YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
İkinci Dünya Savaşı sonunda çok partili hayata geçme kararı alan Tek Parti yönetimi, 7 Ocak 1946’da DP’nin kurulması sonrasında seçimleri bir yıl öne aldı.
DP ise erkene alınan belediye seçimlerine katılmasa da milletvekili seçimlerine katılmayı tercih etti. Ancak karşısında “partili cumhurbaşkanı, CHP’li sivil ve askerî bürokrasi ve kazanmak için her şeyi yapmaya hazır iktidar partisi teşkilatları” vardı.
BASKIN SEÇİM
Türkiye’de II. Dünya Savaşı sonrasında esen demokrasi rüzgarlarının ilk aşamalarından birisi TBMM’de “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu” görüşmeleri sonrasında İzmir milletvekili Celal Bayar, Aydın milletvekili Adnan Menderes, İçel milletvekili Refik Koraltan ve Kars milletvekili Fuat Köprülü tarafından verilen “Dörtlü Takrir” oldu. Sonrasında Menderes ve Köprülü CHP’den ihraç edilirken Bayar ve Koraltan da partiden istifa ettiler.
Bu şekilde ortaya çıkan gelişmeler 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti’nin (DP) kurulmasıyla sonuçlandı. Aslında çok partili hayata geçişte kurulan ilk siyasi parti Sivaslı meşhur sanayici Nuri Demirağ’ın Milli Kalkınma Partisi’ydi. Cevat Rifat Atilhan ve Hüseyin Avni Ulaş’ın da kurucuları içinde yer aldığı bu parti halk nezdinde bir karşılık bulamamıştı.
Türkiye’yi yirmi üç yıldan beri yöneten ve başında “Ebedi Şef, Değişmez Genel Başkan” Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün bulunduğu CHP, kendi içinden çıkan DP’yi güçlü bir rakip olarak gördü ve daha baştan iktidarını kaybetmeme adına tedbirler alma ihtiyacı hissetti.
Bunlardan ilki belediye seçimlerini öne almak oldu. Böylece İnönü, Bayar’ın partisini hazırlıksız yakalamak istemişti. İkinci olarak mayıs ayında CHP Kongresi toplanmış ve İsmet İnönü’nün “Değişmez Genel Başkan” ve “Ebedi Şef” ünvanları kaldırılmıştı.
CHP’nin Türkiye demokrasisinin gelişimi adına önemli bir kararı ise iki dereceli seçimler yerine tek dereceli seçim usulüne geçmeyi kabul etmesidir. Osmanlı döneminde meşrutiyetin ilanıyla 1876’da başlayan milletvekili seçimleri şimdiye kadar hep iki dereceli olmuş, halk doğrudan milletvekili seçememişti. 1946 seçimleri ise halkın doğrudan oy kullanma imkânı bulduğu ilk seçim olacaktır.
DP; seçimlerin erkene alınması, antidemokratik kanunların yürürlükte olması ve henüz teşkilatlanmasını tamamlayamamış olmasını gerekçe göstererek 1946 Mayıs’ında yapılan belediye seçimlerine katılmadı. Buna rağmen bazı yerlerde kendi kararlarıyla seçime giren DP teşkilatlarından belediye başkanlığını kazananlar oldu. Bir taraftan DP’nin bu başarısı diğer taraftan seçimlere katılımın çok düşük olması CHP’yi endişeye sevk etti.
Ardından TBMM, 10 Haziran 1946 tarihindeki oturumunda genel seçimlerin 21 Temmuz 1946’da yapılmasını kararlaştırdı. Bu karar CHP’nin, DP henüz halka kendini anlatamadan bir baskın seçim yapacağını gösteriyordu.
PARTİLİ CUMHURBAŞKANI
DP ise üç gün süren bir toplantı sonunda “olumsuz şartlara rağmen” seçimlere katılacağını açıkladı. Türkiye böylece yıllar sonra gerçek anlamda rekabete sahne olacak bir seçim atmosferine girdi.
Türkiye seçimlere giderken DP, öne çıkardığı konularla ülke gündemini belirlemeye başladı. DP’liler öncelikle İnönü’nün partili cumhurbaşkanlığını tenkit ederek parti başkanlığından ayrılmasını istediler. İnönü ise DP’nin amacının CHP’yi zayıflatmak olduğunu ileri sürerek parti başkanlığından çekilmeyeceğini açıkladı.
DP’liler ayrıca İnönü’nün cumhurbaşkanı olmasına rağmen “partili gibi” konuşmasını eleştirdi. İnönü konuşmalarında “şerefli partim” demekte, CHP’ye yakın yazarlar da DP kurucularının iktidar partisindeyken neden partili cumhurbaşkanına tepki göstermediklerini sorgulamaktaydı. DP’nin bu tepkisi zamanla “İnönü kalacak, partisi çekilecek” şeklinde bir söylentiye bile dönüşmüştü.
