Russell Crowe’un başrolünü oynadığı Gladyatör adlı filmde İmparator, Kolezyum’da karşısına çıkacak gladyatörü önceden arkadan bıçaklatıp öyle meydana sürdürür. Çünkü halkına meşhur bir gladyatörü kendi gücü ve becerisiyle yendiği havası vermek ister, öyle bir galibiyetin ona getireceği itibara, alkışa ihtiyaç duyar. İşte Erdoğan da aynen buna benzer bir seçim zaferi peşindedir ama işler hiç de arzuladığı şekilde gitmemektedir.
İmamoğlu’nun “abuk sabuk” bir nedenden belediye başkanlığından alınmasına yol açacak şekilde siyasi yasaklı hale getirilmek üzere olması sanırım AKP liderinin kazanamayacağı bir seçimin düzenlenmesine izin vermeyeceği gerçeğini herkesin daha net bir şekilde görmesini sağladı.
Erdoğan’ın önümüzdeki seçimleri kazanmak için nasıl bir yol haritası belirlediği artık büyük ölçüde açığa çıktı. AKP Genel Başkanı’nın birinci önceliği karşısına rakip olarak Kılıçdaroğlu’nun çıkmasını sağlamak. Ekonomik kriz nedeniyle kendisinden kopan seçmenlerin elinin CHP Genel Başkanı’na oy vermeye gitmeyeceğini düşünüyor. Öte yandan Kılıçdaroğlu’nu daha önce pek çok seçimde mağlubiyete uğrattığı için onu sanırım “kolay lokma” olarak görüyor. Muhafazakar seçmenin seküler bir partinin Alevi başkanına oy vermesinin zor olacağını hesaplıyor.
Bunu sağlamak için bir dizi taktik uyguluyor: Bir yandan ulusalcı müttefikleriyle sıkı bir pazarlık yürütüyor ve muhtemelen 2018’deki seçimlere benzer şekilde onlar aracılığıyla muhalefetin göstereceği adayı belirlemeye çalışıyor. İkinci olarak, yine o seçimler öncesinde yaptığına benzer şekilde, muhatap olarak sadece Kılıçdaroğlu’nu alıyor, onu konuşmalarıyla tahkir ederek, parti toplantılarında AKP’lilere ilkokul talebeleri gibi “Kemal pabucu yarım, aday ol da oynayalım” şeklinde tezahüratlar yaptırarak muhalif cephede ona sempati toplatmaya, kendi tercihinin CHP lideri olduğunu acemice de olsa gizlemeye çalışıyor. Erdoğan’ın koalisyon ortağı Devlet Bahçeli nedense sadece Kılıçdaroğlu’na aday olması için “hodri meydan” çekiyor, adaylık için ismi geçen Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş gibi isimleri ise ağzına almıyor.
Fakat Kılıçdaroğlu’nun adaylığının önünde bazı ciddi engeller var. Bunlardan ilki Altılı Masa’nın sağ kanadının kendisinin adaylığına razı edilebilmesi oldukça şüpheli. Bu nedenle CHP Genel Başkanı’nın Millet İttifakı’nı dağıtmayı göze almadan aday olarak ortaya çıkabilmesi pek muhtemel değil. Öte yandan parti tabanında bu kez kazanacak bir adayın belirlenmesine yönelik büyük bir arzu var. Böyle Millet İttifakı’nı dağıtarak aday olması halinde, muhalefetin kolu kanadını kırmış bir Kılıçdaroğlu’nun seçim kazanabilmesi için gereken rüzgarı estirebilmesi mümkün olmayacaktır. Türkiye ekonomi ve dış politikada bu kadar ağır bir çöküntü yaşarken adeta seçimleri altın tepside yeniden AKP’ye sunmanın bedelinin muhalefet için çok ağır olacağı aşikar… Öyle bir yenilgi sonucu, CHP’nin seçim sonrasında büyük bir çalkantıya düşüp parçalanması ihtimali de artacaktır. Erdoğan da bu sıkışmışlığın farkında… Bunu aşabilmek için Altılı Masa’yı bizzat kendisi dağıtarak Kılıçdaroğlu’nun önünü açmak için yoğun bir mesai harcıyor.
Kılıçdaroğlu’nun adaylığının önündeki en ciddi ikinci engel ise muhalif tabanda popülerliği giderek artan İmamoğlu’dur. CHP Genel Başkanı’ndan farklı olarak İmamoğlu, Erdoğan’ı iki kez hem de kendisini en güçlü hissettiği bir yerde ağır yenilgilere uğratmış, AKP’nin zafer afişlerini indirtmeyi başararak koltuğuna oturmuştur. Tüm anketlerde de aday olması halinde İmamoğlu’nun Kılıçdaroğlu’ndan çok daha fazla oy alacağı anlaşılmaktadır. Erdoğan CHP liderinin adaylığının önündeki bu engeli de kaldırabilmek için İmamoğlu’nu siyasi yasaklı hale getiren kararı aldırdı.
