“Geçen yıldan kalanlar”da konumuz bu defa, Lale Müldür’ün ekim ayında yayımlanan şiir kitabı “Kadınesk” olacak.
Müldür’ün ilk şiiri 1980’de yayımlanır. İlk kitabıysa 1988’de okurla buluşur. Her şairin ilk kitabı birçok anıyla yüklüdür. Bunun yanı sıra ilk yapıtların genellikle de ilk şiir kitaplarının çokça otobiyografik olmak gibi dikkat çekici “bir başka farklılığı” daha vardır. Ancak tür olarak şiirde biyografik boyut her zaman mevcuttur. Şiir kurgusal olsa da yapıntı sentetik ya da uydurma değildir. Kim Nâzım Hikmet’in ve modern Türkçe şiirin örneğin, dünya çapında başyapıtı olan “Memleketimden İnsan Manzaraları”nın biyografik boyutunu yok sayabilir ve hayali olduğunu söyleyebilir. Düşsellik çoğunlukla şiirin dilinde, imgeler aracılığıyla yer bulur. Denilebilir ki şiirin içeriği de kurgusu da şairin yaşamıyla iç içe hatta zaman zaman bir hayli iç içe olmuştur, olmaya da devam ediyor.
Yeri gelmişken bir parantez açalım; malum, ocak ayı şiir için Nâzım (Hikmet) ayı, Cahit (Külebi) ayı, Cemal (Süreya) ayı, Onat (Kutlar) ayı, (Adnan Azar) ayı… Bu vesileyle bize hâlâ okumaktan usanmadığımız şiirler bırakan şairleri selamlamadan geçmeyelim. Her birinden bir şiir değilse bile birkaç dize, betik alalım, aktaralım. Yazı belki biraz uzar (mı), bir defaya mahsus uzasın… Şairleri, artık yapıtlarıyla yaşar olduktan sonra, hiç değilse “hayata düğümlenme ve çözülme günleri”nde selamlamak, anmak onlara bir demet çiçek sunmakla eşdeğerdedir diye düşünüyoruz. O çiçekler ki aslında balı tarafımızdan (okur olarak) alınan şiirlerdir. Bazılarının balı acı olsa bile…
ŞİİR ÇİÇEKLERİNDEN BİR ÇELENK
Nâzım Hikmet’le başladık, onunla devam edelim. Şairin “Yirminci Asra Dair” başlıklı şiirinden kısa bir bölüm paylaşalım.
Dünyaya erken gelmişim diye kahretmedim hiçbir zaman.
Ben yirminci asırlıyım
ve bununla övünüyorum.
Bana yeter
yirminci asırda olduğum safta olmak
bizim tarafta olmak
ve dövüşmek yeni bir âlem için…
Şu dizeler de yapıtları çok sevilen, hâla çok okunan, unutulmayan, artık aramızda olmasa da yazdıklarıyla yaşayan bir şairin; 9 Ocak 1990’da yaşamını yitiren Cemal Süreya’nın “Kısa Türkiye Tarihi” başlıklı şiirinden:
İstanbul’da bir duvar duvarda bir kilise
Sen çırılçıplak elma yiyorsun
Denizin ortasına kadar elma yiyorsun
Yüreğimin ortasına kadar elma yiyorsun
Bir yanda esaslı kederler içinde gençliğimiz
Bir yanda Sirkeci’nin tiren dolu kadınları
Âdettir sadece ağızlarını öptürürler
Ayaküstü işlerini görmek yerine
Adımın bir harfini atıyorum
Baharın isyancılığına, isyanın bahar coşkusuna, neşesine, şenlikli ruhuna şiirle ayna tutan Onat Kutlar’ın “Ayrılık” başlıklı şiirinden iki dörtlük okuyalım:
Ayrılık şiiri ne kadar yalın
Sevdiğimiz aşk sözcükleri gibi
Kılıçla kesiyor bir hain nokta
Öpüşen virgüllerle akan cümleyi
Nasıl soğuk ayrılığın güneşi
Gölgeli bir çınar olan gövdemin
Dalları içten kırınca acı
Buzdan bir alçıyla tutuyor beni
Adnan Azar, Lale Müldür’ün aynı zamanda kuşağından bir isim. Azar’ı “Günler” başlıklı şiirinden bir betikle selamlıyoruz:
Nasıl eskiyim nasıl eskiyim
ince bıçaklar gezdiriyorum yedeğimde.
Bana eksiklerden söz etme
işte şu deniz şu yürüdüğüm fırtına
bak nasıl taşırıyor günleri
nasıl taşırıyor ve bakışlarım
hangi sular renginde.
Nâzım Hikmet gibi ocak ayı doğumlu, modern Türkçe şiirin önemli isimlerinden biri olarak yer edinmiş bir başka şair, Cahit Külebi’den de iki betik aktaralım:
Vaktiyle İzmir’e gitmiştim
Ömrümde ilk defa
Aşıklık yüzünden.
