Yakın zamanda Cumhurbaşkanı Erdoğan Suudi Arabistan, İsrail, BAE, Mısır, Ermenistan ve hatta Suriye’yle de ilişkileri daha ılımlı ve yapıcı diplomatik zemine çekti. Bir anlamda frene basıp U dönüşü, başka deyişle açılım yaptı. Erdoğan benzer doğrultuda Yunanistan’la da Başbakan Mitsotakis’i boğaza nazır Vahdettin Köşkü’nde ağırlayarak bir yeni başlangıç denemesi yapmıştı.
Ancak Mitsotakis’in sözkonusu görüşmeden birbuçuk ay kadar sonra ABD ziyareti sırasında Kongre’ye hitabında Türkiye’yi hedef alması, (yanlış veya doğru) filmin yine başa sarılması tepkisini doğurdu. Böylece muhayyel düşmanlar arasında en sevileni Yunanistan’la ilişkilerdeki gerilim, belki iki ülkede de gelecek sene peş peşe düzenlenecek seçimler bağlamında, bugüne dek artarak geldi.
Son olarak Erdoğan’ın (11 Aralık, Samsun) “Tayfun’ diyorsun, Yunan ürküyor, ‘Atina’yı vurur’ diyor. Eee vuracak tabii. Sen rahat durmazsan, sen Amerika’dan adalara, şuradan, buradan bir şey almaya çalışırsan Türkiye gibi bir ülke herhalde armut toplamayacak, bir şeyler yapması lazım.” ifadeleri yine görece durulmakta olduğu izlenimi veren fırtınayı canlandırdı.
Dışişleri Bakanı Dendias da aynı gün Brüksel’den yanıt vermekte gecikmedi: Türkiye’yi (Japonya üzerinden aşırtmalı balistik füze denemeleri bağlamında) Kuzey Kore’ye benzeterek, bu tür davranışlara NATO ittifakı içinde hoşgörü gösterilmemesi gerektiğini belirtti.
Bizim burada ayık kafayla kimsenin yeni bir Yunan işgali beklediğini sanmam. Ayrıca lunaparklardaki korku tünellerini andıran gündemimiz içinde Yunanistan’a onların bize ayırdığı denli yer vermediğimiz de ortada. Suyun karşı yakasındaysa tehdit algısı her zaman canlı. Türkiye hep ilk haber. Her an bir saldırı beklendiği izlenimi egemen.
Sözkonusu daimi tehdit algısının, hükümetler değişse de, Yunanistan’ın işine geldiği belli. Başka anlatımla, Yunanistan AB içindeki anlamını (“relevance” daha doğru belki) dış sınırların hem düzensiz göçe karşı bekçisi; hem saldırgan, yayılmacı, ne yapacağı önceden kestirilemeyecek ve (kendince gerekli gördüğünde) sıcak çatışmadan kaçınmayan bir komşuya karşı sürekli savunma desteği gereksinimi duyan bir konuma dayandırıyor. İlgiyi böyle canlı tutuyor.
Büyükelçi Alper Coşkun da Mitsotakis’in Erdoğan’ı tahrik ettiğini ancak Türkiye’nin de ölçüsüz tepkiler verdiğini belirtiyor. Devamla, kendi kendini yalıtmakla (yani Erdoğan’ın girişte sıraladığım yumuşama adımları öncesinde) Yunanistan’ın diplomatik manevra alanını (hiç olmadığı denli) genişlettiğine dikkat çekiyor.
Coşkun, muhalefetin de çıkarları savunmakta aynı oranda kararlı ancak yöntem olarak daha diplomatik ve üslup olarak daha yumuşak bir tutumu olacağı izlenimini paylaşıyor. Seçimi kazanmaları durumunda muhalefetin, Türkiye’nin vücut dili ve önceleyeceği çözüm araçları olarak daha yapıcı, uluslararası dille daha yakın bir zeminde hareket edeceğini öngörüyor.
İki ülkede de seçimlerin yaklaşmasının hem Türkiye’den taze bir başlangıç beklentisiyle yumuşamayı seçim sonrasına öteleme, hem seçim kampanyalarında atacak barut bağlamında söylemde sertleşme sonuçlarını doğurduğu ileri sürülebilir. Prof. Dr. Serhat Güvenç ise seçimlerin ardından dört-beş yıllık bir fırsat penceresi açılabileceği görüşünü paylaşıyor.
Güvenç, “2023’i izleyen dört-beş yıl içerisinde olağan şartlarda seçim kaygısı taşımayan hükümetler iktidara gelecekler. (…) Taraflar iç politika ve seçim kaygıları olmaksızın daha uzlaşmacı davranabilecektir. Yani önümüzde Ege ve Kıbrıs’ta çözüm için neredeyse beş yıllık bir fırsat penceresi olabilir.” diyor.
