Güneş, Twitter hesabından paylaştığı çarpıcı sorulara Justice Square’de yayımladığı ”Hablemitoğlu iddianamesine ilişkin değerlendirme” başlıklı makalesinde yanıt verdi.
1. Genel Olarak
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 11/11/2022’de Ankara 36. Ağır Ceza Mahkemesine Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesi ile ilgili 10 kişi hakkında dava açmıştır. Mahkeme tensiple, terör davalarına bakmakla görevli ihtisas mahkemesine görevsizlik kararı vermiştir.
Dosyanın şüphelileri; Fetullah Gülen, Mustafa Özcan, Enver Altaylı (eski asker ve MİT görevlisi), Aydın Köstem (İşadamı), Mustafa Levent Göktaş (asker), Fikret Emek (asker), Ahmet Tarkan Mumcuoğlu (asker), Nuri Gökhan Bozkır (asker), Mehmet Narin (asker), ve Ali Serhat Ilıcak’tır. (Almanya’da işadamı)
İddianameye göre Hablemitoğlu, cinayet öncesi şu konularda çalışmaktadır; Alman vakıflarının Türkiye’deki faaliyetleri, Mesut Yılmaz, bazı askerler ve bazı medya patronlarının karıştığı enerji yolsuzluğu (Mavi Akım), Gülen Hareketinin kamudaki yapılanmasına ilişkin kitap çalışması (Köstebek) ve AKP’nin kapatılması organizasyonunda önde olması, Yargıtay Cumhuriyet Savcısına delil malzemesi oluşturacak Ergun Poyraz’ın kitabının yayına hazırlaması ile Partinin kapatılması psikolojik harp kısmını üstlenmesi ve bu hususta psikolojik savaşı yönlendirmesi.
2. İddianamenin Yazım Süreci
2002’de Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesiyle ilgili bir arpa boyu yol alamayan iddia makamı, iddianamede “maktulün hiç bir çevresi ile uzaktan yakından ilişkisi olmayan biri” olarak ifade edilen ve İstanbul Emniyetine giderek kimsenin ulaşamadığı bilgileri! veren Zihni Çakır’ın beyanlarıyla soruşturmayı tekrar canlandırmıştır. Ancak, savcılık tarafından tüm iddianamenin üzerine bina edildiği bu beyanlarla ilgili 2015’te her hangi bir adım atılmamış, 2017’de Zihni Çakır tekrar ifade vermiş, fakat bu ifadeden sonra da soruşturmayla ilgili bir gelişme olmamıştır. Son olarak da 2019 yılında savcılık, “adli kolluk” görevi de verdiği Zihni Çakır üzerinden, Ukrayna’ya yasa dışı yollarla giden ve Türkiye’de aranma kaydı bulunan Nuri Gökhan Bozkır’a (NGB) ulaşmıştır. Yani savcılık işin kısa yolunu bulmuş ve 2016 yılında kabul edilen 6706 sayılı Cezai Konularda Uluslararası Adli İşbirliği Kanunu’na (istinabe) uygun şekilde bu kişinin ifadesini almak yerine, T.C Kiev Büyükelçiliği İçişleri Ateşesi mail hesabından gönderilen e-posta ile bu kişinin el yazılı ifadesini temin yoluna gitmiş ve bu suretle ceza soruşturmasında olmayan bir usul de geliştirmiştir (İdd. s.63).
Zihni Çakır sadece NGB’ye irtibatı sağlamakla kalmamış, önce NGB’ye soruşturma savcısının mail adresini ([email protected]) vermiş, ancak bu adrese mail gelmediğini söyleyerek maili tem Bü[email protected] Egm adresine göndermesi istemiştir (İdd. s.84). Bu hummalı çalışma sonucu NGB’nin ifadeleri savcılığa ulaşmıştır. Kısaca, savcılık ve emniyetin dosya ile ilgili yapması gereken araştırmayı yapan, dosyanın en önemli sanığına yurt dışında ulaşarak bu kişiden yazılı beyan alan ve daha önemlisi de verdiği (ya da eline verilen) bilgiyle soruşturmanın seyrini değiştiren kişi Zihni Çakır’dır. Savcının tek yaptığı da Zihni Çakır’ın verdiği bilginin altını doldurmaya çalışmak olmuştur. Onu yaparken, yani Hablemitoğlu cinayetini Gülen Hareketine bağlamaya çalışırken de hayal gücünü çok zorlamış ve bu nedenle birazdan anlatacağımız çelişkilere imza atmıştır.
3. İddianamenin Ana Kurgusu; Hablemitoğlu Cinayetini Gülen Hareketine Yıkma Gayreti
Buraya kadar anlattıklarımızla ilgili akla gelen ilk soru, Zihni Çakır’ın hiçbir delil bulunmamasına rağmen neden soruşturmayı Mustafa Özcan ve Enver Altaylı üzerinden Gülen Hareketine bağlamaya çalıştığı ve kimlerin bu şekilde kendisini yönlendirdiğidir.
Zihni Çakır’ın 17/25 Aralık sureciyle birlikte failleri bilinen bir cinayeti Gülen Hareketi ile ilişkilendirmek üzere MİT tarafından piyasaya sürüldüğü açıktır. Erdoğan, suçun gerçek faillerini bildiği için bu zamana kadar bu kartı açıktan Gülen Hareketine karşı kullanmaktan kaçınmış, gerçek failler ve onların derin yapısına karşı kullanmak için tekrar bu soruşturmayı canlandırmıştır. Ergenekon kapsamında yargılanan ve şu an Rejimle birlikte hareket eden derin yapı kendilerini sıkıntıya sokacağını bildiği bu süreçte bir iki tetikçisini feda etmek suretiyle bu işten kurtulmak için Erdoğan ile tekrar bir anlaşma surecine girmek zorunda kalmıştır. Bu anlaşma, esasen 17/25 Aralık öncesi yapılan anlaşmanın yenilenmiş versiyonudur. Erdoğan faillerini bildiği bu cinayeti kaşımakla derin yapıyı tekrar bir anlaşma masasına oturtmaya ve 2023 seçim surecine girilirken yarı yolda bırakılmamayı garantiye almaya çalışmaktadır. Yoksa NGB gibi her turlu ifadeyi vermeye uygun bir adamın ifadesine Mustafa Özcan-Enver Altaylı’yı ekletebilirlerdi. Ancak özellikle bunu yapmamıştır. Bu kirli ve derin savaşta tekrar anlaşma sağlanınca derin yapının tetikçilerinin bir taraftan elini kolunu sallayarak kaçmasına göz yumulurken, diğer taraftan da dosyayı değersizleştirmek ve Ergenekon dosyasının tekrar bir cinayetle canlandırılmasını önlemek için Zihni Çakır kurgusu tekrar piyasaya sürülmüştür. Rejim, Ergenekon’a karşı her zaman tetikte olduğu için bu soruşturmanın Ergenekon’un istediği şekilde sonuçlanmasını istememiştir. Çok zayıf delillerle cinayeti Gülen Hareketine yıkmaya çalışırken, asıl failin Ergenekon olduğunu da herkese göstermiştir. Gözden çıkarılan bazı kişiler aleyhine kamu davasına dönüşse de, bu dosya içinde barındırdığı ayrıntı ve ucu gösterilen sopalarla asıl faillerin tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallanmaya devam edecektir. Zira bu kişilere açık bir şekilde “her şeyinizi biliyoruz, zamanı gelince hesabını sorarız, bu nedenle ayağınızı denk alın” mesajı verilmiştir.
Bu kapsamda dikkat çeken bir diğer husus, Enver Altaylı’nın 21/10/2016’da tanık sıfatıyla ifadesi alınmasına ve daha sonra başka suçlardan tutuklanmasına rağmen, bu dosyanın şüphelisi yapılmamıştır. Altaylı’nın dosyaya dahil edilip ifadesinin alınma tarihi 19/08/2022’dir. Bu kadar önemli bir dosyada köprü görevi gördüğü iddia edilen bir kişinin, Zihni Çakır’ın 2015’teki ifadesinden sonra değil de iddianamenin hazırlanmasına yakın bir tarihte(11/11/2022) şüpheli olarak dosyaya eklenmesi, kurgu surecindeki değişikliğin somut bir göstergesidir.
Diğer taraftan Mustafa Özcan-Enver Altaylı’ya ilişkin bilgi eğer Zihni Çakır’a NGB vermiş olsaydı, hem Ukrayna’dan yazdığı mektupta, hem de yasa dışı yollarla Türkiye’ye getirilip uzun süre MİT’in işkencesinde geçtikten sonra verdiği ifadelerinde mutlaka söylerdi. Zira NBG, 2014 yılında İstanbul ve Ankara Emniyet Müdürlüğü TEM Şube Müdürlüğüne giderek “FETÖ” ile ilgili elinde olan bilgi ve belgeleri teslim ettiğini söylemiştir. Hatta İstanbul Emniyet Müdürlüğüne gidip o dönem emniyet müdür yardımcısı olan Mustafa Çalışkan’ın odasında dönemin İstanbul Başsavcısı İrfan Fidan’ın da bulunduğu bir ortamda “FETÖ” ile ilgili ifade vermek istediğini söylemiş ve hatta İrfan Fidan; “FETÖ ana davasını güçlendirecek, FETÖ yapılanmasını çökertecek iki önemli olayın olduğunu, bir tanesinin MİT tırları diğeri ise Necip HABLEMİTOGLU cinayeti olduğunu” belirtmiş, bunun üzerine NGB, bu iki konu hakkında da bilgisi olduğunu ve yardımcı olacağını beyan etmiş ve MİT tırları davasına etki edecek önemli bir tanığı yönlendirdiğini iddia etmiştir. Hatta, Zihni ÇAKIR’ın getirdiği Emniyet Genel Müdürlüğü TEM Daireden Polis Memuru Turgut isimli şahsa Necip HABLEMİTOGLU cinayeti konusunda bildiklerimi anlatmış ama bu anlatımlar resmiyete dönüştürülmediği gibi bu konuda bir gelişme de sağlanamamıştır (İdd. s.84).
İddianamede savcılık, işine gelen kısımlarda NGB’nin ifadelerini mutlak doğru kabul ederken, işine gelmeyecek hususların başında gelen Hablemitoğlu cinayetinin Gülen Hareketi tarafından gerçekleştirildiğine ilişkin bir beyanda bulunmamasını anlamlandıramamış ve bunun nedenini; “cinayetin işlenmesinde Gülen Hareketinin rolünü kabul etmesi halinde, NGB’nin bu hareketle anılmasının kendisinde yaratacağı rahatsızlık duygusu” olabileceğini belirtmiştir. NGB’nin dosyaya yansıyan özel yaşamı ve başından geçen hukuki süreçlere bakıldığında Gülen Hareketiyle anılabilecek en son kişinin NGB olduğu görülecektir. Ayrıca, böyle bir rahatsızlığı olsa, NGB’nin dosyaya şüpheli olarak dahil edilen Enver Altaylı ile olan tanışıklığını ve başka vesilelerle bu kişiyle iki kez görüştüğünü de söylememesi gerekirdi. Hem NGB ‘nin Gülen Hareketiyle birlikte anılmasından rahatsız olacağını belirtip, hem de NGB’nin işlenen cinayetin Gülen Hareketine bağlanmaya çalışılmasındaki en önemli figür olan E. Altaylı ile tanışıklığını saklamaması, iddianamedeki çelişki ve kurgu hatasından sadece biridir.