CHP, iktidarın nimetlerini sonuna kadar kullanmaktaydı. Sıkıyönetim Komutanlığı adayların meydanlarda, sokaklarda, cami avlularında propaganda yapmalarını yasaklamış ve sadece sinema, gazino, tiyatro gibi kapalı yerlerde seçim konuşması yapılabileceğini açıklamıştı.
İstanbul İl Başkanı Kenan Öner’in ifadesine göre DP’liler bir sinema salonu bile kiralayamamıştı. Halbuki CHP, yıllardır devletin parasıyla finanse edilen Halkevleri ve Halkodalarını rahatlıkla kullanmaktaydı.
İktidar partisi bununla da yetinmeyecek, İçişleri Bakanı Hilmi Uran “zehirleyici propagandayı engellemek için” köylere propaganda için gelen kişilerden hangi parti adına geldiğine dair vesika isteneceğini açıklayacaktır. CHP yanlısı yazarlar bu kararın “ecnebi propaganda ajanlarına yönelik” olduğunu yazsalar da DP anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle karşı çıktı. Fakat uygulama devam etti.
Propaganda sürecinde benzer birçok olay yaşandı. Aslında CHP merkezi teşkilatlardan; şiddete başvurulmamasını, muhalefet partilerinin kapatılacakları veya yurt dışından para aldıkları gibi söylemlerin kullanılmamasını, İçişleri Bakanlığı da vatandaşların serbestçe oy kullanmasının engellenmemesini, memurların da tarafsız olmalarını istemişti.
Propaganda dönemine bakıldığında CHP’nin “devlet partisi” olmanın bütün imkanlarını kullandığı görülmektedir. CHP radyoda, Halkevleri ve Halkodalarında, şehir ve köylerde propaganda yapmış, DP ise bunlardan mahrum kalmıştır.
CHP çok partili hayatı “kendi lütfu” olarak takdim ederken diğer yandan “eski CHP’li” DP kurucularına yönelik “yolsuzluk” suçlamaları yapmıştır. Örneğin Bayar’ın İş Bankası Genel Müdürlüğü ve İktisat Vekilliği sırasında yolsuzluk yaptığı iddia edilmiştir.
Diğer propaganda ise DP’nin ülkeyi yönetecek kadro ve programı olmadığı ve kurulur kurulmaz iktidar olmak istediği şeklindeydi. Ayrıca DP “Rus taraftarı olmakla”, “Rus propagandasını yaymakla” ve “Komünist olmakla” suçlanıyordu. Ermenilerin Türkiye’den toprak talebinde oldukları söylenerek tek çarenin CHP etrafında toplanmak olduğu söyleniyor hatta Sivas’ta ise DP’liler “Kızılbaş olmakla” itham ediliyorlardı.
Celal Bayar yapılan suçlamalara “… biz ne komünist kırıntısı ne faşist çömezi ne de mütareke devrinin Sait Molla’sıyız” diye cevap veriyordu. CHP sokakları süsleyen afişleri devlet matbaalarını kullanarak bastırıyor, aday listelerinin basılacağı kağıtlar bile devlete ait kırtasiye depolarından temin ediliyordu.
ŞAİBELİ SEÇİMLER
Propaganda döneminden sonra sıra seçimlere gelmişti. 21 Temmuz günü yapılan seçimlerde “devlet” tamamen seçime müdahil olmuş, CHP’nin kazanması için her şey yapılmıştı. Bu durum 1946 seçimlerinin “şaibeli seçimler” olarak tarihe geçmesine neden olmuştur.
CHP adayları merkez tarafından belirlenmiş ve büyük çoğunluğu askerî ve sivil bürokrasiden oluşmuştu. Buna karşılık DP “adayların vilayetlere empoze edilmeyeceğini” açıklamış ve ancak 46 vilayette 273 aday gösterebilmişti.
CHP’nin tersine DP adaylarının çoğunluğunu avukat, toprak sahipleri, doktor, iş adamı gibi meslek grupları oluşturmaktaydı. DP’nin en büyük kozu ise İstanbul’dan bağımsız aday olarak gösterilen Mareşal Fevzi Çakmak’tı.
21 Temmuz seçimleri önceki seçimlerin aksine bir günde tamamlanmış ve “sakin geçtiği” açıklanmıştı. Sonuçlara göre CHP 397, DP 61 milletvekilliği kazanmış, dördü DP listelerinden gösterilen yedi bağımsız aday da meclise girmişti.