İki ülke arasındaki gerilim ne denli siyasal liderlerin kişilikleriyle ilintili? Stelyo Berberakis, her ikisi turistik bölgeler Korfu adası ve Alanya’yı temsil eden Dendias ve Çavuşoğlu hakkında “Dendias için Türkiye’de yaratılan imaj, ‘Yunanistan’daki iç siyasete soyunan bir politikacı’ olduğu yönünde. Yani gözü, iktidardaki muhafazakâr YDP’nin koltuğunda. Çavuşoğlu için Yunanistan’da yaratılan imaj ise ‘kraldan çok kralcı’ olduğu yönünde. Yani Erdoğan ne derse, sonuna kadar onu savunmaya çalışan bir siyasetçi gibi bakılıyor.” görüşlerini aktarıyor.
Ayrıca Berberakis eski bir büyükelçinin “aramızdaki farklardan biri de Türkiye’nin anlaşmazlıklara siyasi; Yunanistan’ın da hukuki açıdan bakmasıdır’ yorumunu da paylaşıyor. Sanırım işlerin çetrefilleştiği yer burası. Uluslararası hukuk kavramının varlığının dahi tartışmalı oluşu bir yana, Türkiye (ABD gibi) UNCLOS’a (BM Deniz Hukuk Sözleşmesi) taraf değil. Belgede yazılanın Ege’de olduğu gibi uygulanmasının da Türkiye’nin Ege’ye çıkışını olanaksız kılacağı bir yana, Boğazlar’dan geçen deniz trafiğinin de uluslararası sulardan yapılmasını neredeyse engelleyip, Ege’yi Yunan Boğazı’na dönüştüreceği de ortada.
Karşılıklı sağırlar diyalogunun bir nedeni de Ankara iki ülke arasında bir sorunlar kataloğu bulunduğu görüşündeyken, Atina’nın özetle kıta sahanlığı dışında tüm konuların yalnızca Yunanistan’ın ulusal egemenliğini ilgilendirdiği, dolayısıyla başka taraflarla konuşulacak bir sorun bulunmadığı görüşünde oluşu. Durum böyleyse, 60 turu bulan istikşafi görüşmelerde ne konuşulduğunu sorgulamak olası. İşlerin “gel sirtaki oynayalım Yorgo” demekle çözülmesini de beklememek gerekiyor herhalde.
Bizde “şımarıklık” olarak nitelenen asimetri Yunanistan’ın AB üyesi oluşundan kaynaklanıyor. AB’ye tam üyelik hedefi de gerek Altılı Masa gerek HDP tarafından paylaşılan bir dış politika önceliği. AB üyeliğine yakınlaşmak için Yunanistan ve Kıbrıs dosyalarında uzlaşı arayan, yapıcı ve yaratıcı yaklaşımlar benimsemek ön koşul. Üstelik bu dosyalarda atılacak adımlar demokratikleşme göstergesi de olacağı gibi, AB’den ekonomik kaynak yaratmanın da yolunu açabilecek.
Nitekim Büyükelçi Selim Kuneralp “CHP ve Altılı Masa’nın diğer mensupları engelin Yunanistan ile Kıbrıs Rumlarını tatmin edecek çözümler bulunmadan aşılabileceğine inanıyorsa, süratle konu hakkında yetkili ağızlardan brifing almaları gerekir. (…) Zira Türkiye AB ile ilişkilerini içinde bulundukları çıkmazdan çıkarmadan Türkiye’ye yüklü miktarda Avrupa sermayesinin akacağını ümit etmek en azından safdilliktir.” görüşünde.
Ben de eninde sonunda AB çatısı altında buluşmamızın biricik kalıcı çözüm yöntemi olacağına inananlardanım. Yunanistan’ın bizden istediği maliyetli tehdit algısını ortadan kaldırmamız. Bizim Yunanistan’dan isteyeceğimiz de karşılıklı merdiven çıkıp, tepede buluşacak gibi atılacak somut adımlarla ilerleyecek bir süreçte Brüksel’de ülkemizin AB üyeliğine güçlü destek sunması, giderek baş savunucumuza dönüşmesi olabilir.
Buna karşılık Güvenç ise (yukarıda alıntıladığım yazısında) daha kuşkucu: “AB üyeliği gibi artık sahiciliğini yitirmiş bir vaat uğruna Kıbrıs’ın NATO üyeliğine yeşil ışık yakılmasının iyi bir fikir olacağını düşünmüyorum. Zira önümüzdeki yirmi yılda Batı ve Avrupa güvenliğinin çelik çekirdeğini NATO oluşturacaktır, AB değil.” Hoca haklı: GKRY’nin AB’de olduğu gibi, adanın tamamını temsilen NATO’ya üyeliğine onay verip, ardından Yunanistan’dan himmet bekleyecek bir aymaz herhalde ne iktidar ne muhalefetten çıkmaz.
