YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Sonuna kadar Kürtlerin vazgeçilmez ve doğal bireysel, siyasal, anayasal haklarının yanındayım. Kürtler, kendi kaderlerini tayin de dâhil olmak üzere kendi gelecekleri için talep ettikleri ve olumlu gördükleri her hakkın mücadelesini özgürce ve sınırlandırılmadan verebilmelidir.
Kürtler son 100 yıldır Türkiye Cumhuriyeti tarafından sistematik ayrımcılığa tabi tutuldu. Bu gerçeği kabul etmeden demokrat olunmaz ve bu gerçek dikkate alınmadan hukuk devleti mücadelesi inandırıcı olamaz. Elbette Kürtler Türk üstünlükçü ve asimilasyoncu rejim tarafından haksızlığa ve hukuksuzluğa tabi tutulan tek etnik grup değildir. Kendisini etnik Türk olarak tanımlamayan tüm etnisiteler benzeri sistematik ayrımcılık politikalarının mağduru oldular. Araplar, Ermeniler, Lazlar, Hristiyan ve Müslüman Rumlar, Çerkezler, Boşnaklar, Romanlar, Türk ve Kürt Alevileri, Süryaniler ve birçok diğer etnik unsur, zorla Türk yapılmaya çalışıldı. Kendilerini tanımlamakta merkezi ve vazgeçilmez kabul ettikleri kimliksel özellikleri, örneğin dilleri, inançları, örfleri, folklörleri vs. Türk devletince reddedildi ve dışlandı. Fakat bu etnisitelerin hiçbiri Kürtler kadar mağdur edilmedi. Kürtler sayıca çok olmanın ve kendi yurtlarında, yani Kürdistan’da çoğunluğu oluşturmanın bedelini acıyla, kanla ve gözyaşıyla ödediler. Ödemeye de devam ediyorlar. Üstelik salt Türkiye’de değil, İran’da, Suriye’de ve her ne kadar görece daha iyi durumda olsalar da, elbette Irak’ta da durum böyledir.
Paris’te yoğun bir Türkiyeli Kürt nüfus var. Bu insanların bir bölümü ekonomik nedenlerle Fransa’ya göçmüş Kürtlerden oluşuyor. Ancak hatırı sayılır diğer bir bölümü, siyasal nedenlerden dolayı oradalar. Türkiye, siyasal olarak Kürtlerin kendilerini özgürce ifadesine olanak tanımıyor. Bunun bugün de geçerli bir devlet politikası olduğuna kuşku yok. Bunun en başta gelen kanıtı, HDP’li Kürt vekillerin ve yerel yöneticilerin cezaevinde olmasıdır. Selahattin Demirtaş başta olmak üzere, zindandaki tüm Kürt siyasetçiler fabrikasyon gerekçelerle içeride tutuluyorlar. HDP yasal bir partidir. İçerideki Kürt siyasetçiler milli iradeyle seçilmiş Kürt temsilcilerdir. Bugün bu hakları gasp edilmiş durumda. Hiç kimse iddia edemez ki Kürtler siyaseten özgürdür. Kürt doğmak Türkiye’de bir eşitliği engelleyici bir dezavantajdır. Doğan çocuklarına kendi dillerinde isim vermek, binlerce yıllık yerleşim birimlerinin isimlerini kullanmak, kendi dillerinde eğitim almak, çocuklarına kendi dillerini öğretmek, kendi memleketlerinde karar verici konumda olmak ve geleceklerini istedikleri gibi inşa etmek gibi birçok temel özgürlükleri ellerinden alınmış durumda. Yıllarca kendilerine söylenen “düz ovada siyaset yapmak” bugün olanaklı değil. Paris’teki ve diğer Avrupa ve dünya kentlerindeki Kürt diaspora, bu nedenle kendi yurtlarından kopmuş, başka diyarlarda yaşıyorlar.
Paris’te bulunan Ahmet Kaya Kültür Merkezi’ne yapılan ırkçı saldırı ve saldırıyı yapan ırkçı teröristin üç masum Kürt insanının canına kıyması, korkunç bir saldırıdır, bir vahşettir. Tüm kalbimle bu saldırıyı kınıyorum, nerede yapılmış olursa olsun, ırkçı şiddeti ve ırkçı vahşeti protesto ediyorum. Tüm Kürtlerle dayanışma göstermek, her demokratın bugün yapması gereken doğru tutumdur. Kürtlerin bu elim olaydan sonra derin bir üzüntüye kapılmaları, öfkelenmeleri, hayal kırıklığına uğramaları, protestolarla kendilerini siyaseten ifade etmek istemeleri gayet anlaşılırdır. Bu tepkileriyle dayanışmamak da olanaksız!