Yine, iddianameye göre NGB’nin cinayetin arka planıyla ilgili farklı bir kurgusal anlatım içine girmesinin sebebi; hakkında yapılacak suçlamalardan örgüt üyeliği suçu açısından etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak istemesi (İdd. s.65), bazı isimleri olaya katmasındaki sebep de, kendisinin Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli olduğu dönemde bu görevinden ihracına konu olan disiplinsiz davranışlarını eleştiren ya da üst komutanlarına aktaran, ihracına konu eylemlerine ilişkin yargılamalara tanık olan kişilere karşı duyduğu rahatsızlıktır. Zira NGB’nin cinayetin arka planında yer alan kişileri başlangıçta açık şekilde ifade ettiği arkadaşı Zihni ÇAKIR’ın, sonrasında doğruluğu tespit edilen bu hususları kendiliğinden bilmesi mümkün değildir! Savcılığa göre NGB bu konuda doğruyu söylememektedir ve Zihni ÇAKIR’a başlangıçta yaptığı aktarımlar doğru kabul edilmelidir (İdd. s.102). Çünkü, savcılığın oluşturmaya çalıştığı algıya uygun ifadeleri MİT’in işkencelerine rağmen veren kişi NGB değil, Zihni Çakır’dır.
Tam da bu noktada NGB’nin ifadeleri önem arz etmekte olup 27/01/2022 tarihli ifadesinde şunları söylemiştir; “FETÖ/PDY en büyük zarar gören kişi benim. Mesleğimi hayatımı elimden aldılar. 2006 yılında yargılanmış olduğum davanın FETÖ’nün kumpası olduğu Bakanlar Kurulu kararı ile de açıklanmıştır. Bulunduğum ülke Ukrayna’da da en büyük mücadeleyi veren benim. Zaten bu konu da 2014 yılı içerisinde Ankara TEM ve İstanbul TEM şubelerine giderek FETÖ ile mücadelede elim de olan bilgi ve belgeleri bu şubelere teslim ettim. Bu konuda da İstanbul TEM Şubeden gerekli bilgiler alınabilir.” (İdd. s.94)
İddianamedeki kabulden hareket edersek, NGB’nın iki ihtimalde de iddianamenin üzerine kurgulandığı Hablemitoğlu-Gülen Hareketi senaryosuna uygun ifade vermesi ve bu bağlantıyı Zihni Çakır yerine kendisinin söylemesi gerekirdi. Zira etkin pişmanlıktan faydalanması açısından bundan daha güzel bir bilgi ve ifade olmayacağı gibi “FETÖ”, NBG’nin bir numaralı düşmanıdır ve ona göre “FETÖ” hayatını karartmıştır. “FETÖ” ye karşı duyduğu rahatsızlık sebebiyle de bu yönde ifade vermesi gerekirdir. Ancak, NBG böyle bir bilgiye sahip olmadığı için bu eksik, soruşturmanın kurgusunu hazırlayan Zihni Çakır tarafından doldurulmuş ve birazdan anlatacağımız üzere Çakır’a bu bilgi, hukuka aykırı hale geldiği için delil olarak kullanılamayacak HTS kayıtları üzerinde uzun süre çalışan MİT tarafından verilmiştir. Zira HTS kayıtlarının elde edildiği CDR kayıtları üzerindeki çalışmayı yapan ve iddia edilen bu görüşme trafiklerinin varlığını iddia eden MİT’dir. Bu hususa iddianamede yer verilmesinde de hiç çekinilmemiş ve şöyle denilmiştir; “Nuri Gökhan BOZKIR’ın Milli İstihbarat Teşkilatınca Ukrayna’dan ülkemize getirilmesi üzerine düzenlenilen ve Cumhuriyet Başsavcılığımıza sunulan 26/03/2022 tarihli istihbari bilgi notu… …istihbari olarak nitelendirilse ve adli soruşturma sürecinde delil olamayacağı ileri sürülecek olsa bile, bu veriler Cumhuriyet Başsavcılığımızca alınan CDR verilerine ilişkin yapılan tespitler ile doğrulanmakta olup, soruşturma dosyamıza delil olarak girmesinde adli açıdan her hangi bir sakınca bulunmamaktadır” (İdd. s.69).
Oysa ki, 2937 sayılı MİT Kanunu’nun Ek-1. Maddesi gereğince MİT’in casusluk suçları dışında elde ettiği bilgi ve belgelerin adli soruşturma ve kovuşturmalarda kullanılabilmesi mümkün değildir. Ancak, bu maddeye açıkça aykırı olarak ve adli kolluk görevi olmayan MİT’in ürettiği kayıtlar “adam öldürme” dosyasında kullanılmış ve bu husus MİT’in soruşturmalarda asıl yetili yapıldığı 15 Temmuz sonrası dönemin bir rutini olarak hukuk garabetleri arasındaki yerini almıştır.
Ayrıca, NGB’nin örgüt üyeliği suçu açısından etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak için yanlış ifade verdiği konusundaki savcılık kurgusunun da hiçbir hukuki karşılığı yoktur ve savcılık bu gerekçeyle resmen “baltayı taşa vurmuştur”. Zira NGB’ye isnat edilen suçlar “suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma ve tasarlayarak öldürme” dir. Silahlı bir suç örgütüne üye olmanın cezası TCK’nın 220/3 maddesi gereğince en fazla 6 yıl, etkin pişmanlıktan faydalanılması halinde TCK’nın 221/4. maddesi gereğince de (1/3’ten ¾’e kadar indirim yapılır hükmü gereğince) en fazla 4 yıldır. Ancak, TCK’nın 220/4. maddesindeki; “örgütün faaliyeti çerçevesinde suç işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı da cezaya hükmolunur” hükmü gereğince NGB, örgüt faaliyeti kapsamında işlenen Hablemitoğlu cinayetinden de sorumlu olacaktır.
Tasarlayarak öldürme suçunun cezası TCK’nın82. maddesi gereğince ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıdır ve bu suç açısından etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması mümkün değildir. Savcının kurgusuna göre NGB, ağır müebbetlik ceza gerektiren ve etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmadığı adam öldürme suçunu itiraf ediyor ve bu suç nedeniyle alacağı cezadan korkmamakta ama en fazla 4 yıl cezası olup yatarı dahi olmayan örgüt üyeliği suçundan alacağı cezadan korkmaktadır. İşte iddianamenin kurgu ve senaryosu bu kadar altı boş ve mantıksız ifadelerle doludur. Esasen Ergenekon ve sauna gibi suç örgütü dosyalarında yargılanmış olan faillerin işlediği bir suç soruşturmasında hedef saptırmak ve asıl failler üzerindeki şüpheleri azaltmak ve işin başından beri faili bilinen dosyayı değersizleştirmek için Zihni Çakır ağzıyla bu kurgunun hazırlandığı anlaşılmaktadır.
4. Bir Taşla İki Kuş Vurma Gayreti
İddianameyle amaçlanan NBG’nin ifadesinde yer verdiği ÖKK içindeki yapılanmaya mesaj/göz dağı vermek olduğu gibi fırsatı bulunmuşken Gülen Hareketini bir kez daha “şeytanlaştırmak” ve bu suretle bir taşla iki kuş vurmaktır. İddianamenin sonlarında, İhsan Güven cinayetinin ÖKK içindeki bu yapılanma tarafından işlenmiş olabileceği bilgisine ve konuyla ilgili Tarkan Mumcuoğlu’nun Fikret Emek ile İhsan Güven’in evine gittiklerine ilişkin ifadesine yer verilip (s.324)[3] daha fazla ayrıntıya girilememesinin sebebi de budur. Aslında İhsan Güven ayrıntısı Hablemitoğlu iddianamesinin kurgusunu çöpe atmaya yeterlidir.[4] Bu kabulden hareketle, ÖKK içindeki bir yapının adam öldürmesi için bir yerden talimat ya da para almasına veya birilerine taşeronluk yapmasına gerek yoktur. Yani ÖKK içindeki bu illegal yapı suç işlemeyi meslek haline getirmiştir. Aslında bu yapı ve bu yapıyı koordine edenlere verilmek istenen mesaj 2015’ten itibaren verilmekte ve mesajın yerine ulaşmadığı anlaşılmış olacak ki, şimdilik bu iddianame ortaya çıkmıştır. Ortada bir “at pazarlığı” olmasa, bu kadar ciddi bir olayla ilgili 2015’ten beri sadece 2 kişinin, ki onlar da en zayıf halka, telefonları dinlenmez ve dosyanın bir numaralı faili Mustafa Levent Göktaş (MLG) için NGB’nin ifadelerinden sonra sadece yurt dışı çıkış yasağı konmaz ve bu yasaktan 4 ay sonra değil hemen yakalama kararı çıkarılırdı. Başka bir ifadeyle “MLG’ye kaç, değilse sana geliyoruz” mesajı verilmezdi.
5. Dosyanın En Önemli Delili On Dört Yıl Öncesine Ait HTS Kayıtları
İddianamede, cinayeti Gülen Hareketi ve “gözden çıkarılan” kişilerin üzerine yıkma konusunda kullanılan en önemli ve hatta tek delil, cinayetin işlendiği 2002’de hiçbiri şüpheli olmayan kişilerin 14 yıl önceki CDR kayıtlarıdır. CDR kayıtları, HTS kayıtlarının elde edildiği verilerdir. Savcılık, olay tarihinden 6 ay önce ve sonrası tüm Türkiye’deki GSM ve sabit hatlarının Call Deatail Records (CDR) (arama detay) kayıtlarını BTK’dan istemiş ve daha önce benzer talepleri kabul etmeyen bu yöndeki kararlara itiraz eden BTK, sorgusuz sualsiz bu talebi kabul ederek kayıtları göndermiştir.
Soruşturmadaki en önemli delillerden biri bu kayıtlar olsa da, acaba 14 yıl öncesine ait kayıtlar delil olabilir mi ve bu kayıtlar bu kadar uzun süre saklanabilir mi?
Bir kısım şüphelilerin de dile getirdiği bu hususla ilgili savcılık, iddianamede şu açıklamayı yapmıştır; “Bir kısım şüpheliler aşamalarda, incelenen bu hts kayıtları için, ilgili gsm operatörlenin yasal olarak veri saklama süreleri olduğu ileri sürülerek, elde edilen hts kayıtları için hukuka aykırı delil olduğunu ileri sürmüşse de, söz konusu sürelerin ceza hukuku anlamında düzenleyici süre olmadığı, bu sürelerin ilgili gsm operatörleri açısından idari anlamda düzenleyici süreler olduğu, verilerin elde olması halinde dava zaman aşımı süresi boyunca Cumhuriyet Başsavcılığımızca incelenebileceğinin bilinmesi gerekmektedir.” (İdd. s.75)
5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanununa dayanılarak çıkarılan Elektronik Haberleşme Sektörüne İlişkin Yetkilendirme Yönetmeliği’nin 19/1-f ve Elektronik Haberleşme Sektöründe Kişisel Verilerin İşlenmesi ve Gizliliğin Korunmasına İlişkin Yönetmelik’in 13. maddeleri gereğince kişisel veri olan HTS kayıtları, görüşmenin yapıldığı tarihten itibaren 1 yıl içinde silinmek zorundadır. Kayıtların öngörülen sürede silinmemesi TCK’nın 138. maddesi gereğince suçtur. Aynı şekilde, belirtilen sürelerde yok edilmesi gereken trafik bilgilerinin kişilerin aleyhine delil olarak kullanılması da mümkün değildir. Zira bu delil hukuka aykırı şekilde elde edilmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu da konuyla ilgili verdiği bir kararı gereğince, bir delilin yargılamada kullanılabilmesi için sadece kanuna değil, çıkarılan yönetmeliklere de uygun olarak elde edilmesi gerekir
Konuyla ilgili AİHM’de yakın bir tarihte verdiği Ekimdzhiev ve Diğerleri kararında, iddianame savcısının gerekçesinin neden hiçbir hukuki karşılığı olmadığını ve imha edilmesi gereken bu kayıtların delil olarak kullanılmasının açıkça özel yaşama saygı ve adil yargılanma hakkına müdahale tekil ettiğini ortaya koymaktadır. Zira ceza soruşturma ve kovuşturmaları sırasında erişilen verilerin yok edilmesine ilişkin Bulgaristan mevzuatında bir süre sınırının öngörülmemesi AİHM’in Ekimdzhiev ve Diğerleri/Bulgaristan kararının ihlal sebeplerinden biridir. Yani savcının bu verileri delil olarak kullanırken dile getirdiği hususlar bizzat AİHM’in ihlal gerekçesidir.
