığım can alıcı özellik, azınlık mührü, silindi, görünmez kılındı. Sloganın Farsçaya, yani hâkim çoğunluğun diline çevrilmesi ölümcül bir imsel dönüşüm oldu. Bu, hem İran’daki hem de İran dışındaki protesto hareketi için büyük bir darbeydi.
İkinci Yenilgi
Ardından, zaten birinci yenilgiye içkin olan, birincisi tarafından programlanmış ve gelişi hâl-i hazırda zımnî olarak ilân edilmiş olan ikinci darbe geldi: Jîna‘nın öldürülmesinin üzerinden daha iki hafta bile geçmemişti ki, o malum zeker erki o malum falokratik program sanki hiçbir şey olmamış gibi, sanki Jîna‘nın katliyle hiçbir ilişkisi yokmuş gibi geri döndü ve dümeni ele geçirdi: İlk darbeyle Farsçalaşmış olan “kadın yaşam özgürlük” sloganı (zan zendegi azadi) hiç vakit geçirmeden eril bir eş bulup (mard mihan abadî, “erkek, vatan, bayındırlık”) kendisini bir kez daha erkek efendiye teslim etti, bir kez daha zeker erkine secde etmiş oldu.
Ne yapılmalıydı?
Jîna sadece Kürt değil, aynı zamanda kadındı. Yani iki katlı, iki kaynaklı özgürleştiricilik potansiyeli barındırmaktaydı. Jîna’nın bu çifte azınlık mensubiyetine olan görünür bağ ve bu bağın programatik olarak vurgulanıp güçlendirilmesi, İran’daki ve başka yerlerdeki direniş hareketlerinin özgürlük yanlısı ve baskı karşıtı olmalarının ve öyle kalmalarının belki de biricik garantisiydi.
Jîna Aminî vakasında ve bir birey olarak Jîna’da evrensel bir sosyo-politik ilke ifadesini bulmakta, somutlaşmaktadır: devrimci olan her şeyin, yani bir toplumda tasavvur edilebilecek gerçek anlamda özgürleştirici tüm değişikliklerin azınlıktan başlaması, azınlığı pusula edinmesi gerektiği ilkesi. Bir toplumsal hareketin ve bunun sonucunda ortaya çıkan dönüşümün özgürleştirici doğasını mümkün kılan ve uzun vadede güvence altına alan şey, her şeyden önce ilgili harekete veya dönüşüme sarih bir şekilde dağlanmış olması gereken ‘azınlık hâtemi’dir.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***