Ancak karşılıklı bir diplomatik alışveriş olacaksa ve amaç Türkiye’nin AB üyeliğiyse, bu hedef doğrultusunda anlaşma paketinin içinde Kıbrıs’ta BM parametrelerine uygun iki bölgeli, iki halklı çözüm ve o Kıbrıs’ın NATO üyeliğiyle eşzamanlı Türkiye’nin AB üyeliği konuları yer bulabilir. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişiminin dönüştürdüğü uluslararası bağlam ve onun içinde ülkemizin öne çıkan jeostratejik önemi burada görece hızla yol alınabilecek bir diplomasi hattı açmış olabilir.
Halkların kardeş, milliyetçiliklerin çok fena olduğu yollu ezbere karşılıklı aşinayız. Bununla birlikte ortak tarihimize ve onu ne denli farklı biçimde okuyup, öğrendiğimize bakarak “efsane mi, hafıza mı?” sorusunu da geçerli kabul edebiliriz. 1822 Yunanistan’ın bizden, 1922 bizim Yunanistan’dan kurtuluşumuz ve kuruluşlarımız bu kurtuluşlara dayanıyor. 1952’deyse ortak tehdide karşı aynı ittifaka aynı haminin yordamıyla üye oluyoruz.
Özcesi, kendi görüşüm (aşağıda linklerine erişebileceğiniz iki yazımdan bu yana) değişmedi: İyi haber, iki ülke arasında görülebilir gelecekte sıcak çatışma çıkmasına olanak yok. Kötü haber, iki ülke arasında yine görülebilir gelecekte herhangi bir anlaşmazlık konusunda bir arpa boyu diplomatik yol alınmasına da olanak yok. Öyle de ilkinden kaçınmak gerekirken, ikincide olanaklar zorlanmalı veya yaratılmalı.
Biraz karşı tarafı duymazdan gelmeyi becerebilmek gerek. Her oltaya içerideki tribünleri dalgalandırmak uğruna lapin gibi atlamamak. Bir yandan ne var, ne yok diyelim Batı Trakya’dan Güney Kıbrıs’a aynı çuvala atmamak. Sapı samanı karıştırmamak ve çözülebilecek meselelerde parçabaşı ilerlemek. Ama bir yandan da bütüncül bir çözümü de gözden uzak tutmamak. Silolaşmaktan kaçınmak.
Önerim, adeta “öyleyse dans” (zeybek de olur, sirtaki de) dercesine, her koşulda karşılıklı konuşmayı sürdürmeyi öne çıkarmak. Karşılıklı öğrenci değiş-tokuşlarını; ortaklaşa düzenlenecek sergi, sempozyum ve festivaller gibi organizasyonları artırmak. Ruhban Okulu dahil insani konularda yeri geldiğinde tek yanlı adım atmaktan da çekinmeden hızlı ilerlemek. Doğu Akdeniz’de gaz veya Ege’nin tümleşik bir turizm ve kültür havzası olarak değerlendirilmesi gibi ekonomik getirisi olacak projelerde işbirliğine odaklanmak.
Anımsayalım: Yurttaşları ülkemize kimlik kartıyla girebilen ondokuz ülkeden biri de Yunanistan. Son gerilimin en yüksek döneminde İzmir-Selanik feribot seferleri başladı. İzlediğimiz yakın dönem başarılı Türk filmlerinin neredeyse tamamının yapımında bir Yunanistan bağlantısı var. Bugün AB projesi olarak Atina-İstanbul arasına hızlı tren yapılamaz mı?
Çözüm bulmak güç. Konuşmak çatışmaktan iyi. Açılım, yumuşama, ılımlı söyleme dönüş olası. Kaldı ki, Mitsotakis o konuşmayı Vaşington’da değil Brüksel’de yapmış olsaydı, biz bunları konuşuyor olur muyduk? Hiç sanmam. Öyleyse “aklın yolu bir” diyelim.
*Dileyen okurlar için önceki iki Yunanistan yazım:
1 Ekim 2022
4 Haziran 2022
Aydın Selcen: 1969’da İstanbul’da doğdu. 1988’de Saint Joseph Lisesi’ni ve 1992’de Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi. Aynı yıl girdiği Dışişleri Bakanlığı’nda, ikinci onyılı Irak’ta veya Irak üzerine olmak üzerine yirmi yıl çeşitli kademelerde ve büyükelçiliklerde meslek memuru olarak çalıştı. 2010’da Türkiye’nin ilk Erbil Başkonsolosu atandı. 2013’te memuriyetten istifa etti. Birbuçuk yıl Genel Enerji petrol şirketinde siyasal danışmanlık yaptı. ArtıTV, ArtıGerçek ve MedyascopeTV’de yazıyor ve yayın yapıyor. “Gözden Irakta” adlı kitabı İletişim Yayınları’ndan 2019’da çıktı. Galatasaray Kulübü üyesidir. Alaz adında bir kızı var.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***