Mühdan SAĞLAM
Artı Gerçek – Oxfam International, Davos Zirvesi başladığında küresel gelir uçurumuna dönük raporunu paylaştı. Dünya zenginler ve yoksullar olarak ikiye ayrıldı; bu ayırım keskinleşiyor.
2019’da Oxfam International Konfederasyonu’na üye olan KEDV, bu yıl Türkiye’de gelir eşitsizliği verilerini derledi. KEDV Koordinatörü Didem Demircan ile Türkiye verilerini derleme süreçlerini, gelir uçurumunun geldiği noktayı, kadın ve kız çocuklarının durumunu ve soruna yönelik çözümleri konuştuk.
Oxfam International her yıl Davos Zirvesi öncesinde gelir uçurumuna dönük bir rapor yayınlıyor. Geçmiş yıllardan farklı olarak ama bize göndermiş olduğunuz basın bildirisinde Türkiye’den de çarpıcı veriler vardı. Öncelikle Oxfam bu süreçte birlikte mi çalıştınız, Türkiye verilerini siz mi derlediniz
Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı, KEDV, 2019’da Oxfam Konfederasyonun 21’inci üyesi oldu. Bu tarihten bu yana da ortak çalışma yürütüyoruz. Türkiye’den katılan tek sivil toplum örgütüyüz, her yıl açıklanan gelir uçurumu verilerinin hazırlanması sürecinde alt çalışma grupları oluşturuluyor. Biz de bu çalışma gruplarından birinde yer aldık. Çalışma grupları ülke verileri derliyor. Türkiye verilerini de buna göre biz çıkardık.
“GELİR EŞİTSİZLİĞİ: 13’E KARŞI 44 MİLYON”
Bu konuda en önemli unsur verilerin güvenilirliği. Siz de dahil olmak üzere çalışma grupları verileri hangi kaynaklardan derliyor?
Çalışma grupları, verileri derlerken Forbes, Credit Suisse, World Inequality Database, Wealthx gibi farklı platformların verilerini kullanıyor. Bu verileri birleştirip, ikinci kez gözden geçirip ülkelere uyarlıyorlar. Biz de konfederasyon üyesi olduğumuz için Türkiye verilerini istedik. Türkiye verilerini hazırlayıp paylaşmak istedik. Dünyada bir eşitsizlik olduğunu biliyoruz, ancak bunun yoğunlaştığı ülkelerden biri Türkiye. Bunu rakamlarla ortaya koymak istedik, ki çok çarpıcı bir veri seti ortaya çıktı. Örneğin 13 milyarderin serveti, nüfusun yarısının servetinde daha fazla. 13 karşısında 44 milyon.
“ZENGİNLER VERGİLENDİRİLDİĞİNDE TÜRKİYE 8,1 MİLYAR DOLARLIK KAYNAK ELDE EDİYOR”
Bunun gibi çarpıcı başka veri var mı?
Bilmediğimiz bir şey söylemedi aslında veriler, ama en zengin yüzde 1’in en yoksul 90’ın 1,5 katı servet sahibi olması verisi yine de şaşkınlık yaratıyor. Burada yüzde 1 yüzde 90’a eşit dahi diyemiyoruz, fark 1,5 kat zira. Diğer yıllardan farklı olarak Oxfam bu yıl hükümetlere öneriler de sundu. Zenginleri vergilendirin, diyoruz ancak bu somut olarak ne demek, nasıl olmalı sorusu ışığında bu yapıldı. Türkiye için de bu konuda bir çalışma yapıldı ve milyon dolar düzeyinde serveti olanlara yüzde 2, 50 milyon dolar üstü servet sahiplerinden yüzde 3 milyarderlerden yüzde 5 servet vergisi alındığında Türkiye için 8,1 milyar dolarlık bir kaynak sağlanıyor.
“Peki bu 8,1 milyar dolar neye karşılık geliyor?” diye biz kendi çalışmalarımıza dönüp baktık ve şunu gördük: Türkiye’de ücretli bakım emeği, ücretli bakım hizmetlerinin tutarı 6,5 milyon dolar, yani devletin sağladığı çocuk yuvaları, engelli hizmeti, evde bakım hizmeti, bakımı yapan aile bireylerine ödenen desteklerin toplamı 6,5 milyon dolar. Dolayısıyla biz ultra zenginlerden bu oranlarda bir vergi toplayıp 8,1 milyar dolar gelir elde edebilirsek şu an Türkiye’de verilen bakım hizmetlerini ikiye katlayabiliyoruz. Yani aynı anda bunun iki katı kadar hizmet vermek mümkün.