Yine, Elektronik Haberleşme Sektöründe Kişisel Verilerin İşlenmesi ve Gizliliğin Korunmasına İlişkin Yönetmelik’in 14/2. maddesinde ise “soruşturmaya” konu olan kişisel verilerin, ilgili süreç tamamlanıncaya kadar saklanacağına yer verilmiştir. Soruşturma savcısı da bu hususu gerekçe yaparak CDR kayıtlarını istediklerini belirtse de, görmezden geldiği bir husus vardı ki, işin püf noktası budur. Zira soruşturmaya 2017’den sonra dahil edilen kişilerinin hiç birinin olay tarihi itibariyle şüpheli sıfatı yoktur ve bu kişilerin soruşturmaya dahil edildikleri zaman dilimi itibariyle kişisel veri niteliğindeki CDR ve HTS kayıtlarının çoktan silinmesi gerekirdir. Kaldı ki, şüpheli sıfatı olmayan milyonlarca kişinin kayıtlarının da dosyaya getirtilmesinin izah edilebilecek bir tarafı yoktur.
Aynı şekilde,HTS kayıtlarına erişilmesi, incelenmesi, kullanılması, iletilmesi ve imha edilmesi konusunda kamuya açık ve veri sahibinin özel hayatın korunmasına ilişkin haklarının garanti altına alınması konusunda etkili kurallar mevcut değildir. Dosya kapsamında nasıl ve nereden temin edildiği belli olmayan ve yasal dayanak olmaksızın BTK’ya yetki ve görev ihdas edilmek suretiyle MİT tarafından hukuka aykırı deliller üretilmiştir. Zira BTK’ya gelen kayıtların hiç birisi ham veri olmayıp, tamamı zaman damgasız, hash değerleri olmayan ve işlenmiş/oynanmış verilerdir. İşlenmiş veri; orijinal olmayan ve kanunun izin verdiği kısımları alınıp diğer kısımları imha edilmesi gereken, yani süzülerek gönderilen verilerdir.
Yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, 5809 sayılı Elektronik Haberleşme Kanunu’na dayanılarak çıkarılan Yönetmelik gereğince silinmesi gereken CDR ve HTS kayıtları süresinde silinmeyip hukuka aykırı şekilde saklanmış ve 14 yıl sonra delil olarak dosyaya sunulmuş ve dosyanın en önemli delili haline gelmiştir. BTK’nın bu kayıtları tutma görevi yoktur. Her ne kadar bu kayıtlar BTK’dan istense de, bu kayıtları tutan merci BTK değildir. Zira bu kurum 2005 yılında kurulmuştur, yani olayın gerçekleştiği tarihte ne BTK, ne de daha önceki ismiyle Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı diye bir kurum yoktur.
Bu kayıtları tutan ve 14 yıl boyunca saklayan MİT’tir. Savcılık CDR kayıtlarını kılıfına uydurmak için BTK’dan istemiş, MİT de elindeki bu verileri BTK’ya vermiş ve bu suretle verilerin istenme süreci “kılıfına” uydurulmuştur. Acaba, elinde bu veriler bulunan MİT neden 14 yıl boyunca sakladığı CDR verilerini olaydan hemen sonra değil de şimdi paylaşma gereği duymuştur? Bu sorunun cevabı bile soruşturmanın hukuki olarak değil, konjonktüre göre ilerletildiğinin ve birileri için zamanı gelince nasıl sopa olarak kullanılabileceğinin göstergesidir.
Kısaca, dosyaya eklenen HTS kayıtları; hiçbir şekilde iddianamenin kurgusunu doğrulamadığı ve dosyaya eklenen kişileri suçlamaya yetmediği gibi aynı zamanda hukuka aykırı delildir.
6. Savcı Varlığını Ortaya Koyamadığı Hususları Ekleyerek İddianamenin Kurgusunu Güçlü Göstermeye Çalışmıştır
Savcılık, tanık olarak dinlediği Zihni Çakır’ın anlatmadığı hususları ve kurguda oluşan boşlukları doldurmak için eklemeler yapmaktan da kaçınmamıştır. Zira Zihni Çakır, 05/02/2015’te verdiği ifadesinde; “…Özel Kuvvetler Komutanlığından ayrılma bir Binbaşı; …Mustafa ÖZCAN ile ClA’nin Türk ajanı olarak bilinen Enver ALTAYLI’yla bir görüşme yaptığını bu görüşmede hatırı sayılır bir para karşılığı suikastın işlendiğini Enver ALTAYLI’run özel kuvvetler komutanlığındaki bağlantıları vasıtasıyla süreçte etkili olduğunu söyledi…” demiştir. Bu ifadeyle ilgili savcılığın değerlendirmesi şöyledir; “Nuri Gökhan BOZKIR’ın ifadesinde, Mustafa ÖZCAN ve Enver ALTAYLI’nın Özel Kuvvetler Komutanlığındaki kişiler ile bağlantısını kuran kişinin şüpheli Aydın KÖSTEM olduğu, Aydın KÖSTEM’in de Özel Kuvvetler Komutanlığı ile irtibata geçtiği kişinin dönemin ÖKK MAK Alay Komutanı olan Mustafa Levent GÖKTAŞ olduğu CDR verilerinin incelenmesi neticesinde tespit edilmiş ve bu husus Cumhuriyet Başsavcılığımızın 11/03/2020 tarihli dosya inceleme tutanağı ile kaleme alınmıştır” (İdd. s.158).
NGB, hiçbir ifadesinde böyle bir beyanda bulunmamasına ve Zihni Çakır, Mustafa Özcan ve Enver Altaylı ismi dışında dosyaya eklenen başka bir isimden bahsetmemesine rağmen, soruşturma savcısı kurguya uygun olarak Özcan ve Altaylı arasında bağlantı kuran kişinin Aydın Köstem olduğunu, Köstem’in ÖKK’da irtibata geçtiği kişinin de MLG olduğunu iddia etmiş, bu iddiasını da hukuka aykırı hale gelen ve MİT’in nasıl oluşturduğu belli olmayan CDR (HTS) kayıtlarına dayandırmıştır. İşte bu nedenle, savcılık için CDR kayıtları çok önemlidir ve görüşme yapılıp yapılmadığı, yapıldıysa bile ne konuşulduğu belli olmayan bu kayıtlar üzerinden “cinayet senaryosu” yazmıştır. Senaryo ile amaçlanan da bu olayı Gülen Hareketi üzerine yıkabilmektir.
7. HTS Kayıtları Cinayeti Aydınlatmak İçin Değil, Cinayeti Gülen Hareketine Yıkmak İçin Kullanılmıştır
İddianamede dikkat çeken bir diğer husus, saklanma süresi geçtiği için hukuka aykırı hale gelen CDR ve HTS kayıtlarının cinayetin aydınlatılması için değil, cinayeti Gülen Hareketine yıkabilmek için kullanılmasıdır. Şöyle ki, hukuka aykırı şekilde Tüm Türkiye’nin 1 yıllık CDR kayıtlarını alan savcılık, ne hikmetse dosyanın tüm şüphelilerinin değil, gözden çıkarılan ve işi Gülen Hareketine bağlayabilmek için sonradan dosyaya eklenen kişilerin kayıtlarına bakma gereği duymuştur. Kayıtları inceleme işini de adli bir görevi olmadığı gibi adli kolluk görevi de olmayan MİT yapmıştır.
Nedense, NGB’nin isimlerini verdiği ve hakkında takipsizlik verilen kişilerin cinayet öncesi ve sonrası HTS kayıtlarına iddianamede yer verilmemiş ve bu kişilerin görüşme kayıtlarında şüpheli bir durum yok denilerek konu geçiştirilmiştir. Şüphelilerden MLG, Tarkan Mumcuoğlu ve Fikret Emek’in de sadece birbirleriyle olan irtibatları incelenmiş ve bu kişilerin olay öncesi ve sonrasında kimlerle görüştüklerine yer verilmemiştir.
HTS kayıtları tamamıyla işi Gülen Hareketi üzerine nasıl yıkabiliriz düşüncesiyle dosyaya eklenmiş ve içeriğinde ne konuşulduğu belli olmayan ve savcının tahminlerinden öte somut bir olaya karşılık gelmeyen görüşmeler üzerinden iddianamenin kurgusu oluşturulmuştur. Savcıya göre M. Özcan, Hablemitoğlu’nun öldürülmesi için E. Altaylı ile irtibata geçmiş, o da MLG’ye ulaşmış ve MLG’nin başındaki ÖKK içindeki bir yapı bu cinayeti işlemiştir. İncelenen HTS kayıtları da bu bağlantıya ilişkin kurguyu oluşturabilmek için dosyaya eklenen kişilerle sınırlı şekilde incelenmiştir. HTS kayıtlarıyla ilgili iddianamede yer verilen bilgilerden, MİT’in bu işi Gülen Hareketine yıkmak için hummalı bir çalışma yapıp korumaya mazhar kişilerle ilgili de kulağının üzerine yattığı çok net anlaşılmaktadır.
