İZMİR – “Hak ihlallerinin sürekliliği ve işkence mekanı olarak hapishaneler” panelinde İmralı tecridine vurgu yapılarak, tecridin önce tüm cezaevlerine sonra da topluma yansıtıldığına dikkat çekildi.
Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) İzmir Şubesi, “Hak ihlallerinin sürekliliği ve işkence mekanı olarak hapishaneler” başlığıyla İzmir Barosu Konferans Salonunda panel düzenledi. Panele HDP İzmir İl Binasında katledilen Deniz Poyraz’ın ailesinin yanı sıra, kentte bulunan siyasi parti ve kurumlar ve çok sayıda yurttaş katıldı. Panelde ÖHD İzmir Şubesi Eş Başkanı Şükran Öztürk, Tutuklu ve Hükümlü Aileleriyle Dayanışma Derneği (TUHAYDER) Yöneticisi Dilaver Keklik ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (THİV) gönüllü hekimi Zeki Gül ise konuşmacı olarak yer aldı.
İlk olarak konuşan ÖHD İzmir Şubesi Eş Başkanı Şükran Öztürk, cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerine dikkat içekti. Cezavlerinde son dönemlerde intihar sorunları yaşadıklarını söyleyen Öztürk, “Cezaevleri kapalı alanlar olduğu için neyin nasıl yaşandığına dair bir netlik sağlanamıyor. Cezaevlerindeki en büyük düzenlemelerden birisi de şeffalık olmalıdır. Devletin cezaevlerini denetlemesi ve sivil kuruluşların da denetimine açması gerekiyor. Cezaevlerindeki intihar vakalarında kişilerin intihara teşvik edilmesi gibi sorunlarla karşılaşıyoruz. Bazı şüpheli ölümlerin ise intiharla açıklanamayacağını gördük” dedi.
TECRİT YAYILDI
Cezaevlerindeki diğer sorunun ise işkence ve kötü muamele olduğunu kaydeden Öztürk, “Kişilerin eşyalarını, kullanım alanlarını gözetmeden kırarak arama yapıyor, kitaplarını yırtıyorlar. Bunun kişinin yaşam alanına müdahale ve kötü muamele olarak değerlendirilmesi gerekiyor. Yine özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı da ihlal edilen haklardan. Mahpusların yaşam alanlarında kamera yerleştiriliyor. Hem mutfak hem banyo alanlarını görecek şekilde yerleşitirilen kameralarla kişilerin mahrem alanları izleniyor. Ayrıca sürgünlerle ailelerinden uzak yerlere yerleştirilen mahpusların görüş hakları da kısıtlanıyor. Özellikle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan mahpuslara bu yapılıyor. Tüm bunlar sayın Abdullah Öcalan üzerinden başlayan tecritin tüm cezaevlerine yayıldığını ve kalıcılaştırılmak istendiğini gösteriyor” diye konuştu.
TUTUKLULAR REVİRE GÖTÜRÜLMÜYOR
Daha sonra konuşan 28 yıl tutuklu kaldıktan sonra tahliye olan TUHAYDER Yöneticisi Dilaver Keklik de 12 Eylül 1980 darbesinin ardından cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerinin 1990’lı yıllardan sonra kalıcılaştığını söyledi. Ring araçlarında gördükleri işkencelerden kaynaklı en ağır hastaların bile hastaneye gitmediğini belirten Keklik, mahkemelere de zorla getirme kararı getirildiği zaman mecburen gittiklerini aktardı. Yaşananlara karşı yaptıkları suç duyurularının cevapsız kaldığını, dilekçe haklarını kullanamadıklarını kaydeden Keklik, “Geceleri odalara baskın olur şiddete uğrar ve hücrelere atılırdık. Cezaevinde yaşama, beslenme ve sağlık hakkı ihlal ediliyor. 20 kişiye 8 kişilik yemekler getiriliyor. İlaçlar ya hiç verilmiyor ya zamanında verilmiyor ya da yanlış veriliyor. Zaten artık görüntülü telefonla reviri arayıp doktora derdimizi anlatmamız isteniyor” ifadelerini kullandı.