Şehre girerken ışıklar uçuşuyor
Rüzgâr okşuyordu saçımı tren penceresinde,
Kalbim bir bayrak gibi çırpınıyordu.
O gün bugündür başıma gelenler
Kimsenin başına gelmemiştir
Ekmek peşinde.
Geçmişten söz etmek neye yarar.
DÜNYAYI ŞİİRLE BÜYÜLEMEK
Haydar Ergülen, 4 Kasım 2022 tarihli Kitap Sanat ekindeki yazısında “Lâle’nin ilk kitabı ‘Uzak Fırtına’yı 1988’de Şiir Atı Yayınları’ndan yayımlamıştık” diye başladığı yazısında Müldür’ün şiirine ilişkin izlenimini şöyle dile getiriyor: “Pırıltılıydı, karanlıktı, uzaktı yakındı, yüksekti, sıcaktı soğuktu, kuzeydi, yukarısıydı, geyikliydi, ormanlıydı, sisliydi, fırtınalıydı, sakindi, gökseldi, yıldızlıydı, göğün işaretleriyle doluydu, işaretlerin kendisiydi.
O şiirler ya da işaret ettikleri yerler, Ahmet Güntan’ın bir dizesinde sorduğu soruyla açığa çıkıyordu, ‘sen bu dünyaya mı aitsin’. Başka dünyalar, dünya içindeki dünyalar, dünyalararası, her şey Lâle’nin şiirine, oradan da bize yağıyordu. Ne çok yağmur! Yıldız yağmuru, meteor yağmuru, element yağmuru… ‘Voyıcır 2’, ‘Seriler Kitabı’, ‘Kuzey Defterleri’, ‘Buhurumeryem’, ‘Divanü Lugat-it-Türk’, ‘Saatler Geyikler’… Lâle Müldür’ün şiir yağmuru sürerken, belki başta onun bize Batı’dan şiirler getirdiğini düşünürken, o usulca bir ‘çevren’ gibi Doğu’dan da kuşatıyordu şiiri. Gökkuşağı yağmuru tamamlıyorsa, Lâle Müldür’ün şiiri de Batı’dan ve Doğu’dan dünyayı tanımlıyor ve tamamlıyordu.”
Ergülen’in değerlendirmesi Lale Müldür’ün tüm şiir yolculuğunun birikimini kapsayıcı, kuşatıcı ve özetleyici nitelikte. Zaman içinde Lale Müldür’ün kitapları değişse de paylaştığı şiir dünyasında, dilinde, tekniğinde bir yön ve yol değişikliği söz konusu değildir. Başında amacı neyse bugün de aynıdır diyebiliriz. Büyüsü bozulmuş dünyayı büyüleme uğraşını tüm benliğini katarak sürdürmekte.
OTUZ YEDİ RESME KARŞILIK OTUZ YEDİ ŞİİR
“Kadınesk” otuz şiir ve otuz yedi resimden oluşan, seksen sayfalık bir kitap. Müldür, kitapta yer alan her resim için bir şiir yazmış. Resimler, Berlin’de yaşayan Ercan Aslan’a ait. Şiirlerle resimlerin buluşmasına ilişkin kitabın girişinde şu not yer alıyor: “Bu şiirler, 2016 baharında Berlin’de Ercan Aslan ile Lâle Müldür’ün karşılaşmasından bir gün sonra, ressamın atölyesinde geçen gecelerde yazılmıştır. İki sanatçının bir araya gelmesini sağlayan Osman Kavala’ya teşekkürler.” Bir sonraki sayfada yer alan metindeyse, kitabın içeriğini oluşturan deneyime ilişkin önemli ipuçları sunuluyor, açıklama getiriliyor: “Şiir ve resim başka bir şey. Kendinin binlerce mil ötesine gidebiliyorsun. Bu resimlerde, tıpkı iyi müziğin tanımında olduğu gibi, aynı zamanın içinde tekrar eden bir ritim var. Bütün etüt boyunca bu müziğin içinde gidip geliyor, sallanıyordum. Ercan Arslan’ın resimlerindeki ritmi yakalayıp müziğinde gezindiğimde aynı yalpalanma duygusuna kapılıyordum.” Şairin kaydettiği “yalpalanma duygusu” tabirinin altı, “yüksek törensel geceler” ifadesiyle birlikte, şiirler okunurken ve yorumlanırken şifre çözücü bir im, kod, kilidi açacak anahtar olarak değerlendirmek amacıyla çizilebilir. Kitabın ilk şiirinden bir bölüm okuyarak devam edelim:
Bu bendim sanki
tam da eviçeri yokuş bunalımlarında
sürüklenirken lacivert bir uzam gibi
nasıl bir mavi bu diyordum kendi kendime
nasıl bir turkuaz mavi bu
önüme uzanan bu acımasız dülger yumruğu
Yumruğa bakıyordum
Şaşırmış şaşıra kalmış
Şaşırkalazmış
Acınası gözlerimle