Her ne kadar yer verilen HTS kayıtlarının hepsi cinayetle bağlantılı gösterilse ve bu kurgu gerekçelendirilmeye çalışılsa da bu konuyla ilgili şu örnek bile bu kurgunun ne kadar yanlış ve altının boş olduğunu göstermektedir. İddianamedeki ifadeye göre; “21/10/2002 tarihinde 10:54 de Mustafa ÖZCAN’ın Nizamettin AFŞAR tarafından arandığı, Nizamettin AFŞAR ile Enver ALTAYLI’nın aynı bazda olduğu, Enver ALTAYLI’nın 11:18 de Halil ŞIVGIN’ı aradığı, 11:49 da Halil ŞIVGIN’ın Necip HABLEMİTOĞLU’nu aradığı, Enver ALTAYLI’nın Halil ŞIVGIN’ı aradıktan sonraki ilk görüşmesinde 11:39 da Aydın KÖSTEM’i aradığı, 19:46 ise Necip HABLEMİTOĞLU’nun Şaban YILMAZ adına kayıtlı 0536 435 06 73 nolu gsm hattını kullanan, yakın arkadaşı olan Ergün POYRAZ’ı aradığı, bu görüşmeden hemen sonra 19:50 de Ergün POYRAZ’ın Aydın KÖSTEM’i aradığı (Aydın KÖSTEM-Ergün POYRAZ arasında ilk ve tek irtibat)”
Savcılık, bu görüşmenin de içinde olduğu görüşme trafikleriyle ilgili şu değerlendirmeyi yapmıştır; “Söz konusu bu irtibat trafiği Cumhuriyet Başsavcılığımızca düzenlenen 11/03/2020 tarihli dosya inceleme tutanağı ile de kaleme alınmış, tüm ismi geçen şahısların irtibat trafikleri Necip HABLEMİTOĞLU’nun öldürülmesinden kısa bir süre önce başladığı ve Necip HABLEMİTOĞLU’nun öldürülmesinden sonraki süreçte azalarak devam ettiği görülmüştür. Yukarıda açıklanan irtibat trafiğinin, maktul Necip HABELEMİTOĞLU için kurulduğu teknik olarak izah edilebilmektedir. Ayrıca bu husus Nuri Gökhan BOZKIR’ın Milli İstihbarat Teşkilatınca Ukrayna’dan ülkemize getirilmesi üzerine düzenlenilen ve Cumhuriyet Başsavcılığımıza sunulan 26/03/2022 tarihli istihbari bilgi notunda da ifade edilmektedir.”
Yani savcılığa göre bu görüşme trafiklerinin hepsi Hablemitoğlu cinayetiyle ilgilidir. Acaba gerçekten böyle midir? Bu kurgu ve senaryonun böyle olmadığını anlamak için o tarihte ne olduğuna bakmak yeterli olacaktır. O gün, dönemin DGM savcısı Nuh Mete Yüksel Alman Vakıfları davasını açmıştır. Hablemitoğlu ve Ergün Poyraz bu dosyanın tanığıdırlar. Nuh Mete Yüksel ile yolları kesişen kişilerin bu konuyla ilgili bir birlerini aramaları gayet doğaldır. Ancak, üzerinden çok uzun zaman geçtiği benzer olayların hatırlanmasının zorluğunun farkında olan savcılık, bunu fırsat bilerek her görüşme trafiğini Gülen Hareketinin cinayeti gerçekleştirdiği kurgusuna monte etmiştir. Ama bunu yaparken, 10 dan fazla kişinin güya planladıkları bir cinayetle ilgili neden sürekli konuşurlar sorusunun sorulabileceğini düşünmemiştir. İddianamedeki HTS trafikleri araştırılsa, bu görüşmelerin benzer bir çok olayla çakıştığı görülecektir.
8. Gülen Hareketini Bitirmek İçin Kullanılacak İki Olaydan Biri; Hablemitoğlu Cinayeti
İddianame okundukça satır aralarında çok önemli bilgilere yer verildiği görülmektedir. Bunlardan biri, 6 yıldır bir insan topluluğuna karşı işlenen suçların nasıl örgütlü, planlı ve sistematik olduğunu gösteren NGB’nin ifadesindeki ayrıntıdır. Zira NBG; 2014 yılı içerisinde müteakip defa İstanbul TEM Şube de sözlü olarak Murat SEZGİNLER ve Büro Amiri Özgür TAŞTEKİN isimli polislere FETÖ hakkında bildiğim her şeyi anlattım. Bu bilgilendirmeler üzerine dönemin İl Emniyet Müdür Yardımcısı Mustafa ÇALIŞKAN ın makamında İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı İrfan FİDAN ile yaptığımız görüşmede savcı İrfan FİDAN FETÖ ana davasını güçlendirecek, FETÖ yapılanmasını çökertecek iki önemli olayın olduğunu, bir tanesinin MİT tırları diğeri ise Necip HABLEMİTOGLU cinayeti olduğunu söylemesi üzerine ben bu iki konu hakkında bilgim olduğunu ve yardımcı olacağımı söyledim. Bunun üzerine MİT tırları davası konusunda etki sağlayacak önemli bir tanığı yönlendirdim. Zihni Çakır’ın getirdiği Emniyet Genel Müdürlüğü TEM Daireden Polis Memuru Turgut isimli şahsa Necip HABLEMİTOGLU cinayeti konusunda bildiklerimi anlatmama rağmen hiçbir resmiyet ve gelişme sağlanamadı” demiştir.
Bu ifadede göstermektedir ki, 17/25 Aralık sonrası başlayan cadı avında Gülen Hareketini silahlı bir örgüt yapma gayretinde olan rejim ve yargısının bu amacına ulaşması konusunda elindeki en önemli argümanlar; Suriye’ye silah taşınması olayıyla gündeme gelen MİT tırları hadisesi ve Hablemitoğlu cinayetidir. Özellikle Hablemitoğlu cinayetinin de bu amaçla yeniden kurgulanacağına ilişkin bilgiyi 2014 yılında şimdilerin çiçeği burnunda AYM üyesi İrfan Fidan NGB’ye vermiştir.
Daha önce, elde bir delil olmasa da MİT tırları üzerinden Gülen Hareketinin nasıl silahlı örgüt kabul edilebileceğine ilişkin MİT tarafından İrfan Fidan’a yapılan bir sunumu paylaşmıştık. NGB’nin ifadelerinden sonra rejim yargısının bu konuyla ilgili aklındaki diğer senaryonun Hablemitoğlu cinayeti olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, 15 Temmuz’da “Allah’ın lütfu” imdada yetişip bu iki olay da aperatif kabilinde kalınca, Hablemitoğlu iddianamesi de zaman ayarlı olarak 2022 yılına kalmıştır.
Acaba, 2014 yılında NGB Hablemitoğlu cinayetiyle ilgili ifade vermek istediğini bizzat dönemin başsavcısı Fidan’a söylemesine rağmen, neden bu kişinin ifadesi alınmamış da, 2019 yılında Ukrayna’da bulunduğu sırada bir gazeteci üzerinden el yazılı ifadesinin alınması yoluna gidilmiştir. Ayrıca, neden bu ifadeye istinabe yoluyla değil de mail yoluyla ulaşılmak istenmiştir? Bunun sebebi, ifade de istenilmeyen hususlara yer verilmesi halinde bu hususların resmi kayıtlara geçmesinden korkulması mıdır? Yine, rahat bir şekilde ulaşılabilinen, Türk Büyükelçiliğine gidip soruşturma savcısına maille ifade gönderebilecek kadar herkesin tanıdığı, adresi belli ve yine rahatlıkla istinabeyle resmi ifadesi alınabilecek bir kişi neden zorla MİT tarafından ülkeye getirilmiştir? Bu iddianameye zaman ayarlı dememizin sebebi işte budur. Fakat iddianamedeki ayrıntılara bakıldığında, ayarlanan zamanın her an başka kişiler için de tekrar revize edilmesinin mümkün olduğu görülmektedir.
9. Özel Korumaya Mazhar Şüpheliler
İddianamede dikkat çeken en önemli hususlardan biri de özel olarak korunan veya kaçmaları için kendilerine fırsat tanınan şüphelilerin çokluğudur. Aslında bu durumun varlığı, NGB’nin neden zorla Ukrayna’dan getirildiğinin de cevabıdır. Savcılık, NBG’nin ifadelerini “maymuncuk” gibi kullanmış ve işine gelen noktalarda bu ifadeleri mutlak doğru kabul ederken, işine gelmeyen noktalarda uydurduğu gerekçelerle itibar etmemiştir. Hatta bunu yaparken de, tarih, saat ve yer verecek kadar olayı ayrıntılı anlatan NBG’nin ifadeleri yerine, onun işkence altında bile anlatmadığı hususlarla ilgili Zihni Çakır’ın ifadelerini doğru kabul etmiş; bu kabulünü gerekçelendirirken de Zihni Çakır’ın bu kadar ayrıntı bilgiye sahip olmasının mümkün olmadığını, bunları kendisine NGB’nin söylediğini, ancak NBG’nin bazı hususları gizlediği için anlatmadığını belirtmiştir.
Zihni Çakır’ın 05/02/2015 tarihinde İstanbul TEM Şube Müdürlüğünde verdiği ifadesin de; “…. ve Gülen Örgütünün İstişare Kurulunda yer aldığmı tahmin ettiğim Mustafa ÖZCAN ile ClA’nin Türk ajanı olarak bilinen Enver ALTAYLI’yla bir görüşme yaptığını bu görüşmede hatrı sayılır bir para karşılığı suikastın işlendiğini Enver ALTAYLI’run özel kuvvetler komutanlığındaki bağlantıları vasıtasıyla süreçte etkili olduğunu söyledi…” şeklindeki ifadesine karşınNGB; “Fikret EMEK ve Tarkan MUMCUOĞLU’nun bu cinayetin işlenmesinde bulunduklarını bilindiğini ifade ettim. Ancak cinayete ilişkin detay, Enver ALTAYLI ya da Mustafa ÖZCAN isimlerini söylemedim”demiştir.
Savcılığa göre hakkında dava açılmayan kişiler ile NGB arasında husumet vardır ve NGB, bu kişilerden intikam almak için aleyhlerine ifade vermiştir. Bu iddiayı doğrulamak ve bazı kişiler hakkında rahat takipsizlik verebilmek için NGB’nin ilk ifadesinden 9 ay sonra 19/10/2022’de savcılığa dilekçe göndermesi sağlanmış ve bu suretle iddianamenin sağlam gerekçelerle yazıldığı mesajı verilmek istenmiştir (İdd. s.119). Acaba, NGB bu dilekçeyi vermek için neden 9 ay beklemiş ve tam da iddianame öncesi böyle bir hamle yapmış ya da yaptırılmıştır? Bu dilekçeyle ilgili dikkat çeken bir husus, NGB’nin aleyhine ciddi isnatlarda bulunmasına rağmen ifadesi bile alınmayan N. Hakan Büyükçulha lehine bir beyanda bulunmamasıdır. İddianamede dikkat çeken bir diğer husus, cezaevinden savcılığa dilekçe gönderen bir diğer şüpheli Mehmet Narin’in 06/7/2022 tarihli dilekçesine de olduğu gibi yer verilirken, Enver Altaylı’nın ek beyanları dosyaya konulmamış ve Altaylı’nın, yapılan soruşturmanın hakikati ortaya çıkarmaya yönelik olmadığını anlattığı sözleri de ilk ifadesinden çıkarılmış ve iddianameye konulmamıştır.
Peki, zaman ayarlı bu dosyaya hiç alakaları olmayan kişiler eklenirken, olayın tam merkezinde yer aldığı iddia edilmelerine rağmen özel korumaya alınarak aklanan bu kişiler kimlerdir?
a. N. Hakan Büyükçulha
İddianamede MLG kadar korumaya mazhar diğer bir kişi hiç şüphesiz Hakan Büyükçulha’dır. NGB’nin ifadesinde; ÖKK’daki diğer askerlerin MLG ile birlikte Anayasa Mahkemesi eski binasının bulunduğu sokak civarında İrfan isimli şahsa ait ofiste bir araya geldiklerini, planlama yaptıklarını, Fikret EMEK’in sahada olması gerektiğini, belgelerin Fikret EMEK’in alacağını ve Hakan BÜYÜKÇULHA ile birlikte hareket edeceklerini konuştukları bu yere gelen kişilerden biri de Büyükçulhadır. NGB’nin ifadesine göre cinayette Fikret Emek ile birlikte saha araştırmasında ve yedek katil rolünde olan kişi o dönemin yüzbaşısı Nurettin Hakan Büyükçulha’dır. Ancak, NGB’nin cinayetin Galatasaray maçına denk getirileceğine kadar ayrıntı verdiği ve bu bilginin doğruluğu cinayet saati ve diğer tanık ifadeleriyle sabitken, Büyükçulha hakkında dava açılmadığı gibi ifadesi dahi alınmamış, hakkında takipsizlik kararı verildiği gibi NGB hakkında, Büyükçulha’ya iftira attığı için karşı dava açılmıştır.
