YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Otoriterleşerek betonlaştırılan yürütme erkinin, yargı erkini tümden kontrol ederek onu kendi çıkarları doğrultusunda toplumu pusturucu bir sopa olarak kullanması, sanırım son 6 yıldır yeterince yazılıp çizilen, aklı başında herkesin malumu olan bir gerçeklik. Rejimin toplumda karşılığı sınırlı olan, ama bir o kadar da siyasi asimetrik ağırlığa sahip derin ortağı Doğu Perinçek’in yıllar önce isabetle tespit ettiği üzere, yargı siyasetin köpeğidir. Sahibinin tut dediğini tutuyor.
Bugüne kadar az zamanda gayet de çok işler başardılar – küçümsemeyelim. Hakkını vermeli bu rejimin. Olmaz denen her şeyi olur kıldılar. Devletin onayıyla açılan ve devletin kontrolünde olan bankaları veya üniversiteleri terörizmle yapay bağlantılar icat ederek kapattılar. Bankanın yöneticileri makbul insan olup rejime kullukta muhtelif görevler icra ederken, aynı bankada yüz liralık hesabı olan garibanlar terörle iltisaklı ilan edilerek kodese tıkıldı. Kapatılan üniversitelerde derslere giren birçok hoca AKP’nin kaba etinin bitişiğinde iyi yerlere dükkânlar açarken ve akçalı işlerden nemalandırılırken, aynı üniversitede okuyan öğrenci ya da çocuğunu okutan anne-baba kriminalize edildi. Kapatılan gazetelerde düzenli yazarlık yapan isimler Erdoğan’ın A takımında yer alırken, aynı gazetenin başka yazarları yıllardır berbat koşularda mahpuslar. Bu rejimin bu fiilleri meşrulaştırabiliyor oluşu, bir faşizanlaşma destanıdır. Bu kadar kısa zamanda, 100 yıllık, hatta bazıları Osmanlı geçmişleri de işin içine katıldığında asrın üzerinde tarihe sahip kurumlar, arpalığa dönüştürüldü. Ellerinde bir sihirli değnek, dokunduklarını terörist ilan edebilen bu rejim mümessilleri, koalisyonlarından aldıkları güçle astığım astık, kestiğim kestik bir edayla ortalığı kasıp kavuruyorlar.
Ne Ahmet Altanlar, ne Osman Kavalalar, ne Hidayet Karacalar, ne Selahattin Demirtaşlar, ne Mümtazer Türköneler, ne Sedat Laçinerler, ne Vedat Demirler, ne Nazlı Ilıcaklar, ne Şahin Alpaylar – yüzlerce eğitimli, entelektüel, aydın, okumuş hoca, yazar, gazeteci, siyasetçi bu dişlilerden kurtulabildi. İçeri alındılar, hukuksuzluğun Kafka vari koyu gri karabasanında bir süre kalıp çıkanlar kendilerini şanslı addetti. Kimi kaçıp kurtuldu, kimi sustu veya vites küçülttü, kimiyse tümden biat etti ya da ediyormuş moduna girdi. Diğerleri hala içerideler. Başlangıçta muhalefetten destek bekliyorlardı, sonra umutlarını saçlarının ağarma hızına tezat ivmeyle kaybettiler. Umutlar azaldı, suskunluk arttı. Olmaz, yapamazlar, o kadar da değil denen her şey yapıldı ve otoriterleşmede yeni merhaleler kat edildi. Bu olurken, bir gün, bilemedin bir hafta tepki gösteren insanlar, sonrasında durumu kanıksadılar, ilgilerini kaybettiler, hayatlarının olağan akışına geri döndüler. Muhalefet hiç oralı olmadı. Ne Selahattin Demirtaş’ı, ne Osman Kavala’yı, ne Ahmet Altan’ı ziyaret ettiler, onlarla dayanıştılar, onlara açık desteklerini sundular.
Bu niye böyle oldu, buna dair onlarca yazı yazdım. Ben muhalefeti kendimce haklı gerekçelerle eleştirirken, bazıları da beni muhalefete karşı gereksizce sert olmakla suçladı. Onlara göre ben Türkiye gerçeklerine yabancıydım, ilm-i siyaset bilmiyordum. Kürtlerin kazandığı onlarca belediyeye bir gecede kayyımlar atanırken, kimse bunu demokrasinin ölümü olarak görmedi. Oysa durum gayet açıktı. Bu netlikte otoriterleşmeye başını kuma gömme refleksiyle yanıt verenler, bundan daha iyisini hak ederler miydi, emin değildim.
Bugün bu hukuk katliamlarına bir yenisi eklendi. Ekrem İmamoğlu hapis cezası aldı, siyasetten men edildi. Elbette üst mahkeme bilmem ne diyecekler şimdi. Kanişlerden Alman kurt köpeğine, oradan Sivas Kangal’a, siyasetin tartışmasız birçok farklı kademede iti vardır. Bunlar sahibinin kim olduğunu sanki bilmez de kendilerine mama veren eli ısırırmış gibi, daha her şey bitmedi türü Polyannacılık oynayan iyimserler, seçimlere doğru geriye sayımda olan ülkenin diktatörüne gayet güzel zaman kazandırıyorlar. Demirtaş’ı içeri tıkan güç, İmamoğlu’nu içeri tıkamaz sanıyorlar. Bunun siyasi şov kısmıyla, politik magazinsel boyutuyla, edebi romantizmiyle falan uğraşıyorlar – heyhat!