“TÜİK VERİLERİNE GÖRE 11 MİLYON KADIN İŞGÜCÜNE KATILAMIYOR”
Örneğin çocuk için bakım hizmetlerine ayrılan ücret 2 milyar dolar, düşünün bunun 4 katı kaynağı vergilerden sağlıyorsunuz. Yani devlet yuvalarının dörde katlandığını düşünsenize. Üstelik daha iyi hizmet, daha kaliteli bakım demek bu. Türkiye’de okul öncesi eğitime erişim oranı hâlâ yüzde 30’larda. Yoksul mahallelere gittiğinizde çocuk yuvalarına erişim yok denecek kadar az. Halbuki biliyoruz ki yoksulluk zincirini kırmanın en önemli müdahalelerinden bir tanesi okul öncesi eğitim. Yani orada siz çocuklara kaliteli bir eğitim sunabildiğinizde o yoksulluk zincirini kırıp yoksulluktan çıkabilme imkanları yaratılabiliyorsunuz. Birleşmiş Milletler ’in buna dönük araştırmaları var. Ayrıca biliyoruz ki, bakım hizmetleri arttığı zaman kadınların işgücüne katılımları artabiliyor. TÜİK verilerine göre 11 milyon kadın işgücüne katılamıyor. Bu kadınlara neden çalışmıyorsunuz dediğinizde, “ev içi görevlerimden ötürü” yanıtını alıyorsunuz.
Eğer bakım hizmetlerini yaygınlaştırırsak pek çok kadın, çocuğunu, engellisini, yaşlısına bu bakım hizmetlerine teslim edip kendisi işgücüne katılabilecek. Üstelik hayalindeki eğitime katılabilir, çocuğunu, engellisini yanında sürüklemeden tek başına alışveriş yapabilir, doktora gidebilir. Dolayısıyla bakım hizmetlerinin yaygınlaşması sadece çocukların, yoksulluktan çıkması, yaşlıların, engellilerin daha iyi bakım hizmetlerine kavuşması açısından değil, aynı zamanda kadınların kendi hayal ettikleri yaşamı yaşayabilmeleri için de şart. Bu 8,1 milyar dolar hesaplaması biraz da bunun somutlaşıp neye karşılık geldiği anlaşılsın diye yapıldı.
“TÜRKİYE’DE ÇALIŞANLARIN YÜZDE 64’Ü YOKSULLUK SINIRININ ALTINDA”
Gelen rapor da gösteriyor ki dünya süper zenginler, zenginler ve yoksullar olarak ayrışıyor. Bu noktada pek çok ülkede orta sınıfların eridiğine yönelik verilere dayanan iddialar var. Siz bu görüşe katılıyor musunuz? Sizce neden böyle oldu?
Oxfam’ın konuya dönük hazırladığı raporlar gösteriyor ki yoksulluk son 25 yıldır ilk defa yükselişte. Devletler vergi oranlarını düşündükçe ultra zenginlerin servet birikimi artıyor. Yani bir tarafta servet sahipleri servetlerine servet katmış, bunu raporlar ortaya koyuyor. Öte yandan yoksulların hem sayı olarak arttığı hem de nitelik olarak eridiği ortaya çıkıyor. Daha önce yoksul olmayanların da yoksulluk sınırının altına düştüğünü görüyoruz. Örneğin BM İnsani Gelişim Endeksi’ne bakıldığında 10 ülkenin 9’unda düşüş var.
TÜİK verilerine göre çalışan nüfusun yüzde 37,5 asgari ücret ve altında ücretlere çalışıyor. Bunun 1,5 katına çıktığınızda oran yüzde 64’e geliyor. Kısa süre önce Birleşik Metal-İş Sendikası yoksulluk sınırının 28 bin olduğunu ifade etti. Bir hanede iki çalışan olduğunu düşünelim. Diyelim ki maaşları asgari ücretin 1,5 katı, 12750, düz hesapla 13 bin. İki kişinin aylık geliri 26 bin yapıyor. Birleşik Metal-İş’in yoksulluk sınırı tespitine (28 bin) göre bu hane yoksulluk sınırının altında. İşte bu haneler Türkiye’de çalışan nüfusun yüzde 64’üne denk geliyor.
Bu bize çalışanlarda da ciddi bir yoksulluk olduğunu gösteriyor. Çalışmak artık yoksulluktan kurtulmaya yetmiyor. TÜİK’in Türkiye geneli ortalama ücret hesaplamasına göre yıllık gelir 47 bin. Bunu 12 aya böldüğünüzde aylık 4 bin liraya erişmediğini görüyoruz. Kadınlar açısından durum daha vahim. Türkiye’de kadınların işgücüne katılımı yüzde 35. Bu verileri dikkate aldığımızda Türkiye toplumunun çok ciddi bir oranı maalesef yoksulluk sınırının altına. Elbette burada orta sınıftan artık bahsetmiyoruz. Toplum artık çok zenginler, zenginler ve yoksullardan oluşuyor. Öte yandan tüm dünyada olduğu gibi zenginlerin elindeki sermaye birikmeye devam ediyor. Bu biriken serveti dağıtacak mekanizmalar da ortadan kaldırıldı.