İddianameye göre Büyükçulha hakkında NGB’nin soyut beyanları dışında aleyhe bir delil olmadığı gibi HTS kayıtlarında şüpheli bir duruma da rastlanamamıştır. Ancak, hakkında dava açılan kişilerin HTS kayıt ayrıntılarına yer verilirken, Büyükçulha’nın cinayet günü ve öncesindeki irtibatlarıyla ilgili hiçbir bilgiye yer verilmemiştir.
Büyükçulha, darbeden sonra Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın yaveri olmuş Piyade Albay rütbesindeyken 2020 yılında tuğgeneralliğe terfi ettirilmiştir. Büyükçulha’nın, KKTC Sivil Savunma Teşkilatı’nda başkan yardımcısı olarak görev yaptıktan sonra Akar’ın yaveri olması ve Akar’ın Milli Savunma Bakanı olmasından sonra da onun yanında görevine devam etmesinin tesadüf olmadığı düşünülmektedir. Soruşturma kapsamında ifadesine bile başvurma gereği duyulmamasının sebebi bu korumaya mazhar sıfatı olsa gerektir.
b. Tan Dervişoğlu
NGB’nin, cinayetten önce Hablemitoğlu’nun evinin bulunduğu muhitte yaptığı keşif sonrası hazırladığı notları sunduğu Fikret Emek’in, kendisi dışında cinayet bölgesinde keşif yapacaklarını söylediği kişilerden birinin de Albay Tan Dervişoğlu (İdd. s.87) olduğunu söylemesine rağmen, bu ifade soyut kabul edilerek hakkında takipsizlik kararı verilmiş ve Dervişoğlu’nun 2022 YAŞ’ta görev süresi iki yıl uzatılmıştır.
Dervişoğlu verdiği ifadesinde kendisini şu sözlerle savunmuştur; “Nuri Gökhan BOZKIR’ın uzunca bir süre yurtdışında kalmış olması nedeniyle açıkçası bu ifadeleri Fetöcülerin yönlendirmesi neticesinde vermiş olabileceğini düşünüyorum. Ben 15 Temmuz gecesi ÖKK’nın Fetöcü unsurlardan temizlenmesi esnasında görev almış bir askerim, ayrıca ÖKK ilişkin 15 Temmuz 2016 tarihindeki eylemlere ilişkin açılan davalarda tanık olarak dinlenen biriyim, bu hususta hazırlanan idari tahkikat raporlarını imzalayan biriyim. Benimle ilgili Fetöcü unsurlar tarafından hedef haline getirildiğimi, husumet beslendiğimi düşünüyorum. O yüzden benim hakkımda böyle bir ifade vermiş olabilir” (İdd. s.127).
c. Altan Bora
Hakkında takipsizlik verilen isimlerden emekli subay Altan Bora da dikkat çekici bir kişidir. Zira Altan Bora, 15 Temmuz darbe girişimi sırasında astsubay Ömer Halisdemir tarafından öldürülen Tuğgeneral Semih Terzi ile birlikte Diyarbakır’dan askeri uçakla Ankara’ya gelen ekibin içindeki kişilerden biridir. Etimesgut Özel Hava Alay Komutanlığı’na inen uçaktaki askerlerin bir kısmı Terzi ile birlikte helikopter ile Özel Kuvvetler Komutanlığı’na gitmesine rağmen, Bora’nın arasında bulunduğu bazı askerler Etimesgut’ta kalmış ve böylece sanık olmaktan kurtulmuş ve darbe davalarında tanıklık yapmıştır. 15 Temmuz sonrası terfi ettirilen Bora, daha sonra emekli olmuştur.
Bora, hakkında takipsizlik kararı verilse de, Bora’nın ifadesinde belirttiği üzere NGB’ın 2019’da Ukrayna’dan savcılığa gönderdiği mektuptan (adli emanetin 2019/13993 sırasında kayıtlı) sonra NGB ile görüşmek üzere MLG tarafından Ukrayna’ya gönderilmiştir. Bunu söyleyen de bizzat Bora’nın kendisi olmasına rağmen, savcılık bu kişinin durumundan hiç şüphe duymamış ve Bora’nın ihale nedeniyle Ukrayna’ya gittiği yönündeki ifadesine itibar ederek takipsizlik vermiştir.
Ancak, MLG’nin aynı amaçla Ukrayna’ya gönderdiği tek kişi Bora’da değildir. zira NGB verdiği ifadesinde; “ben Ukrayna’da iken size dilekçeyi gönderdikten sonra Levent GÖKTAŞ yanıma Levent BEKTAŞ isimli emekli askeri gönderdi. Sadece 1 günlüğüne bu şahıs Ukrayna’ya yanıma geldi. Bana Levent GÖKTAŞ’tan aktararak “yediğin boku biliyoruz, akıllı ol, sessiz kal” şeklinde tehditlerde bulundu. Hakkımda tutuklama kararı çıkınca Ukrayna’daki ev hapsi sürecinde Levent GÖKTAŞ ile telefonla internet üzerinden görüşüyorduk. Telefonda “Tarkan’dan işi nasıl sana çevirdiysek, düzeltmesini biliriz, çocuğun başkalarına baba demesini istemiyorsan akıllı ol Ukrayna’da kal, ben sana gerekli maddi desteği sağlayacağım” şeklinde konuşarak tehdit etti” demiştir. Savcılığa göre; “Ukrayna ülkesinde iken Türkiye’ye gelme sürecinde şüpheli Mustafa Levent GÖKTAŞ tarafından olaya ilişkin konuşmaması gerektiği şüpheli Mustafa Levent GÖKTAŞ tarafından Ukrayana’ya gönderilen Levent BEKTAŞ isimli şahıs tarafından bildirilmek istenmektedir.”
Bu tespiti yapan, Levent Bektaş’ın konuşamaması için NGB’yi tehdit için Ukrayna’ya gittiğini söyleyen ve yaptığı araştırmada; “Levent BEKTAŞ’ın şüpheli Nuri Gökhan BOZKIR’ın ülkemize iade sürecinde Ukrayna ülkesine giderek görüşüp görüşmediği yönünde yapılan araştırmada adı geçen şahsın Nuri Gökhan BOZKIR’ın Ülkemize iadesinin istendiği dönemde birden fazla tarihte kısa süreliğine yurt dışına çıkış ve yurda giriş kayıtlarının olduğu, Ankara Emniyet Müdürlüğünün 08/11/2022 tarih E-58604142-42399-2022110815453160786 sayılı yazısı ile tespit edilmiştir” diyen savcılık, ne hikmetse Levent Bektaş’ın ifadesini dahi almamıştır. Acaba, neden alınmamıştır? Çünkü, olur da Levent Bektaş gerçekleri söylerse, cinayeti Gülen Hareketinin üzerine yıkma planı savcının elinde patlayacak, diğer sanıklar gibi Levent Bektaş’ın da üyesi olduğu Ergenekon’un bu işi planlayıp cinayeti işlediği ortaya çıkacaktır. İşte bu nedenle, ne Altan Bora’nın ne de Levent Bektaş’ın Ukrayna’ya bizzat MLG tarafından gönderilip NGB’yi tehdit etmelerini savcılık önemsememiştir.
Dosyaya sonradan eklenen kişilerin baz birlikteliğinden bile sonuca gitmeye çalışan ve hatta dosyayla hiçbir ilgisi olmayan garsonların bile telefonlarını dinleyen savcılık, bizzat Altan Bora’nın Ukrayna’ya gittiğine ilişkin beyanı ve Levent Bektaş’ın NGB’yi cinayetle ilgili konuşmaması için tehdit etmesini görmezden gelmiş ve bu konuyu gazete haberi gibi sıradan bir olaymış gibi iddianameye yazmıştır. İşin ilginci, bu Ukrayna ziyaretleri tam da NGB’nin cinayetle ilgili savcılığa gönderdiği mail itirafından sonra gerçekleşmiştir.
Ayrıca, NGB’ın 2019’da Ukrayna’dan gönderdiği mailden sonra ifadeye çağrıldığında adliyeye birlikte gittiği ve Bora’nın avukatlığını üstlenen kişi de MLG’dir.
Yine, MLG ile savunma sanayi ihalelerine girip birlikte ihale takip eden ve şüpheli Mehmet Narin’in verdiği ifadesinde askerlerin MLG ile birlikte Anayasa Mahkemesi eski binasının bulunduğu sokak civarındaki bir bina içerisinde bulunan İrfan isimli şahsa ait ofisle bir araya geldiklerini beyan ettiği; NGB’nin de MLG başkanlığında planlama yaptıklarını, Fikret EMEK’in sahada olması gerektiğini, belgeleri Fikret EMEK’in alacağını, Hakan BÜYÜKÇULHA ile birlikte hareket edecekleri gibi konuşmaları yaptıklarını söylediği bu yere gelen kişilerden birisi yine Altan Bora’dır.
Aynı şekilde NGB, cinayetten önce Hablemitoğlu’nun evinin bulunduğu muhitte yaptığı keşif sonrası hazırladığı notları sunduğu Fikret Emek’in, kendisi dışında cinayet bölgesinde keşif yapacaklarını söylediği kişilerden bir diğerinin Altan Bora olduğunu söylemiştir.
Tüm şüpheli durumlara rağmen Bora hakkında dava açılmasına gerek görülmemiş ve takipsizlik kararı verilmiştir.
d. Bülent Kutsal
NGB, Kutsal’ın; Hablemitoğlu’nun öldürülmesi sürecinde görev aldığını, MLG’den aldığı emir doğrultusunda çalışma yaparak Fikret EMEK’e bu çalışmayı arz ettiğini, Levent GÖKTAŞ’ın yanında iken içeriye gelip Hablemitoğlu’nu kastederek “Arabayı uzaktan kumanda sistemi ile çalıştırıyor, bu sebeple patlayıcı sistemi kullanılamaz, başka bir metod denenmesi gerekir” şeklinde konuştuğunu ve bunun üzeirne MLG’nin de “tamam planlarız” diyerek karşılık verdiğini söylemiştir. Hablemitoğlu’nun aracının uzaktan kumandayla çalıştığı bilgisi eşi tarafından da verilmiştir. Olayla ilgili bu önemli ayrıntıya kadar ifade veren NGB’nin ifadeleri soyut görülerek Kutsal hakkında da takipsizlik kararı verilmiştir.
e. Mustafa Levent Göktaş
Her ne kadar dosyada bir numaralı fail MLG görünse de, aslında en çok korunan ve kaçması için her türlü kolaylığın sağlandığı kişi de hiç şüphesiz MLG’dir. Zira MLG sadece savcılık tarafından değil, MİT ve MİT’in yönlendirdiği Zihni Çakır ve NBG tarafından da korunmuştur. Şöyle ki, iddianamedeki bilgiye göre cinayet saatinden birkaç sonra MLG’yi arayan kişilerden biri o dönem Ankara savcısı olan Hakan Kızılarslan diğeri de Hablemitoğlu ile de irtibatı ve muhtemelen de arkadaşı olan Tuncer BAHÇİVAN‘dır (İdd. s.252). Savcılık bu aramaları, o tarihte kamuoyundan infial uyandıran bu cinayet olayı nedeniyle Mustafa Levent GÖKTAŞ’ın bir bilgisi var mı diye bu kişilerce yapılmış olabileceğini değerlendirmiş, ancak böyle bir olayla ilgili bir savcının bile ilk aklına gelen kişinin neden MLG olduğunu hiç araştırma gereği duymamıştır.