Neticede gerek siyasi yasak, gerek de hapis kararı kesinleşmediği “gerçeği” muhalif kamuoyuna “yedirilerek”, sanki ortada aslında infiale yol açacak bir durum olmadığı havası verilmeye çalışılacaktı. Fakat böylece İmamoğlu’nun üstünde dolaştırılan Demokles’in Kılıcı biraz daha boynuna yaklaştırılacak, bu şartlarda da Millet İttifakı’nın aday listesinden düşmüş olacaktı. Öyle ya, her an üst mahkemenin kararı onamasıyla siyasi yasağı kesinleşecek birini aday göstermek akıllıca sayılmayacaktı. İmamoğlu’nun daha karar açıklanmadan halkı Saraçhane’ye çağırması davada hakime açıklatılacak karara ilişkin CHP’nin bir istihbarat aldığını göstermektedir. Davanın tarihi aylar önce belliydi, buna rağmen Kılıçdaroğlu’nun Almanya ziyaretini buna göre ayarlamamış olması (veya nereden baktığınıza bağlı olarak, tam da ona göre ayarlaması) CHP liderinin basiretsizliği değilse niyetlerine ilişkin soru işaretleri uyandırmaktadır.
Fakat İmamoğlu’nun davanın sonucunu beklemeden halkı Saraçhane’ye davet etmesi ve onu o otobüsün üstünde yalnız bırakmanın siyaseten bedelinin çok ağır olacağını müthiş bir refleksle farkeden Meral Akşener’in “Ben de geliyorum” demesi, AKP Genel Başkanı tarafından adeta ince ince kurgulanmış bu senaryoyu büyük ölçüde bozdu. Tamamen bozmadı çünkü tamamen bozabilmesi için Altılı Masa’nın vakit geçirmeden İmamoğlu’nu aday göstereceğini ilan etmesi gerekir ki böyle bir siyasi kıvraklığı ortaya koyabileceklerini beklemiyorum.
Akşener’in burada öne çıkması tesadüf değil… Çünkü İYİ Parti lideri, Erdoğan’ın bir süreden beri bir yandan da dikkatini İYİP’e teksif etmiş durumda olduğunun, ulusalcı müttefikleri üzerinden orada bir operasyon çekerek Akşener’i boşluğa düşürmenin hesaplarını yaptığının farkında… Esasen Erdoğan seçim planlarını karmaşıklaştırdığı için İYİP’in varlığından hiç hazzetmiyor. Ekonomik kriz ve mülteci sorununun kötü idare edilmesi gibi nedenlerle iktidar bloğundan kopan milliyetçi oyları çeken İYİP’i zayıflatmak, muhalefeti biraz daha bölmek maksadıyla o caddede bir başka dükkan daha açıldı: Zafer Partisi’nin kuruluş hedeflerinden en önemlisi İYİP’in rüzgarını kesmektir. Akşener kendisini, “mağdur ve mazlum” durumuna düşen İmamoğlu’nun yanında konumlandırmak suretiyle kazandığı siyasi güçle Erdoğan’ın İYİP’i karıştırabilme yeteneklerini zayıflatmış oldu. Öte yandan, MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin attığı son twitlerle “Kılıçdaroğlu’na darbe yapıyorlar” diyerek adeta infial halinde CHP liderini savunmaya koşması, herkesin eteklerindeki taşları ortalığa dökmek zorunda kalacağı bir seçim sürecine girdiğimizi de göstermesi bakımından oldukça manidardır.
Despotluklarıyla meşhur Roma imparatorları kendilerine rakip gördükleri senatörleri kolezyumlarda katlettirip muhaliflerin gözlerini korkutmaya çalışırlardı. Fakat böyle bir eylem, zalim bir hükümdar görüntüsü verdiği için genellikle popülerliklerinin düşmesine de yol açardı. Bugün Erdoğan’ın da rakiplerini mahkemeleri kullanarak siyaset dışına itme, oyun dışı bırakma gücü vardır, fakat bunu yapması halinde ortaya çıkacak görüntü onu endişelendirmektedir. Onun hedefi “arkalarından bıçaklanmış” halde karşısına çıkmalarına izin verdiği rakiplerini sanki adil bir müsabakada yere çalmış görüntüsü vermektir.
