Eski başbakan ve şimdinin parti başkanı Ahmet Davutoğlu’nun geçen hafta kaleme aldığı ve Altılı Masa’nın sadece konjonktürel bir seçim ittifakı değil, bir toplum sözleşmesi çabası olarak değerlendirilmesini önerdiği yazı, birçok açıdan bayat ve ancak yazarının siyasi itibarı kadar derinliğe sahip. Yani pek fazla değil.
Yazı, siyasi bir metin olmaktan ziyade kitap tanıtım metni gibi (ki o kitap tahmin edersiniz ki Davutoğlu’nun kendi kitabı.
Altı siyasi partinin bir araya gelmesi ve ittifak kurmasının zorluğu ve istisnailiği aşikâr ve bu ittifakın ne derece bir toplumsal ortaklaşmaya denk geldiğini düşünmek kendi başına kıymetliyken; yazının eskiliği, “Orta Asya steplerinden” gelen biz doğuluların, yabancı Batı’ya uyum sağlamak adına bir buhran olarak geçirdiği modernleşme süreci anlatısını tekrarlayışı, 2023’ü hala “Soğuk Savaş sonrası” dönem zannediyor ve küreselleşme parametreleriyle anlatmaya çalışıyor oluşu insanın tüm hevesini kursağında bırakıyor.
Davutoğlu’nun en büyük tezi, günümüz dünyasını ve Türkiye’sini belirleyen ayrımın modernleşme süresinde ortaya çıkan ideolojiler olmadığı. Buna göre, günümüzde ideolojileri özgürlükçülük-otoriterlik bağlamında yatay kesen bir kutuplaşma vardır ve Cumhur İttifakı otoriter kutupken, Altılı Masa özgürlükçü kutuptur. Başka bir değişle siyasetlerin muhafazakâr, laik ya da milliyetçi olarak ayrıştırılması artık yetersizdir; asıl yarışma otoriter muhafazakârlık/laiklik/milliyetçilik ile özgürlükçü muhafazakârlık/laiklik/milliyetçilik arasındadır.
Davutoğlu’nun toplum sözleşmesi olarak kurguladığı Altılı Masa örneği, tüm ideolojilerin özgürlükçü kutupta bir araya gelip, ortak bir güç oluşturmasıdır. Bu ortaklaşmada Davutoğlu özgürlükçü muhafazakârlığı temsil ediyor; daha doğrusu Erdoğan tarafından otoriter tahakküm altına alınan muhafazakârlığı yeniden özgürleştirmeyi taahhüt ediyor.
SİYASETSİZ OTORİTERLİK
Davutoğlu’nun toplum sözleşmesinde toplumu görmek zor. Özgürlük talebiyle bir araya gelen siyasi görüşlerin farklı toplumsal çıkarları temsil ettiklerine ve toplumsal tabanlarına dair bilgi yahut arka plan tamamen göz ardı edilmiş. Dahası, siyasetleri de görmek zor. Davutoğlu’nun otoriter-özgürlükçü ayrımı bugünü ve geçmişi sadece bu kutuplaşma üzerinden okurken, işin siyasi içeriğini siliyor. Ona göre ne Erdoğan’ın sloganik muhafazakârlığı ne de Bahçeli’nin sloganik milliyetçiliği gerçektir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin ortak zihniyet paydası muhafazakâr/milliyetçi değerler değil, otoriterliktir.
Bu siyasi hiçleştirmeyi takiben Altılı Masa’nın toplumsal sözleşmesi de “sağ, sol, muhafazakâr, milliyetçi, laik, liberal düşünsel ve siyasal geleneklerin özgürlükçülük ve kapsayıcılık temelinde dönüştürülmesi” ile mümkün olacaktır.
Dedim ya, Davutoğlu’nun toplumsal sözleşmesinin derinliği, yazarının siyasi itibarı kadar. Bir çırpıda ne de güzel yan yana getiriyor ve eşitliyor sağı ve solu, bir de muhafazakârlık kılığındaki İslamcılığı ve laikliği. Hâlbuki otoriterlik, siyaseten içi boşaltılıp sırf güç kullanımı, özgürlüklerin gaspı ve keyfiyete indirgenecek bir yönetim tarzı değil. Günümüzde İran ve Çin’i ideolojik temellerinden azade kıyaslayıp otoriterlik ortak paydasında aynılaştıracak kimse yoktur. Geride bıraktığımız yirmi yılda Türkiye’nin dönüşümü de içi boş bir otoriter dönüşüm değil; İslamcı, muhafazakâr ve neoliberal kapitalist otoriterleşmedir. Bilhassa Türkiye’nin kadınları, Kürtler ve emekçiler Erdoğan’ın İslamcılığının, Bahçeli’nin milliyetçiliğinin ve her ikisinin de sınıfsal tercihlerinin sadece slogan değil, son derece gerçek olduğunu bir müsait zamanda Davutoğlu’na hatırlatabilirler.
Davutoğlu’nun Altılı Masa’yı toplumsal sözleşme olarak düşünmesinin, Türkiye’nin yakın tarihinde yaşadığı dönüşümü içi boş bir otoriterliğe indirgeyerek İslamcılığa/muhafazakârlığa toz kondurmama ve aslında otoriterleşmenin faili olan bu siyaseti, hiç hesap vermeden diğer siyasetlerle kaynaştırma çabası olduğu açık. Bu siyaset yokluğu ve hesap sormama gevşekliği Altılı Masa’yı, tam da Davutoğlu’nun olmadığını söylediği bir birliktelik olarak bırakıyor: Seçim ittifakı.
Ayşegül Kars Kaynar: 1980 yılında Ankara’da doğdu. 2014 yılında ODTÜ Siyaset Bilimi bölümünden doktora derecesini aldı. 2015 yılında Türk Sosyal Bilimler Derneği’nin düzenlediği Genç Sosyal Bilimciler Ödülleri’nde doktora tezi kategorisinde ödül ve 2017 yılında Halit Çelenk Hukuk Ödülleri’nde mansiyon kazandı. New School for Social Research ve Hamburg Üniversitesi’nde araştırmacı olarak bulundu ve ardından Humboldt Üniversitesi’nde çalıştı. Çağdaş Türkiye siyaseti, hukuk devleti ve asker-sivil ilişkileri üzerine yayınları bulunmaktadır
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***