Zihni Çakır’ın 2015 ve 2017’de verdiği ifadelerde ve NGB’nin 2019’da Ukrayna’dan gönderdiği mektupta da MLG’nin ismi hiç geçmemiştir. Hatta bu ifadeler üzerine savcılığın beyanlarına başvurduğu sanıklardan Altan Bora ile savcılığa gidip bu kişinin avukatlığını bile yapan ve yine savcılığın ifadeye çağırdığı şüpheli Mehmet Narin’e de rahat olması gerektiğini ve bir sıkıntı yaşamayacağını söyleyen de yine MLG’dir. Cinayetin bir numaralı faili MLG, NGB’nin Ukrayna’dan getirilip ifade vermesinden sonra soruşturmaya dahil edilmiş, bu ifadelerden sonra emri altındaki subay ve astsubaylar ile irtibatlı oldukları kişiler gözaltına alınıp tutuklanırken, hakkında “göz altına alınana kadar” yurt dışına çıkışını engellemek amacıyla 14/02/2022’de yurt dışı çıkış yasağı konulmuş ve 08/06/2022’de gözaltı kararı verilmiştir.
Savcılığın “gözaltına alınana kadar” ifadesi çok ilginç ve daha önce benzerine az rastlanır bir gerekçedir. Zira MLG gibi bağlantıları güçlü birisi için böyle bir gerekçe bir an önce ortadan kaybol manasına gelir. Gözaltına alınacağı belli olan ve MLG gibi olayın 1 numaralı faili olduğu ortaya çıkan biri hakkında neden NGB’nin ifadelerinden hemen sonra değil de 4 ay sonra gözaltı kararı verilir?
Kısaca, Zihni Çakırla başlayıp NGB’nin ifadeleriyle sonlanan dosyayla ilgili sürecin tamamında MLG hem savcılık hem de MİT tarafından “özenle” korunmuş, artık mızrağın çuvala sığmayacağının anlaşılmasından sonra da MLG’nin tutuklanıp tekrar “tahliye komasına” girmemesi için kaçması adına tüm şartlar oluşturulmuş ve istenildiği şekilde de Bulgaristan’a kaçmıştır. Yapılan göstermelik iade talebi de Bulgaristan tarafından Türkiye’deki durum gerekçe gösterilerek reddedilmiştir.
İddianamede yer verilen hususlardan birisi de MLG’nin ortadan kaybolmadan önce en son Kıraça Holding’e uğradığına ilişkin ayrıntıdır. Savcılık, 18/06/2022 tarihinde adı geçen Şirkette arama yaptırmış, ancak MLG ile yakınlıkları bilinen ve kaçmadan önce uğradığı bu şirketin sahibi İnan Kıraç’ın ifadesini bile almamıştır. Oysa ki, MLG’nin kaçmasına yardım ettiği belirtilen kişilerin hepsinin ifadesine başvurulmuştur. İddianamedeki bu ayrıntı da tıpkı İhsan Güven cinayetinde olduğu gibi Ergenekon’a gösterilen bir sopa gibi görünmektedir. Zira saçma bir kurguyla cinayeti Gülen Hareketine bağlamayı başaran savcı için bu kadar somut bir ilişkiyle İnanç Kıraç’ı cinayete bağlamak hiç zor olamasa gerektir.
f. Halil Şıvgın
Dosyada korunan ve hakkında dava açılmayan kişilerden biri de eski sağlık Bakanı Halil Şıvgın’dır. Zira Şıvgın, gerek olmayan şeyleri anlatan, özellikle Şengül Hablemitoğlu’nun ifadelerinde yer verdiği şekliyle cinayetten önce ısrarla Hablemitoğlu ailesiyle tanışmak isteyen, cinayetten sonra da “yolsuzluk.com” isimli internet sitesindeki haber ve maillerle özel olarak ilgilenen, savcılığın HTS kayıtlarını ayrıntılı olarak inceleyip her seferinde Enver Altaylı ile görüşme kayıtlarına yer verdiği, ancak şüpheli yapmadığı kişilerdendir.
Altaylı’nın şoförü Nizamettin Afşar’ın iddianamenin kurgusunu oluşturan; “Mustafa ÖZCAN Enver ALTAYLI’ya hitaben “Bu Necip ile ilgili Halil ŞIVGIN’la meseleyi konuştuk ancak halledemedik” şeklindeki ifadesinde ismi geçmesine rağmen, savcılığın kendisiyle konuşulan konunun ne olduğunu sormadığı kişi de yine Halil Şıvgın’dır. Savcılığın bu hususu sormamasının sebebi ise çok nettir; bu soru sorulsa Şıvgın bu ifadeyi kabul etmeyecek ve iddianamenin temelini oluşturan bu ifaden şüpheli hale gelecek ve yine kurgu savcının elinde patlayacaktır.
10. Şüphelilerin Telefonlarının Dinlenmesi Tedbirine Başvurulmamıştır
İddianamede dikkat çeken bir husus, özellikle NGB’nin Ukrayna’dan getirilip ifadesinin alınmasından sonra dosyanın önemli şüphelilerinin hiç birinin telefonlarının dinlenilmemesidir. İddianamede bu hususa şöyle yer verilmiştir; “Şüpheli Nuri Gökhan BOZKIR’ın Ukrayna ülkesinde yakalanması ve Cumhuriyet Başsavcılığımızca iadesinin istenmesi sonrası, 16/12/2019 tarihli Cumhuriyet Başsavcılığımızın talebi üzerine Ankara 5. Sulh Ceza Hakimliğinin 16/12/2019 tarihli 2019/9565 Değişik İş. Sayılı kararı ile CMK 135/1 maddesi uyarınca soruşturmada tespit edilen bir kısım şüpheliler, Aydın KÖSTEM, Mehmet NARİN, Nizamettin AFŞAR, Birol ERCAN ve İrfan BİRKAN hakkında gsm hatlarının iletişiminin dinlenilmesi, kayda alınması, sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi kararı verilmiş, adı geçen şüpheliler hakkında CMK135/4 de yazılı olan süreler uyarınca bu tedbir kararı uygulanmıştır.”
Bu kişilerin tamamı dosyaya sonradan eklenmiştir ve bu kişilerden Birol Ercan işçi, İrfan Birkan’da garsondur. Oysa ki, bu telefon dinleme kararı NGB’nin Ukrayna’dan gönderdiği itiraf mektubundan sonra alınmıştır. İşin ilginci, ne NGB’nin mektubunda ne de bu mektuptan önce tanık olarak ifade veren Zihni Çakır’ın ifadelerinde bu kişilerin ismi hiç geçmemektedir. Peki savcılık, ismi hiçbir yerde geçmeyen ve olayla hiçbir ilgisi olmayan bu kişileri nereden bulmuştur? Cevap çok basittir, bu kişileri bulan savcılık değil, soruşturmayı baştan sonra yönlendiren ve elinde Tüm Türkiye’nin iletişim kayıtları olan ve bu kayıtlar üzerinde uzun süre çalışan MİT’tir.
Peki, NGB’nin itiraf mektubunda ve Zihni Çakır’ın ifadelerinde isimleri geçen Hakan Büyükçulha, Altan Bora, Tan Dervişoğlu, Fikret Emek, tetiği çeken Tarkan Mumcuoğlu, Bülent Kutsal ve daha önemlisi cinayetin bir numaralı faili MLG’nin telefonları neden dinlenmemiştir? Bunun sebebi; Hakan Büyükçulha’nın o dönemde Hulusi Akar’ın yaveri ve ardından generalliğe terfi ettirilmesi, Tan Dervişoğlu ve Altan Bora’nın albay rütbesinde görev yapmaları, Tarkan Mumcuoğlu’nun 2012’de emekli olduktan sonra 2016’dan sonra MİT’te çalışmaya başlaması ve MLG’nin de derin yapının koruduğu ve sonrasında kaçmasına fırsat tanıdığı kişi olmasıdır.
Peki neden olayla ilgisi olmayan ve bir netice alınamayacağı bilinen kişilerin telefonları neden dinlenmiştir? Bu iddianameyi okuyan herkesin soracağı ilk sorunun şüphelilerin neden dinlenmediği olacağını ve üzerinden 20 yıl geçmiş bir olayın aydınlatılabilmesi için belki de tek delilin ilgililerin telefon konuşmaları olduğunu her savcı bilir. Bu nedenle savcılık; “telefonları dinledik ama bir sonuç elde edemedik, biz gerekli araştırmayı yaptık” diyebilmek ve asıl failleri perdeleyip işi Gülen Hareketine yıkabilmek için sınırlı sayıda ve olayla ilgisi olmayan kişilerin telefonlarını dinlemekle yetinmiştir.
Bunu yaparken de, dediğimiz amaca matuf olarak iddianameye konulan tek konuşma kaydını bağlamından koparmış ve cinayetle alakası olmayan bu konuşmayı sanki cinayetle ilgiliymiş gibi göstermiş ve açıkça manipülasyon yapmıştır. Bu husus da, iddianamenin hazırlanması ve soruşturmanın genişletilmesindeki amacın ne olduğunun açık bir göstergesidir. MLG ve isimleri itiraf mektubunda ve tanık ifadelerinde geçen kişiler hakkında bile bu tedbire başvurulmadan hazırlanan iddianameyle cinayetin tüm yönleriyle aydınlatılacağını beklemek boş bir hayalden ibarettir.
İddianamede yer verilen ve aslında olayla da bir ilgisi olmasa da savcının Hablemitoğlu cinayetine bağlamayı başardığı konuşma içeriği ve savcının değerlendirmesi şöyledir;
“Şüpheli Aydın KÖSTEM’in kullanımında olan 0535 347 74 84 numaralı gsm hattının, Erol isimli bir erkek şahıs ile yapmış olduğu 19/12/2019 tarihli görüşmesinde, şüpheli Aydın KÖSTEM’in: “Bu son günlerde adı çıkan bu zibidi herifle bizim bi Suriye’de bi hastane işimiz vardı biliyorsun” dediği, karşıdaki şahsın ise; “hıı” diye cevap verdiği, devamında Aydın KÖSTEM’in bu hastane işine ilişkin belgeleri istediği, Şüpheli Aydın KÖSTEM’in karşısındaki şahsa; “…O tarihlerdeki şeylerim, haberleşmelerim filan sanıyorum benim yani bazı sıkıntılarım oldu, benim pasaportuma el koydular” dediği, karşıdaki şahsın; “evet” diyerek karşılık verdiği şüpheli Aydın KÖSTEM’in karşısındaki şahsa; “Ondan sonra bu bağlantıdan dolayı büyük ihtimalle ama yani olaydan 8 yıl sonra tanıdığım bi herif, zaten herifin ne olduğunu öğrendikten sonra da siktir ettim gönderdim başımdan” dediği, karşıdaki şahsın ise şüpheli Aydın KÖSTEM’e; “hayırlısı ne yapacaksın” diyerek görüşmenin sonlandırıldığı görülmüştür. Söz konusu bu görüşme içeriği incelendiğinde şüpheli Aydın KÖSTEM’in şüpheli Nuri Gökhan BOZKIR ile Suriye’de birlikte hastane işi yaptıkları, tanışıklıklarının telefon ile görüşülen tarihten 8 yıl öncesinde olduğunu, bu hastane işi nedeniyle Nuri Gökhan BOZKIR ile görüştüğünü, bu sebeple de hakkında yurt dışı çıkış yasağı konulduğunu ifade etmektedir.