“ÇALIŞAN KADINLARIN BÜYÜK BİR KISMI GÜVENCESİZ, KAYIT DIŞI ÇALIŞTIRILIYOR”
Oxfam International raporu incelendiğinde dünyada kadın ve kız çocuklarının sofraya en son oturan ve ilk kalkan olduğu ifade ediliyor. Bu grubun genel yoksulluk oranı yüzde 60. Türkiye’de kadın ve kız çocuklarının durumu nedir?
Oxfam’ın bir önceki raporu, özellikle pandemi dönemine ilişkin olan raporuna bakıldığında kadınların bu dönemde ciddi oranda iş gücünün dışına itildiğini görülüyor. Dahası hem Türkiye hem dünyada kayıt dışı çalışan kadın oranı daha yüksek, pandemi döneminde kapanan bu işler nedeniyle bu süreçten kadınlar daha dezavantajlı çıktı.
Türkiye’de de bunu gördük ki rakamların çok parlak olmadığını söyledik. Şimdi Türkiye’de iş gücüne katılım yüzde 35, ancak bunun yüzde 20’si ücretsiz aile işçisi. Yani yüzde 35’in içinde beşte bir oranında aile işçisi olan kadın var. Aile işçisi aynı zamanda ücretsiz çalışma demek. İş gücüne katılan kadınların önemli bir kısmı güvencesiz, sigortasız olarak çalışıyor.
“YOKSULLUK YALNIZCA PARANIN AZLIĞI DEĞİL, AYNI ZAMANDA DIŞLANMADIR”
Yoksul hanelerde duruma bakıldığında buradaki kadınların yüzde 85’i çalışmıyor/çalışamıyor. Yani yüzde 15’i çalışma imkanına sahip. Bu yüzde 15’in yarısı da ücretsiz aile işçisi. Bütün bu verilere baktığımızda ciddi bir yoksulluk görüyoruz. Burada şunu belirtmem gerekiyor, yoksulluğu yalnızca ekonomik, maddi faktörlerle ele almıyoruz. Yoksulluk aslında bir dışlanmadır. Toplumsal kararlara ya da kendi hayatını etkileyen kararlara katılamama, eğitim ve benzeri fırsatlara ulaşamama, sermaye gibi kaynaklara erişememedir. Örneğin bir kadın banka kredilerine erişemiyor, çünkü kadının üzerine kayıtlı mal/ mülk yok. Belki ailede bir tane ev veya bir tarla var o da erkeğin üstüne kayıtlı. Yani kadın küçük bir girişim kurmaya çalışsa dahi, kredi fırsatını kullanamıyor. Yoksulluk yalnızca paranın azlığı değil, kadınlar açısından aynı zamanda hayatın pek çok alanından dışlanma, eşit fırsatlara erişmeme, eğitim alamama, kültür-sanat, sosyal hayat fırsat ve olanaklarına ulaşamamadır. Yani maddi olarak imkân yetersizliğinin özellikle kadınların hayatında ciddi anlamda dezavantajlar yarattığını görüyoruz.
“Evde otur, senin kazandığın paradan ne olacak ki!” gibi küçümseyici ifadelerin sık sık geçtiği şekilde toplumsal rollerin de kadınların yoksulluktan çıkamamasına ciddi oranda etki ettiğini görüyoruz.
“YOKSUL KESİMLERİN KARAR ALMA MEKANİZMALARINA KATILMASI ÇOK ÖNEMLİ”
Elbette makro çözümler isteyen çok katmalı bir sorundan bahsediyoruz. Belki bir bütün olarak çözüm tek elden sunulamıyorsa da en azından bu yükün hafifletilmesine yönelik ne yapılabilir?
Bütünlüklü bir çözüm gerekiyor. Aslında bakım meselesi artık kadınların üzerindeki yük toplumsal role dönüşmüş durumda. Bu noktada okul öncesi dönemden itibaren, kreşlerde, yuvalarda algı değişikliği için bir toplumsal cinsiyet eşitliği farkındalığıyla ilgili çalışma yapılması, bunun eğitim programı içinde müfredata yerleştirilmesi gerekiyor. Bu bakım yükünün kadınların üzerinden alınıp, toplumun diğer kesimlerine pay etmek gerekiyor. Yani erkeklerin de üstlenmesi, devletin üstlenmesi, özel sektörün yaklaşımını değiştirmesi dönüştürmesi ve bu noktada yeni rol üstlenmesi gerekiyor. Bakım hizmetleri yaygınlaşmamalı, ama burada tabii ki kaliteli erişilebilir hizmetlerden bahsediyoruz.