Ancak büyük bir sorun var. Paris’te ve diğer Fransız kentlerinde yapılan Kürt protestolarında ciddi bir şiddet eğilimi gözlendi. Göstericiler kentlerin altını üstüne getirdiler, arabaları ters çevirdiler, onları yaktılar, mağazalara ve evlere saldırdılar, kendilerini engellemeye çalışan Fransız güvenlik güçlerine şiddetle yanıt verdiler. Polise taş attılar, anlamsızca terör estirdiler. Bu tutumlarıyla haklıyken haksız konuma düştüler. Bu şiddeti tümüyle ve kategorik olarak reddediyorum. Bu şiddete bulaşan tüm bireyler suç işlemişlerdir. Bu insanlar en çok kendi davalarına zarar verdiler. Hangi statüde bulunurlarsa bulunsunlar, Fransa’da veya diğer demokratik hukuk devletlerinde yaşayan Kürtlerin kendilerini şiddetten ve terörden tümüyle ayırmaları gerekiyor. Gerekçe ne olursa olsun, şiddet kabul edilemez. Şiddetin her türlüsü yanlıştır. Protesto etmenin, demokratik tepki göstermenin, gösteri yapmanın, direnişin ve diğer siyasal anayasal hakları kullanmanın meşru ve kanuni yolları var. Hiçbir yerde masum insanların mülküne zarar vermezsiniz. İnsanların araçlarını ateşe vermek, dükkânların vitrinlerini kırmak, kentlerde asayişi sağlamaya çalışan polislere karşı şiddet kullanmak gibi davranışlar hem kanunsuzdur, hem de barbarcadır.
Fransa devleti Kürtlere yapılan saldırının sorumlusu değil. Irkçı bir Fransız’ın alçakça yaptığı saldırıya karşı Tüm Fransa demokratları birlik olmalı ve masum Kürtlerle dayanışmalıdır. Ancak yapılan saldırının korkunçluğu, o saldırı sonrası Kürt göstericilerin yaptığı şiddeti meşrulaştırmaz. Şiddete bulaşan Kürtler, kendi hukuk mücadelelerine en büyük zararı verdiler.
Maalesef Kürtlerin önemli bir bölümü, yetiştikleri Ortadoğu-Türkiye siyasal kültürünün patolojik atmosferinde sosyalizasyondan geçtiler ve bu patolojik ortamın habis özelliklerini davranışlarına yansıtıyorlar. Serinkanlı ve rasyonel olmayı bir kenara bırakıp, öfkelerinin ve kontrolsüz duygularının güdümünde hareket ediyorlar. Bu tür insanların sokakları yangın yerine çevirmeleri, camı çerçeveyi indirmeleri, masum insanların malına mülküne zarar vermeleri, polislerin canını tehlikeye atmaları, kamusal alanı kaos ortamına sürüklemeleri gibi taşkınlıklar terörizmdir. Bu aleni suçlara katılanların Fransa’dan deport edilmeleri de dâhil, tüm cezai uygulamaların muhatabı olmaları kaçınılmaz. Ve bu olduğunda, ben de hiçbir şekilde bu şiddet eylemlerine karışanların hukukunu savunmayacağım. Bu net! Dahası, Fransa dışında da, Türkiye dâhil, şiddete bulaşanlarla arama net bir mesafe koyduğum zaten bellidir. Ama bunu burada yine vurgulamak isterim. Ne kadar Kürt haklarını savunuyorsam, o kadar da hukuku savunuyorum. Şiddet, hiçbir koşulda meşru değildir. Hele ki bir siyasal protesto eyleminin şiddete ve teröre sahne olması, tümüyle gayrimeşrudur ve yasadışıdır. Tüm düzgün ve yasalara saygılı insanların bu tür terörist eylemleri reddetmeleri gerekiyor. Ortadoğu’nun siyasal kültürü bu tür açık şiddet ve taşkınlıkları normal addedebilir, ama medeni dünyada bunlar kabul edilemez.
Tanıdığım birçok Kürt dostum da bu taşkınlıkları kabul etmiyorlar, tümüyle dışlıyor ve davalarına büyük zarar verdiğini düşünüyorlar.
Bu bağlamda HDP’nin siyasi anlamda Türkiye politik sistemine entegre olması, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve normalleşmesi için yaşamsal önemdedir. Bu, ancak Selahattin Demirtaş’ın, onlarca Kürt vekilin ve yüze yakın tutsak Kürt siyasetçinin serbest bırakılmalarıyla, Kürt vekillerin ve belediye başkanlarının görevlerine dönmeleriyle olanaklı olur. Ayrıca yazının başında vurguladığım tüm hak ihlallerine son verilmeli, Kürtlerin anayasal ve yasal statülerinin güvenceye alınması ve uygulamaya geçirilmesi gerekli. Bunları savunmaya devam edeceğim.
Diğer taraftan PKK ve diğer isimlerdeki türevleri başta olmak üzere, terörü ve şiddeti araç olarak kullanmaktan vazgeçmeyen her türlü hareketin ve pozisyonun da karşısında olmaya devam edeceğim.
Şiddetin reddi, meşru politikanın ve hak mücadelesinin amasız ve fakatsız ön koşuludur.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***