Şüpheli Aydın KÖSTEM’in Erol isimli şahısla 19/12/2019 tarihinde yapmış olduğu görüşmede, hakkında konulan yurt dışı çıkış yasağı kararının şüpheli Nuri Gökhan BOZKIR ile ilgili olduğunu bile bilme imkanı yokken karşısındakine alınan kararın şüpheli Nuri Gökhan BOZKIR’dan ötürü yani maktul Necip HABLEMİTOĞLU cinayeti ile ilgili alınmış olduğunu belirtmektedir. Kendisi hakkında adli kontrol kararı talep yazımıza Sulh Ceza Hakimliği kaleminden bir şekilde ulaşmış olsa bile, bu talebimizde şüpheli Aydın KÖSTEM ile birlikte Nizamettin AFŞAR hakkında adli kontrol talep edildiği, şüpheli Nuri Gökhan BOZKIR isminin geçmediği, ancak şüpheli Aydın KÖSTEM’in, şüpheli Enver ALTAYLI’nın yakın adamı Nizamettin AFŞAR ismini öğrendikten sonra, hakkındaki adli kontrole neden olan suçun, eskiden adamı gibi çalıştığı şüpheli Enver ALTAYLI ve şüpheli Nuri Gökhan BOZKIR ile ilgili olduğunu dolayısıyla maktul Necip HABLEMİTOĞLU’nun öldürülmesi konusundan ötürü olduğunu anlamaktadır. Bu sebeple de karşıdaki Erol isimli şahsa hakkındaki adli kontrol kararının şüpheli Nuri Gökhan BOZKIR ile ilgili olduğunu söylemektedir. Şüpheli Aydın KÖSTEM’in, Nizamettin AFŞAR ismini öğrendikten sonra, kendisini maktul Necip HABLEMİTOĞLU’nun öldürülmesi olayı nedeni ile yakalanan Nuri Gökhan BOZKIR ile ilişkilendirmesi şüpheli Aydın KÖSTEM’in maktul Necip HABLEMİTOĞLU’nun öldürülmesi olayında yer aldığını ayrıca gösterir bir durumdur.”
Bu telefon kaydında geçen ifadeleri okuyup konuyu savcının anladığı şekilde bir sonuca bağlamak büyük bir hayal gücü gerektirmektedir. Zira Aydın Köstem, pasaportlarına el konulduğunu, bunun sebebinin de son günlerde ismi tekrar haberlere konu olan NGB ile Irak’taki hastane işi için görüşmesi olabileceğini tahmin ettiğini ve NBG ile 2010’da tanıştığını belirttiği konuşması, Köstem’in Hablemitoğlu cinayetinde yer aldığını gösterdiği şeklinde yorumlanmıştır. O zaman sormak gerekmez mi? Bu görüşmeden bile böyle bir sonuç çıkarıp cinayeti çözmek isteyen soruşturma savcı neden en başta MLG’nin telefonlarını dinlemek yerine “gözaltına alınana kadar” hakkında sadece yurt dışı çıkış yasağı isteyip kaçmasına fırsat tanımıştır?
11. Cinayeti Gülen Hareketine Yıkmak Amacıyla Dosyaya Eklenen Kişilerle İlgili İddianamedeki Çelişkiler
Hablemitoğlu cinayetini Gülen Hareketine yıkmak için kurgulanan senaryoyu ilk olarak 2015 ve ardından da 2017’de Zihni Çakır gündeme getirmiş ve bu bilgileri kendisine NGB’nin verdiğini söylemiştir. Ancak, NGB işkence altında verdiği ifadeler de bile böyle bir beyanda bulunmamıştır. Zihni Çakır’ın anlatımına göre; Mustafa Özcan, Gülen Hareketi aleyhine çıkaracağı bir kitabı engellemek için Hablemitoğlu ile görüşmüş, ikna edemeyince Enver Altaylı ile irtibata geçmiş, Altaylı’da ÖKK daki bağlantılarını kullanıp MLG ve Mumcuoğlu aracılığıyla Hablemitoğlu’nun öldürülmesini sağlamıştır.
İddianamedeki anlatıma göre Mustafa Özcan’nın Enver Altaylı ile Altaylı’nın Aydın Köstem ile Köstem’in de MLG ile ilişkisi var ve Köstem bu bağlantı dolayısıyla MLG ve Altaylı’yı tanıştırmıştır. Bu kişileri tanıştırmasındaki amacını da Orta Asya’da Altaylı’nın tanıdığı özel kuvvetlerdeki sivil unsurlar ile MLG’nin bir bağlantı kurma imkanını oluşturmak şeklinde açıklamıştır. İddianamedeki anlatımdan, Aydın Köstem askeri ihaleleri de takip eden bir işadamıdır ve Siemens şirketinin Genelkurmay ihaleleri bağlantısını Aydın Öktem, Enver Altaylı ve Serhat Ilıcak birlikte MLG üzerinden sağlamaktadır. Ancak, bu kişiler arasındaki irtibat ticari bir ilişkiye dayansa da savcılık yine hayal gücünü zorlayıp bu ilişkiyi cinayete bağlamaya çalışmıştır. İşin garibi ve iddianamede cevabı olmayan soru, iddia edildiği gibi sadece bu cinayetin işlenmesi için irtibat halinde olan kişilerin neden bu kadar fazla irtibat halinde olduklarıdır. Böyle bir iş birilerine ihale edildikten sonra taraflar neden bu sıklıkta görüşürler?
İddianamede, Mustafa Özcan’ın Gülen Hareketi ile ilgili kitap çalışması olan Hablemitoğlu ile irtibat kurmaya çalıştığı, aleyhe yayın yapmaması için bağlantılar oluşturmaya gayret ettiği iddia edilse de, anılan kitapta geçen hususlar yeni olmayıp daha önce Ankara savcılığının yaptığı soruşturma ve başka dönemlerde ortaya atılan konulardan ibarettir. Dolayısıyla, ek bir kitabın daha ortaya çıkması Gülen Hareketi için adam öldürmeyi gerektirecek bir menfaat değildir. Dolayısıyla, Mustafa Özcan’ın cinayet ile irtibatlandırılması tamamıyla güncel politik mülahazalara bağlı olarak ortaya atılmış bir iddiadır. Ancak, Özcan’ın cinayet ile bağlantısını ortaya koyan somut bir delil olmadığı gibi itirafta bulunan NBG ve diğer sanıkların beyanlarında veya teknik takiplerde de böyle bir tespit yoktur.
İddianamedeki önemli mantık hatalarından bir diğeri, cinayet parasının Siemens firmasını aldığı ihaleyle ödendiğine ilişkin kurgudur. İddianamede bu hususa şöyle yer verilmiştir; “Mustafa ÖZCAN’ın, Necip HABLEMİTOĞLU’nun FETÖ/PDY ile ilgili çalışmalarından, açıklamalarından vazgeçirilmesi, engellenmesi için Enver ALTAYLI’dan yardım istemesi, Enver ALTAYLI’nın da Almanya ülkesinde ticaret ile uğraşan, iş adamı çevresi olan Serhat ILICAK’ı kast ederek konuyu Serhat ile bir görüşeyim dedikten sonra, önce Mustafa ÖZCAN’ı arayarak malum konuda Serhat ILICAK’ın kendilerine yardımcı olamayacağını ifade etmesi, Enver ALTAYLI’nın Aydın KÖSTEM ile birlikte 02/10/2002 tarihinde Mustafa ÖZCAN ile Ankara ilinde yüz yüze görüştükten sonra, 03/10/2002 tarihinde yine Aydın KÖSTEM ile birlikte ilk defa Özel Kuvvetler Komutanlığına giderek, Mustafa Levent GÖKTAŞ ile tanışıp, görüşme gerçekleştirmesi, bu görüşme sonrası Mustafa ÖZCAN ile telefon yolu ile irtibatlanması, Mustafa ÖZCAN ile Enver ALTAYLI arasında bu dönemde gerçekleşen yoğun irtibatlanma, aynı dönemde Enver ALTAYLI ile Aydın KÖSTEM arasında Aydın KÖSTEM ile de Mustafa Levent GÖKTAŞ arasında gerçekleşen yoğun irtibatlanma, Enver ALTAYLI’nın Serhat ILICAK’ı Siemens Şirketinin kendilerine verdiği, güvenli gördükleri cihaz üzerinden arayarak, biz Levent GÖKTAŞ ile görüştük, mutabık kaldık, siz çalışmalarınıza başlayın demesi, 12/08/2003 tarihinde Ali Serhat ILICAK ve Enver ALTAYLI’nın Osman TUNCER ve Nizamettin AFŞAR banka hesapları üzerinden yaklaşık 900.000 ABD dolarını alması hususları birlikte düşünüldüğünde, söz konusu bu paranın Necip HABLEMİTOĞLU’nun öldürülmesi eylemi öncesi yapılan bir anlaşma parası olduğu kanaatini vermektedir. Zira, Mustafa ÖZCAN’ın Necip HABLEMİTOĞLU’nun engellenmesi yönünde Enver ALTAYLI’ya ilettiği yoğun talepleri karşısında, Enver ALTAYLI’nın iş adamı olan ve Almanya ülkesinde yaşayan Ali Serhat ILICAK’tan ne gibi bir yardım istemiş olabileceği sorusu akla gelmektedir. Enver ALTAYLI burada Ali Serhat ILICAK’tan Almanya Ülkesindeki çevresi üzerinden Siemens Şirketi ile Genelkurmay Başkanlığı arasında geçen ihale sürecinde Siemens Şirketi adına aracılık rolü için bağlantı kurmasını istediği düşünülmektedir.
Enver ALTAYLI’nın, Necip HABLEMİTOĞLU’nun engellenmesi konusunda Mustafa Levent GÖKTAŞ’tan yardım istemesi, onunla temas kurması, sonucunda Necip HABLEMİTOĞLU’nun öldürülmesi için şüpheli Mustafa Levent GÖKTAŞ’ı azmettirmesi düşünüldüğünde ise, cinayetin işlenmesi sürecinde yer alan bazı kişiler için para temin edilmesi ihtiyacının, bahsedilen ihale sürecinden alınan komisyon parası ile karşılandığı kanaati oluşmaktadır. Aydın KÖSTEM’in, Enver ALTAYLI’dan istediği 30.000 dolar para da bu amaçla istenilen ve verilen bir paradır. Söz konusu ihale sözleşmesi 03/07/2003 tarihinde imzalanmış olsa da Nizamettin AFŞAR’ın alınan ifadesinden ihale sürecinin 2002 yılı içerisinde başladığı bilinmektedir. İhale sözleşmesinin imzalanmasından sonra Nizamettin AFŞAR ve Osman TUNCER hesaplarına gönderilen söz konusu paraların, bu kişilerin hesabından Ali Serhat ILICAK ve Enver ALTAYLI tarafından çekildikten sonra, cinayette rolü olan şüphelilerden Aydın KÖSTEM hariç kime dağıtıldığına dair net bir tespit yapılamamaktadır.”