Sonuçların açıklanmasıyla büyük tartışmalar başladı. İlk olarak İstanbul seçimlerinin üç gün sonra açıklanması Mareşal Çakmak ve DP’nin tepkisine neden oldu. DP’liler Vali Lütfi Kırdar’ın bazı isimlerin kazanabilmesi için mazbatalarda değişiklik yaptırdığını iddia ettiler.
Bu müdahaleye rağmen İstanbul’da DP 15, CHP 5, bağımsızlar da 3 milletvekili kazandılar. DP Ankara ve İzmir şehir merkezlerinde başarılı olsa da köylerde yeterli oy alamadığından milletvekili çıkaramadı. Genel olarak bakıldığında da DP’nin batıda daha başarılı olduğu, örgütlenemediği doğuda ise çok az oy aldığı görülmektedir.
Bayar daha seçim akşamında yaptığı açıklamada; halka baskı yapıldığını, köylere gitmek isteyen partili arkadaşlarının engellendiğini belirtmekteydi. DP’liler bazı yerlerde seçim sonuçlarının bir gün önce hazırlanıp gönderildiğini, bazı sandıklarda sandık başkanlarının CHP oylarını artırmak için birçok yola başvurduklarını, listelerde adı olmayan kişilere oy kullandırıldığını ileri sürüyorlardı.
Seçimlerde yapılan hilelere dair birçok somut olay aktarılmaktadır. Örneğin Ulukışla’da kaymakam adları listede olmayan geçici memurlara oy kullandırmış, Hatay’da jandarma subay ve erleri halka baskı yapmış, Bursa’da seçmenlere müdahale edilmiş, oylar değiştirilmiş hatta sandıklar ilçe seçim kurulu yerine kaymakam ve nahiye müdürlerine teslim edilmiş, Polatlı kaymakamı muhtarlara CHP’nin kazanması için “Kur’an ve tabanca” üzerinde yemin ettirmiş, Trabzon’da jandarma DP’ye oy verenleri dövmüştü.
Şikayetlerin hangi boyutta olduğunun en önemli göstergesi DP’nin otuz yedi ilde seçim sonuçlarına itiraz etmesidir. Öte yandan DP listesinden seçilen beş milletvekilinin mazbatası iptal edilmiştir. Gerekçe olarak da Zeki Rıza Sporel ve Cahit Morkaya için “Millî Mücadele’ye katılmamaları”, Senihi Yürüten’in “şahsi davasının olması”, A. Münip Berkant’ın “vergi kaçakçılığı suçlaması” ve Salamon Adatto için “bir Sovyet bankasında çalışması” gösterildi.
Görüldüğü gibi CHP yıllardır devam eden ancak özellikle II. Dünya Savaşı yıllarında yaşanan karaborsa, yokluklar ve yolsuzluklar nedeniyle ciddi şekilde yıpranan iktidarını “devlet partisi” olmanın etkisiyle seçimlere müdahale ederek devam ettirmiştir.
Bu aslında halkın değil yıllardır CHP ile bütünleşmiş “sivil ve askerî bürokrasinin” isteğiydi. Sonuçta DP bu seçimleri “devlete karşı” kaybetmiştir.
CHP bu seçimlerle en azından “birden fazla partinin katıldığı seçim” görüntüsü vermiştir. Buna karşılık işi tesadüfe bırakmadan çoğu yerde planlı müdahaleler bazı yerlerde de “işgüzar memurlar” yüzünden şaibeli hale gelen seçimler vasıtasıyla iktidar süresini dört yıl daha uzatmıştır.
Hele CHP’nin DP’yi “komünistlikle” suçlaması ve CHP’ye yakın Tanin gazetesinin seçim günü “Vatandaş Rey Verirken Moskova’yı Unutma” manşetini atması, trajikomik bir durumdur.
Elbette 1946 seçimlerinin güvenirliğinin bu kadar düşük olması ve “hileli seçimler” olarak tarihe geçmesinin en önemli nedenlerinden birisi “gizli oy açık tasnif” yerine “açık oy gizli tasnif” prensibinin geçerli olması ve seçimlerin bağımsız hakimler gözetiminde yapılmamasıdır. DP bundan sonra ilk olarak bu konularda taleplerde bulunacak ve 1950 seçimlerini kazanacaktır.
Kaynaklar: O. Akandere, “1946 Genel Seçimleri Üzerinde İktidar ve Muhalefet Partileri Arasında Yapılan Tartışmalar I, II”, ATAM, 2010, S. 75, 76; M. Burgaç”, “1946 Seçimlerinde Propaganda”, ÇTTAD, 2013, S. 26; O. Kağan, “Türkiye’nin Demokrasi Tarihinde 1946 Seçimleri”, Tarihin Peşinde, 2021, S. 25.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***