Katar’da düzenlenen Dünya Kupası’nda 16’ya kalan takımların ekseriyeti hukukun üstünlüğü ve demokrasi indekslerinde üst sıralarda yer alanlar oldu. 16 ülke arasında otokrasi liginde kabul edilen sadece Fas var. Asya kıtasında bu turnuvada ilk kez üç ülke birden üst tura çıktı, bunların üçü de otokrasi değildi: Japonya, Güney Kore ve Avustralya. Demokrasisi emekleme aşamasındaki ülkelerden biri olan Senegal bile hukukun üstünlüğü indeksinde 56. sırada bulunurken, Fas 94. sırada yer alıyor. (Evet, İspanya’yı eleyen Fas. Ama bunun kaideyi bozmayan bir istisna olduğu çok açık!) Brezilya ve Arjantin diğer ülkelere kıyasla hukuk ve demokrasi endekslerinde daha alt sıralarda kalan ülkeler olmakla birlikte ikisi de (Erdoğan Türkiyesinden farklı olarak) tartışmasız demokrasi kabul ediliyor. Nitekim Brezilya’da kuvvetler ayrılığı ilkesinin ne denli güçlü olduğu, yürütmenin yargıya müdahale edemediği son seçimlerde de apaçık ortaya çıktı. (Bu konuyu ayrıntılı şekilde yazmıştım.) Keza bu iki ülkenin milli takımında oynayan oyuncuların büyük bölümü, Batı Avrupa ülkelerinin önde gelen klüplerinde forma giyiyor. Başarılarını büyük ölçüde buna borçlular.
Bu sonuç hiç de tesadüf değil. Belki sizi şaşırtabilir: Konuya ilişkin yapılmış pek çok bilimsel araştırma var. Bunlardan biri, FIFA sıralamasında üst sırada yer alan ülkelerin, Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Endeksi’nde de olumlu istatistikler ortaya koyan ülkeler olduğunu tespit etmiş. “Futbolun Politik Ekonomisi: Demokrasi, Gelir Eşitsizliği ve Milli Takımın Dünyadaki Sıralaması” başlığıyla 2019’da yayınlanan bir başka bilimsel makalede pek çok araştırmadaki bulgular toplanmış. Milli takımının performansıyla, o ülkedeki hukuk ve demokrasinin vaziyeti arasında doğrudan bir bağ tespit eden makalenin bulgularını şöyle özetleyebiliriz:
Bir milli takımın iyi olması için öncelikle ülke liginin kalitesinin yüksek olması gerekiyor. Ekonomik gelişmişlik, profesyonel bir futbol endüstrisi oluşmadığı takdirde tek başına milli takımın performansına olumlu etkide bulunmuyor. Böyle bir futbol endüstrisinin kurulabilmesi için ise adil rekabeti ve rekabetçi dengeyi etkili bir şekilde koruyan sağlam ve şeffaf düzenlemelere ihtiyaç var. Yönetmeliklerin kurumsallaştırılması ve şeffaflığın, adaletin ve rekabet edebilirliğin sürdürülmesi ise futbolcular, hakemler, kulüpler ve taraftarlar arasında eylem ve fikir birliğini gerektiriyor. İşte bu tür sinerjiler sadece hukukun üstünlüğünün ve demokratik değerlerin güçlü olduğu ülkelerde ortaya çıkıyor. Makaledeki ifadeyle “Futbol federasyonları, ligler ve milli futbol takımları, zengin olsalar bile otokrasilerde iyi performans göstermemektedir.”
Bunun nedeni ise basit: Hukukun üstünlüğünün güçlü olduğu ileri demokrasiler şike ve yolsuzlukla mücadele konusunda daha etkili mekanizmalara sahipler. Şike ve yolsuzluğun azalması futbol endüstrisinde şeffaflığa ve adil rekabete yol açıyor, bu ise genç yeteneklerin bulunup öne çıkmasını sağlıyor. Buna karşılık, hukuk ve demokrasinin zayıf olduğu ülkelerde futbol endüstrileri yolsuzluğa batabilmektedir.
Keza gelir eşitsizliği azaldıkça milli takımların başarısı da artmaktadır. Çünkü yoksul aileler çalışmaya daha fazla zaman ayırmak ve gelirlerinin büyük bölümünü – eğitim, eğlence veya spor yerine – temel ihtiyaçlarını karşılamak için harcamak zorundadır. Bu nedenle zinde kalmak ve teknik beceriyi ilerletmek için kritik önkoşullar olan et bazlı yiyecekleri tüketme ve düzenli egzersiz yapabilme olasılıkları daha düşüktür. Böylece alt sınıflardan yetenekli çocukların keşfedilip futbola kazandırılabilmesi ihtimali azalmaktadır. Gelir eşitsizliği o ülkenin yetenek havuzunu daraltmaktadır.
Yolsuzluk ve gelir eşitsizliği nedeniyle müthiş bir yeteneğin nasıl harcanabileceğini gösteren çarpıcı bir örnek, Fransız Milli Takımını bu turnuvada da attığı birbirinden güzel gollerle sırtlayan oyunculardan Kylian Mbappé’nin başından geçenlerdir. Mbappé’nin Kamerunlu (ve futbol antrenörü olan) babası aslında oğlunun kendi memleketinin milli takımında oynamasını çok istediğini, fakat Kamerun Futbol Federasyonu’ndan bir yetkilinin bunun karşılığında kendisinden rüşvet kabilinden yüksek bir para talep ettiğini, o zamanlar o kadar parası olmadığından ve böyle bir talepten “iğrendiğinden” Mbappé’yi Fransız milli takımına gönderdiğini anlatmış.