İkincisi, yoksulları bir sosyal hizmet unsuru olarak gören bakış açısından uzaklaşmak gerekiyor. Yoksulların ve yoksul kadınların kendi sorunlarını tespit etme ve kendi sorunlarını çözüm geliştirme hakkını teslim etmemiz gerekiyor. Yani onları mekanizmalara dahil etmemiz lazım. Örneğin belediyelere, yerel yönetimlerin karar alma mekanizmalarına il müdürlüklerine dahil etmek gerekiyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Tarım Bakanlığı bu konuda pek çok çalışma yapıyor. İşte burada bu kitleleri toplamak ve sorun ne nasıl çözülebilir, kafa yormak gerekiyor. Yoksul kesimlerin karar alma mekanizmaların katılması çok önemli.
Kadınlar özelinde işgücüne katılım engellerinin kaldırılması gerekiyor. Yeni beceriler geliştirmeleri için fırsat yaratmak, küçük sermaye ihtiyaçları için destek olmak gerekiyor. Kadın kooperatifleri bu durumun örneklerinden biri. Türkiye genelinde kadın kooperatifleri çok önemli bir kalkınma aracı aslında. Onların daha verimli çalışabilmeleri için kadın kooperatifleri desteklenebilir. Birçok yoksul kadın oralarda ortak işler yürütüyorlar. Verilecek bir destekle o işlerin kapasitesi artabilir ve daha çok kadın oralarda iş gücüne katılmaya başlayabilir. Kadın çiftçilerin desteklenmesi yine bu duruma örnek verilebilir. Ancak bunun için siyasi irade ve kaynakların doğru kullanılması gerekiyor.
“GELİR UÇURUMUNU AZALTACAK TEMEL İLKE YÜZDE 99’UN REFAHINI ARTIRACAĞIZ OLMALI”
Türkiye’de ve dünyada artık arşa çıkmış bu gelir uçurumu nasıl kapanabilir? Oxfam bir vergi reformu önerisi yaptı. Sizce bu yeterli olur mu? Ne yapmak gerekiyor?
Burada temel ilke olarak hükümetin, devletlerin biz kimin yanında yer alacağız kimin refahı için çalışacağız sorusuna yanıt vermesi gerekiyor. Bu ilke biz halkın yüzde 99’unun refahı için çalışacağız olmalı. Bu perspektiften bütün politikaları, uygulamaları gerçekleştirmesi gerekiyor. Bu yerel yönetimlerin bütçeleme işi de olabilir, ulusal bütçeyi analiz etmek de. Bu perspektifle, yoksulluk ve toplumsal cinsiyet perspektifiyle, bir defa bütün bunların analiz edilmesi ve buna göre politikalar geliştirilmesi gerekiyor genel ilke bu olmalı.
Elbette yoksulluk mevzusunda yani sistem basit aslında. Devletler, elde edilen gelirden birtakım kazançlar yaratarak bunu toplum için kullanmalı, elbette ideal olandan bahsediyorum. Neyi servet olarak tanımlıyoruz, bu belirlenmeli. Bunun kaçmasını önlemek ve vergilendirmek için mekanizmalar inşa edilmeli. Buradan elde edilen vergiler, bahsettiğimiz gibi halkın refahı için kullanılmalı. Burada bana kilit kelime refah gibi geliyor.
“REFAH YALNIZCA BİR GELİR ARTIŞI DEĞİLDİR”
Neden?
Çünkü refah dediğimiz şey yalnızca bir gelir artışı değil. Toplu taşımanın iyi olması, güvenli barınma, sıcak bir ev, iklim değişikliğinden etkilenme durumunun hesaplanabilmesi buna çözüm üretilmesi, afet durumlarının dikkate alınması gibi birçok unsuru, katmanı kapsıyor.
İkincisi, halihazırda zaten birikmiş bir servet var. Buraya da bir müdahale etmek lazım, çünkü bu birbirini büyüten bir dinamiğe sahip, yaygın tabirle para parayı çekiyor. Sermaye gelirleri artarken bunun neredeyse hiç vergilendirilmediğini görüyoruz. Bunlar neden vergilendirilmiyor? Örneğin kira geliri olan vatandaş kolayca bulunabiliyor, ancak bu kadar varlığı olan kişinin geliri mi, serveti mi tespit edilemiyor?
Bu isimler, offshorelara, paravan şirketlerle servet kaçırıyor, ancak bunu takip etmek zor değil. İşte bu noktada tek bir ülke değil, diğer devletlerin de dahil olacağı bir sistem yaratmak lazım. Örneğin ortak bir vergi oranı skalası belirlenebilir. Artık sistem bu haliyle sorunlara cevap vermiyor, bir kısım insan turistik amaçla uzaya gidiyorken 10 kişiden biri yatağa aç giriyor. Bunun içinde kız çocukları ve kadınların oranı yüzde 60.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***