Anlayacağınız Erdoğan, İmamoğlu üzerinde gezdirdiği Demoklesin Kılıcı’nı aslında kullanmak “zorunda kalmayı” hiç arzulamamaktaydı. Ama İmamoğlu ve Akşener’in ortak hamlesi, “Reis’in muhalefeti yargıdaki emir kullarına nasıl arkadan bıçaklattığını” sadece Türkiye’nin değil, tüm dünyanın gözleri önüne serdi. Tribünlerdeki tüm seyirciler Reis’in karşısına çıkacak rakibi önceden nasıl belirlediğini, onu yenme ihtimalleri olanları nasıl bertaraf ettiğini apaçık görmüş oldu. Artık seçim oyununu Erdoğan’ın ihtiyaç duyduğu itibar ve alkışı getirecek şekilde icra edebilmek neredeyse imkansızlaştı. AKP Genel Başkanı bunun getirdiği meyusiyet ve kızgınlıkla bundan sonra daha fazla otoriterleşecek, bu ise işleri onun için içeride ve dışarıda çok daha karmaşıklaştırdığı oranda dengesini daha da bozacaktır.
Yaklaşık beş milyon insanın oyuyla İstanbul gibi Türkiye’nin en önemli şehrine belediye başkanı seçilmiş İmamoğlu’na “eften püften” bir nedenle verilen ceza, uluslararası kamuoyundaki Türkiye’nin Erdoğan rejimi altında açık bir otokrasiye dönüştüğüne dair kanaati artık iyice yerleştirecektir. Saraçhane’deki miting davanın dünyanın da ilgisini çekmesini sağladı ve bekleneceği gibi tüm uluslararası medya bunu “Erdoğan’ın rakibi, oldukça şaibeli bir davayla siyasi yasaklı hale getirildi” minvalinde verdi. Batılı başkentlerin bu gelişme sonrası iyice açığa çıkan bu gerçeğe “pozitif gündem” gibi laflarla gözünü yarı kapatma imkan ve ihtimali de azalacaktır. Orta Doğu ve Orta Asya’daki otokratlardan herhangi bir farkı kalmayan Erdoğan’ın dünyada hukuk ve demokrasi endekslerinde artık diplere düşen Türkiye’den farklı olarak en üst sıralarda yer alan İsveç ve Finlandiya gibi ülkelerin üyeliklerini veto etmeye cüret etmesi gibi tavırları Batı’da daha fazla sorgulanacak, bu ise Batı ile Erdoğan rejimi arasındaki ilişkileri daha da gerecektir. Erdoğan’ın önümüzdeki seçimleri böyle elinde sopayla kazanması Türkiye’nin başta NATO olmak üzere tüm Batılı kurumlardaki üyeliklerini tartışmaya açacaktır. Erdoğan’ın azılı rakiplerini (Demirtaş ve İmamoğlu) oyun dışı bırakan yargının, muhalefetin seçimi kazanmasına müsaade edeceğini veya Erdoğan’ın bir darbeyle “seçimi çalmasını” önleyeceğini sanmak safdilliktir. (Batı başkentlerinde “Erdoğan kaybedeceği bir seçim düzenletmez” şeklinde bir kanaat zaten uzun zamandır vardı. Muhalif cenaha yakın bir kısım Türk uzmanlar bu kanaatle yüzleştiklerinde çok bozuluyorlardı. Bu vesileyle yabancıların kendi ülkelerini onlardan daha iyi okuyor olmalarının nedenlerini de belki sorgularlar.)
Akşener’in Ankara’dan yola çıkmadan, yani Saraçhane’ye gitmeye karar vermeden önce Almanya’daki CHP lideriyle bir telefon görüşmesi gerçekleştirmekten kaçınmış olması dikkat çekicidir. Herhalde “Benim gelmemi bekle!” şeklindeki bir taleple yüzleşmek istemedi. Bana öyle geliyor ki Akşener, Kılıçdaroğlu ve danışman ekibinden farklı olarak şu gerçeği çok açık bir biçimde görebilmektedir: Erdoğan kaybedeceği bir seçimi düzenletmeyecektir ama bu süreçte muhalefet bu oyunu bozmak için elinden geleni her şeyi yaptığına dair kamuoyunu ikna edici bir performans ortaya koymazsa, Erdoğan’ın çöküşünün altında kalmaktan kendisini kurtaramayacaktır. Akşener dünkü hamlesiyle önümüzdeki seçimden daha kritik bir dönüm noktasını, yani rejimin mukadder çöküşünün sonrasını görebildiğini ve şimdi aldığı her tavrın o sahnede bir rolü olup olmayacağını belirleyeceğini anladığını göstermiş oldu.
- Ömer Murat, Dış Politika Uzmanı, Eski Diplomat
ÖMER MURAT
15 Aralık 2022 HABER ANALİZ
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***