Araştırmada Türkiye’yi yakından ilgilendirdiğini düşündüğüm bir bulgu ise, uzun yıllardır faaliyet gösteren köklü klüplerin varlığının, eğer ülkede hukuk ve demokrasi iyi durumda değilse, milli takımın performansını kötü etkileyebildiği gerçeği… Nedeni tahmine müsait: Bu klüpler o ülkedeki futbol endüstrisini şike yaparak (özellikle bahis şikeleri yoluyla) manipüle etmekte, bu ise milli takımın performansını kötü etkilemektedir. Makaleye göre, bazı zengin ülkelerin milli takımlarının kötü performans göstermesinin temel nedenlerinden biri budur.
“Demokrasi ve Futbol” başlıklı bir diğer araştırmada da aynı bulguya ulaşılmış. Şöyle deniyor: “1950’den 2011’e kadar yaklaşık 50 ülkeden ve 2.000 yerel futbol liginden elde edilen verilere dayanarak, yerel liglerdeki rekabet dengesinin demokratik olmayan ülkelere kıyasla demokrasilerde daha fazla olduğunu bulduk.”
Bu araştırmalarda sıklıkla başvurulan verilerden biri V-Dem (Varieties of Democracy) adlı, her ülkedeki hukukun üstünlüğü ve demokrasinin seviyesini farklı veriler kullanarak ölçen bir projedir. V-Dem’in internet sitesinden, 1945-2021 yılları arasında Türkiye’deki “hukukun üstünlüğü, kanun önünde eşitlik, bireysel özgürlük ve şeffaf yasaların öngörülebilir uygulanması” gibi başlıklar altında hukukun durumunu ortaya koyan grafiği çıkardım. Yine bir karşılaştırma yapabilmek için ayrıca Fransa’nın da grafiğini ekledim. İkisini de aşağıda bulabilirsiniz.
Sosyal bilimlerin fen bilimlerinden farkı – son Dünya Kupası’ndaki Fas örneğinde olduğu gibi – kurala uymayan istisnai durumların yaşanabilmesidir. Fakat Türkiye’nin yukarıda bahsettiğim bilimsel araştırmalardaki bulgularla neredeyse birebir örtüşen bir durumunun olduğu görülmektedir. Malumunuz Türkiye 48 yıl aradan sonra ilk kez 2002 yılında Dünya Kupası’na katılmaya hak kazandı ve o turnuvada üçüncü oldu. Altı yıl sonra bu kez Avrupa Kupası’nda üçüncülük kazandı. Sonrasında ise adeta damdan düşer gibi turnuvaların yolunu unuttu. Grafikte görüldüğü üzere, Türkiye’nin 75 senelik zaman dilimi boyunca hukuk karnesinin en iyi olduğu dönem ise 2002 – 2009 yılları arasındadır.
Bir ülkede keyfiliğin, otoriterliğin değil, hukukun hükümferma olduğunun en önemli göstergesi “mülkiyet hakkının dokunulmazlığı” ilkesinin uygulanıp uygulanmadığıdır. Bu temel hak ihlal ediliyorsa o ülkede hür teşebbüs sekteye uğrar, bırakın yabancı sermayeyi, yerli sermaye bile daha güvenli gördüğü ülkelere kaçar. 2002 Dünya Kupası üçüncülük maçında 10,8 saniyede kaydettiği golle Dünya Kupası tarihinin en erken golünü atan, 112 maçta 51 golle tarihte Milli Takım’ın en çok gol atan oyuncusu olan, Avrupa kupalarında en çok gol atan Türk futbolcusu olan Hakan Şükür’ün başına gelenler bu bakımdan dikkat çekicidir. Herkesin gözleri önünde ve alkışlarıyla, alınteriyle kazanılmış mülküne, son kertede siyaseten iktidara muhalif olduğu için el konulmuş olması, Türkiye’de hukukun düştüğü seviyenin acıklı bir sembolik göstergesidir. Nitekim hukukun üstünlüğü endeksinde Türkiye 140 ülke arasında 116. sırada bulunmaktadır.
Hukukun üstünlüğü ortadan kalkınca da o ülkenin liginde büyük klüpler aralarında şampiyonluğu “sıra bu kez küçüğümüzde” diye paylaştırır, adil rekabet ve rekabetçi denge ortadan kalkar, şike düzenini ortaya çıkararak cezalandırma “hadsizliğinde bulunan” adli ve kolluk güçleri bunları yaptığına pişman edilir. Böylece 80 milyonluk ülkenin milli takımı Dünya ve Avrupa kupalarının yolunu unutmuşken, nüfusu 4 milyonu bulmayan Hırvatistan, 6 milyonu bulmayan Danimarka, 9 milyonu bulmayan İsviçre gibi ülkelerin o turnuvalardaki yeri adeta garanti gibidir. Saydığım bu ülkelerin hepsi ekonomik büyüklük bakımından da Türkiye’den küçüktür ama kişi başına düşen milli gelir bakımından hepsi Türkiye’den iyi durumdadır.
Sözün özü: Keramet Fatih Terim’lerde olsaydı, herhalde A Milli Futbol Takımı hukuk ve demokrasinin dibe vurmaya başladığı 2010’lu yıllarda da hiç değilse bir kez olsun büyük bir turnuvaya gitmeyi başarabilirdi. Milli Takım’ın Dünya Kupalarına katılmasını hayal etmeden önce, Türkiye’de hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu, gelir eşitsizliğinin azaldığı bir düzenin hayalini kurmak şart… FIFA sıralamasında yükselmenin yolu öncelikle BM İnsani Gelişme Endeksi’nde Türkiye’nin yerini iyileştirmekten geçiyor.
- Ömer Murat, Dış Politika Uzmanı, Eski Diplomat
ÖMER MURAT
08 Aralık 2022 HABER İZLENİM
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***