ÖLÜM EVLERİ
Tutuklulara uzun zamandır muhalif gazetelerin verilmediğini de sözlerine ekleyen Keklik, şöyle devam etti: “Koğuşlara takılan kameraları imha ettiğimiz için 2 buçuk yıla yakın ceza alanlar oldu. 30 yılını dolduran müebbetlik tutuklular bu yüzden tahliye edilmiyor. Bu derece keyfi uygulamalar yaşanıyor. İmralı’da başlayan tecrit bütün cezaevlerine yayılmış durumda. Yine siyasi tutukluların koğuşları arasına adli tutuklular koyarak haberleşmeleri engelleniyor. Tutuklu aileleri de cezalandırıyorlar. Görüş günleri ince aramalar, ağız aramaları dayatılıyor. Buna itiraz edenlere 6 aya kadar görüş yasağı veriliyor. Cezaevleri ölüm evlerin dönüştü. Hasta tutsaklar ölüm döşeğine geldiği zaman bırakılıyor ya da cezaevinde yaşamını yitiriyor.”
‘CEZAEVLERİ İŞKENCE MEKANLARIDIR’
Son olarak konuşan THİV gönüllü hekimi Zeki Gül ise mevcut cezaevlerinin aslında birer işkence mekanları olduğunu dile getirdi. Özgürlüğünden mahkum edilmiş hiç kimse için sağlıktan bahsedilemeyeceğini vurgulayan Gül, “Yakını cezavinde olan birinin de sağlıklı olmasından bahsedemeyiz. Eğer cezaevindeki sağlığı konuşurken toplumun sağlığından bahsederiz. Bunlar benim kişisel görüşlerim değil bilimsel gerçekliklerdir. Egemen sistemden korkarak söylemek istediklerini söyleyemeyen bilim insanlarını eleştirmek lazım. Cezaevinde ruhsal olarak orada iyi olmak mümkün değildir. Hekimler olarak iki yüzlülük yapmazsak mapusların bedensel iyilik halinden bahsedebiliriz” dile belirtti.
TEDAVİ HAKKI ENGELİ
Kaba dayağın yanı sıra tedavi hakkının engellenmesinin de işkence olduğunu dikkati çeken Gül, “Böbrek sancısı olan birisinin tedavi hakkını engellerseniz kişinin duyduğu acı aynıdır. buna işkence denilmez ama bu da bir işkencedir. Kişinin biyolojisindeki hastalıkları kendisine karşı silah olarak kullanılıyor. AİHM şeker hastası olan bir tutukluya şeker hastalığına uygun olan bir yemek verilmemesini işkence olarak tanımladı. Cezevlerinde kantin meselesinin de sınıtılı olduğunu biliyoruz. Mevcut hastalıklara yönelik diyet verilmediği için buna kantinden ulaşabilmesi gerekiyor. Ancak Türkiye’nin en pahalı kantinleri cezaevlerinde bulunuyor” dedi.
TOPLUM MÜDENDİSLİĞİ
İşkencenin bireye acı vermenin yanında topluma gözdağı vermeyi hedeflediğini vurgulayan Gül, “Bir ülkede toplumun başına gelecekleri cezaevleriyle ilgili mevzuatlardan öğreniriz. 2005’te Ceza İnfaz Yasası değişikliğiyle ilgili bir taslakta ‘bir muhpus sağlığını korumazsa cezalandırılır’ maddesi bulunuyordu. Bu muhalefetin şerhiyle değişti. Ancak ondan bir kaç yıl sonra Genel Sağlık Sigortası kanunu çıktı ve sağlığını korumayan vatandaş cezalandırılır maddesi yer aldı. Çünkü toplum mühendisliğini ilk cezaevlerinde hayata geçirirler. Başımıza geleceklerin özetini cezaevlerinden izleyelim” diye konuştu.
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***