İçimdeki siyah saçlı
benden daha genç bir Lâle
karnından cenin çıkmış gitmiş de
kalakalmış gibi tek başına
öyle ıssız, öyle cengâver gözleriyle
“Kadınesk”le ilgili ilk izlenim olarak “yüksek törensel gecelerde” dünyaya inen, belki de indirilen demek gerekir, şiirler olduğunu söyleyebiliriz. Nereden gelmiştir, nereden inmiştir bu dizeler, şiirler; sorunun karşılığını en doğrusu şiirlerin sesinde, sözünde, imgelerin dilinde, düşünde, çağrıştırdıklarında aramak olacaktır. Kitaptan bir başka şiirden bir bölüm sunalım:
kafamda hasır şapka
girilmişken
esrarlı bir biçimde
bana düşen yıldızlara doğru
gergin kanatlarımı uzatıyordum
kokain kokain diye bir ses geldi
birdenbire çarpılmış gibi
yerin altından
önümüzdeki tütsü geçip giderken öyle
resimsel dumanlar gibi
bir ameliyat ikilemi gibi
bölünürken kafalarımızda
biz de bölünüyorduk
kokain bölünmelerinde
LEYLA RUHLU, LALE DİLLİ BİR KİTAP
Daha önceki kitaplarda olduğu gibi bu kitaptaki şiirlerde de Müldür şiir yazmıyor, şiir söylüyor dedirten bir sihir, büyü, yoksa simya mı demeli, dikkat çekiyor. Onun yapıtlarını okurken çoğunlukla bir Şaman büyücüsü, modern çağın dışında yaşayan bir yerli kabile falcısı, bir sihirbaz belirir sözcüklerin arasında ve okur için bir ayin, bir tören başlatır. Bazen de şiirlerin konuşan kişisi, Baudelaire’in “esriyin” çağrısını özümseyerek esrimiş biri olur. “Kadınesk”teki şiirler de okurken resimlerle bütünleşerek bu duyguyu, bu izlenimi pekiştiriyor.
Şair, okurunun kitapta, şiirler arasında ilerledikçe esrikliğe ortak olsun, bir ayinin ortasında olduğundan şüphesi kalmasın istiyor gibi. Nasıl bir ayin nasıl bir tören mi? Biz değil şair söylesin:
Bu kalabalığın onu tanımazdan gelmesi,
Kişiliğinin çalınması gibi bir şeydi.
Üzünç sevgilim
Başka bir Yüksek Törensel Gece
bizi bekliyor.
“Kadınesk” için baka baka yazılmış, göre göre söylenmiş şiirlerden oluşuyor da diyebiliriz. Ama resimlere şiirler, şiirlere resimler sarmalında bir kitap olduğunun da altını çizmek gerekir. Okura “şiire bakmak, şiiri görmek” gibi önemli bir deneyim yaşattığını da belirtelim. Son bir şiir daha okuyalım. 28. betiğin ilk bölümü:
Ah Güneş, kaybolan ülkemin güneşi…
Gazetelerin kaybolmuş başlıklarına gömülmüşken ben
üstümde yazılan tüm o kaybolmuş kurbanlar ve
gözlerim işte anılara gözü kapalı olarak bakacak olan
gözlerim… şapkamı eğiyorum bu ters Güneş’in
altında ve koruyorum böylece yüzümü bu ters Güneş
altında yanmaktan
arkamda demirler demirler
Kim bilir kimlerin anıları?
Şunu da ekleyerek tamamlayalım yazıyı: “Kadınesk” Lale Müldür’ün “simyacı” bir şair olduğu görüşünü de kuvvetlendiriyor. Hatta kitap için bir “simya” ürünü de denilse yeridir. Kadınesk; “Leyla ruhlu (özgür ruhlu)”, “Lale dilli (kentlerin az sayıda şair çiçeğinden biri de kadehi dolu lale değil midir?)” şairden beklendiği gibi bir kitap…
Enver Topaloğlu: Türk dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. Birçok sanat edebiyat dergisinde şiirleri yayımlandı. Altı şiir kitabı bulunuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1993 – 2015 yılları arasında düzeltmen olarak çalıştı. Emekli oldu. Gazete Duvar’de yazarlığa başladı. Beş yıl süreyle cumartesi günleri modern Türkçe şiiri odak alan yazılar yazdı. 10 Eyül 2022 tarihinde Artı Gerçek’te başladığı köşe yazarlığını sürdürüyor. Topaloğlu 2017’den bu yana İzmir’de yaşıyor.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***