Oysa gerçekler gayet net.
Rejim bugün bir kademe daha atlayarak bir üst aşamaya geçiş yaptı. Daha önce seçim iptal ettirebileceklerini test ettiler ve başardılar, doğuda kimsenin vicdanını bir dakikadan daha fazla meşgul etmeyecek Kürt coğrafyalarında milli iradeyle yüzde altmış, yüzde yetmiş oy alıp seçilen belediye başkanlarının yerine mabattan AKP’ye bağlı komisyoncu hırsızları atayıp Kürt tepkilerinin nabzını tuttular, şimdi Batı’da, seküler seçmenin kalesinde başka alengirli işlere giriyorlar.
Erdoğan zamana oynuyor. Gol atıp üstüne yatan dandik takımın oyuncuları gibi, amaçları kalite değil, sonuç. Bu rejim sonuç almaya odaklı ve istedikleri sonucu almasını biliyorlar. Taksim saldırısını düşüneniniz kaldı mı? Ya da daha geriye gidelim, mesela 17 Aralık’ı! Balık hafızalı toplum, ne verirlerse yiyen, daha kibar ve entelektüel ifadesiyle “satın alan” aç tabaka, kendilerine açlıklarını bile unutturabilen bu rejimin İmamoğlu’nun gündemden düşmesine izin vermez mi sanıyorsunuz? Haydi, iddiaya girelim: İmamoğlu bugün hapse atılsa, kaç gün konuşulur bu? Bir gün? Bir hafta? Bir ay? Peki, ya iş İmamoğlu’yla sınırlı kalmazsa? Deniz Baykal’ın kızının AKP’ye göz kırptığı, Sözcü’nün, Cumhuriyet’in rejim dilini kullandığı, Mehmet Ali Çelebi’nin hızlı Kemalistlikten sıkı Erdoğan lejyonerliğine ışık hızıyla geçebildiği bir memlekette, neye şaşırmayacak bu halk, inanın ben artık bilmiyorum! Evrimin omurgasızlardan omurgalılara doğru aktığı doğada, siyasetin evriminde geriye dönüşler çok daha kolay olabiliyormuş. Özellikle de Ortadoğu bataklığında!
Şimdi muhalefet Türkiye’nin hukuksuzluğunu keşfediyor. Tabi söylemde! Yerseniz! Neyin ne olduğunu, ne olmadığını ta en baştan beri farkındalar. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın pozisyonundan zırnık taviz vermeden, 0-6 yaş çocukların anneleriyle beraber kodese girip orada büyümesine bile tepki vermeyen nasır vicdanlı, Makyavelli dahil tüm realistleri utandıracak kadar güce tapan, hatta, bakın işte gerçeği yazayım da kaydolsun, derin devletin bizzat mucidi, hatta Türk tipi faşizmin prototipinin yaratıcısı “muhalefet”, şimdi İmamoğlu’na yapılan büyük hukuksuzluktan dem vuruyor.
Aklıma 1980’lerin sonu, 90’ların başında, Özal’ın cumhurbaşkanlığına “alışamadım!” diye tepki veren genç subay geldi. Bir zamanlar Kemalist bir efsaneydi bu öykü. Ona Özal’ın verdiği tepki de tarihe geçmişti: “alışır, alışır!”. Bu durum da biraz buna benziyor. Hukuksuzluk o kadar dibe vurdu ki, artık hiçbir şey dikiş tutmaz. Bugün muhalefetin İmamoğlu’ndan demokrasi kahramanı çıkartma ve bunu onun uğradığı adaletsizliğe yaslama stratejisi de bu nedenle fazlaca sırıtıyor. Bazıları, bakmayın, bu gerçekleri görmelerine karşın, “belki bize yararı olur” hesabıyla farklı telden çalacaklardır. Koroya katılıp, “işte o an geldi!” türü yorumlar okuyabilirsiniz. Ama kesin olan bir şey var ki, bu yazıda değil! Ben – yine tepki çekmek pahasına – gerçekleri ve doğruları yazayım: bu göl maya tutmaz arkadaşlar.
Bu adamlar kaybetme lüksüne sahip değil. Yapamazlar dediğiniz her şeyi bal gibi yaptılar. Bundan sonra da o kadar da değil diyeceğiniz her şeyi üzerine basarak yapacaklar. Çünkü bunun dışında bir şansları yok.
Size gelince: Siz, ancak bunların restini gördüğünüz anda bu işi tersine çevirebilirsiniz. Fakat bunu isteyen bir parti de mevcut değil. Sen, ben, o, biz, siz, onlar, işte birkaç kişi, bunları yazıp çizer. On yıl sonra bunları okuyan birileri de “bak o tarihlerde de bunları birileri söylemiş, ama adamların dilinde tüy bitmiş de, yine de kimseye dertlerini anlatamamışlar” derler. İdare-i maslahatı bırakmak, biraz mert olup “yeter” çekmek gerekiyor.
Özetin özeti: hukuk bir bütündür. Kaybettiğiniz ilk mevziden sonrası bayır aşağıdır.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***