İddianameye göre cinayetin işlenmesi karşılığında ödenen para Siemens şirketinin aldığı ihaleler karşılığında gönderdiği paralarla ödenmiştir. Ancak iddianamede Siemens’in aldığı ihalelerle bu işin nasıl bir ilgisi olduğu hiçbir şekilde gerekçelendirilmemiştir. Ayrıca, Siemens’in aldığı ihale ve ihale parasının ödenmesi 2003-2004 yıllarında gerçekleşmiştir. Yani iddianameye göre, cinayet tarihinden sonraki bir ihaleden alınan paralarla cinayet parası ödenmiştir. Soruşturma savcısı da iddianamedeki bu absürtlüğü anlamış olacak ki, Almanya’da yaşayan iş adamı Serhat Ilıcak’ın olayla ne ilgisi olabileceğini ve 2003’te imzalanan sözleşmeyle 2002’de işlenen bir cinayetin parasının nasıl ödenmiş olabileceğini kendince açıklamaya çalışmıştır. Ayrıca, Gülen Hareketinin bu cinayeti azmettirdiği kabul edilse bile, bu hareketin 30 bin dolar gibi cüzi bir miktarı karşılamakta zorlanmayacağı ortada değil midir? Yine, Zihni Çakır ifadesinde (İdd. s213) cinayet için ödendiğini iddia ettiği ve“hatırı sayılır” olarak bahsettiği paranın 30.000 dolar olamayacağı aklı başında herkesin malumudur. Aynı şekilde, bu kabulden hareketle cinayet parasını, bu cinayetin gerçekleştirmesi için aracı olduğu iddia edilen Enver Altaylı’nın vermesi mantıklı mıdır? Tam tersinin olması ve Gülen Hareketinin Altaylı’ya bu iş karşılığında ödeme yapması gerekmez mi?
Bu çelişki iddianameyi okuyan herkes tarafından kolaylıkla anlaşılabilecek bir durumdur ve Serbestiyet sitesi de haklı olarak bu konuyu ele aldığı haberinde haklı olarak şu soruyu sormuştur; “FETÖ’ tarafından istendiği belirtilen; birinci sanığı Gülen, ikinci sanığı “FETÖ Türkiye İmamı” Mustafa Özcan olan suikast planını, neden “FETÖ yöneticileri” tarafından suikastın “sipariş” edildiği Enver Altaylı finanse etti?” Aklın yolu birdir ve Gülen Hareketiyle bu cinayet arasında herhangi bir bağlantı bulunulamadığı için böyle anlamsız kurgu ve senaryolara başvurulmak zorunda kalınmıştır.
İddianamedeki Siemens ve Almanya’daki iş adamı ayrıntısı, hazırlanan bir diğer kurguyu ve cinayetin Gülen Hareketine yamanamaması halinde soruşturmanın adresinin Alman Vakıfları olduğunu göstermektedir. Zira Hablemitoğlu’nun eşi ifadesinde;“…yazdığı “Köstebek” isimli kitap 5 Ağustos 2002 tarihinde bitmişti. Eşimin 2001 yılı ilk yarısında “Alman Vakıfları ve Bergama” isimli kitabı Otopsi Yayın Evi’nden çıkmıştı. Bu yayın ses getiren bir yayın olmuştu. Bu sebeple iki vakıf başkanı tarafından tehdit edilmişti. Bu kişiler Conrad Adenaur Vakfı başkanı olan Wolf Schbolridur. Diğer vakıf da Frederic Ebert vakfıdır ancak başkanının adını hatırlamıyorum. Bu tehditler Türkçe konuşularak ev telefonundan yapıldı. Bildiğim kadarıyla eşime telefonda, kitapta geçen şeyleri söyleyemeyeceğini, bunun bedelinin ağır olacağını söyledi. Ayrıca ilgili vakıfların Alman Büyükelçiliği kanalıyla eşimin çalıştığı Ankara Üniversitesine görevden alınması talebiyle yazı yazdıklarını biliyorum” demiştir.
Eşinin Alman Vakıflarının yöneticileri tarafından, hem de ev telefonlarından aranarak tehdit edildiğini söylemesine ve bu hususa iddianamede yer verilmesine rağmen, bu aramalar ve üniversiteye yazıldığı belirtilen yazıyla ilgili bir araştırma yapılmaması çok ilginç ve bir o kadar önemlidir. Bunun birinci sebebi iddianamenin kurgusunun sonradan değişmesidir. Diğer bir sebepte Hablemitoğlu’nun eşinin ifadesinin alınmasındaki amacın cinayetin aydınlatılması değil, cinayeti Gülen Hareketine yıkabilecek bir bilgiye ulaşma isteğidir. Değilse, Şengül Hablemitoğlu’nun Alman Vakıfları ile ilgili ifadeleri ayrıntılı bir soruşturmayı fazlasıyla hak etmektedir. Ukrayna’dan zorla getirilen ve işkence altında ifade veren NGB’nin ifadelerinde Özcan ve Altaylı ile ilgili bir husus geçememesine rağmen, MİT’in yönlendirdiği Zihni Çakır’ın NGB’den öğrendiğini söylediği Özcan-Altaylı iddiasını sorgusuz sualsiz kabul eden savcı, ne hikmetse cinayetle ilgili çok önemli bilgiler veren maktulün eşinin ifadesine hiç itibar etmemiş ve araştırma gereği de duymamıştır. Bunun sebebi de bu soruşturmanın, cinayetin aydınlatılması için değil, Gülen Hareketi üzerine yıkılması için canlandırılmasıdır.
Yine bu ifade, tüm Türkiye’nin HTS kayıtlarını alıp üzerinde uzun bir süre çalışan MİT’in sadece dosyaya sonradan eklenen kişilerle ilgili analizler yaptığını ve dosyadaki maktulün HTS kayıtlarına bile bakmadığını göstermektedir. Bu da MİT açısından makul bir durumdur. Çünkü bu iddianame ve kurgunun amacı cinayeti Gülen Hareketine yıkmaktır. Bu amaca matuf olmayan hiçbir delilin MİT ve savcılık için önemi yoktur. İfadelerin sahibi maktulün eşi olsa bile!
Aynı şekilde, cinayeti Gülen Hareketine bağlama gayretlerinden biri Enver Altaylı’nın şoförü ve yanında çalışanı olan Nizamettin Afşar’ın verdiği şu ifadedir; “Mustafa ÖZCAN ve Enver ALTAYLI evin mutfak kısmında oturuyorlardı, kapı aralık şeklinde açıktı. Ben bir ara mutfağa girmek isterken aralarında geçen bir konuşmaya şahit oldum, mutfak dışından bunu dinledim. Bu konuşmada Mustafa ÖZCAN Enver ALTAYLI’ya hitaben “Bu Necip ile ilgili Halil ŞIVGIN’la meseleyi konuştuk ancak halledemedik, bu adam hizmet hareketine zarar veriyor, zarar vermeye de devam edecek, bu işi halletmemiz lazım, sizin yardımınızı istiyorum.” diyordu. Enver ALTAYLI’da Mustafa ÖZCAN’a “Haklısınız hocam, nasıl yardımcı olalım” şeklinde cevap veriyordu. Devamında Enver ALTAYLI Mustafa ÖZCAN’a “Cezaevinde bir arkadaşımız var, çıkmasına 1-1,5 yıl var, ona hallettirebiliriz, isterseniz biraz bekleyelim.” şeklinde konuşuyordu. Mustafa ÖZCAN da Enver ALTAYLI’ya “1-1,5 yıl çok geç olur Enver abi” diye karşılık verdiğini hatırlıyorum. Sonrasında Enver ALTAYLI Mustafa ÖZCAN’a “Ben bir Almanya’ya gideyim, bu meseleyi Serhat ile görüşeyim, dönüşte sizi arayacağım” dedi.”
Bu ifadeyi iddianamede defalarca yazan savcı, ne hikmetse ifadenin doğruluğunu ve görüşme içeriğinin neyle ilgili olduğunu Enver Altaylı’ya sorma gereği duymamıştır. Bu ifade doğru kabul edilse dahi hangi konuyla ilgili olduğu açık ve belli değildir. Cinayetle ilgili olsa bile konunun Serhat Ilıcak ile alakası somut delillerle ortaya konulmamış ve savcının tahmin ve kafasında oluşturduğu kurguya uygun olarak cinayetle ilişkilendirilmiştir.
12. İddianamedeki Mumcuoğlu, Aksakallı ve MİT Ayrıntısı
İddianamede tetiği çeken kişi olmakla suçlanan Tarkan Mumcuoğlu önemli bir bilgi paylaşmıştır. Şöyle ki, Mumcuoğlu 2012 yılının Kasım ayında kendi isteğiyle emekliye ayrılmış, ancak 2016 yılı Mayıs ayında MİT bünyesinde çalışmaya başlamıştır. Kendi beyanına göre MİT’e geçme sürecinde ÖKK bünyesinde tabur komutanı olan Zekai AKSAKALLI’nın yönlendirmesi etkili olmuştur. Aksakallı, Mumcuoğlu’nu Kemal ESKİNTAN’a yönlendirmiş ve seçim süresi sonunda MİT’te çalışmaya başlamıştır. 2021 yılı Eylül ayında ise kendi isteğiyle emekli olmuştur.
Yukarıdaki açıklamalarda da yer verildiği üzere, cinayetin faillerini eskiden beri MİT bilmekte ve korumaktadır. Tetiği çeken kişi olduğu belirtilen Mumcuoğlu’nun telefon kayıtlarını ayrıntılı şekilde inceleyen ve cinayet tarihinde Kazakistan’da görevli olduğu halde, Türkiye’ye geldiğinin anlaşılmaması için askeri uçakla Kıbrıs üzerinden yurda giriş yaptığını ortaya çıkaran da MİT’tir. Hablemitoğlu cinayetine karıştığı bilinen ve 2012 yılında emekli olan bir kişi neden 2016 yılında MİT’te göreve başlatılmıştır? Olayı ilginç kılan ise buna aracılık eden kişinin Zekai Aksakallı olmasıdır. Darbe günü kilit bir rol alan bu şahsın, cinayeti işleyen Mumcuoğlu’nu MİT’e göndermesi ve bir nevi onu korumaya aldırması dikkat çekicidir. Acaba, emekli olduktan 4 yıl sonra MİT’te çalışmaya başlayan Tarkan Mumcuoğlu neden 2021’de MİT’ten ayrılmıştır? Bunun sebebi, yakın zamanda çıkması beklenen Hablemitoğlu cinayetinin tetikçisinin MİT elemanı olduğunun öğrenilmesinin yaratacağı rahatsızlıktır. MİT böyle bir görüntü vermemek ve ön almak için Mumcuoğlu’nu MİT’ten göndermiştir.
13. İddianamedeki R. Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül Ayrıntısı
Eski askeri savcı ve eski AKP milletvekili Ramazan Toprak, Hablemitoğlu’nun o dönemde cemaatler ve muhafazakar kesim konusundaki televizyon konuşmalarından ve yazılarından rahatsız olduğunu belirterek, 15/01/2002 tarihinde Hablemitoğlu’nu arayıp görüşme talep etmiştir. Görüşmeler başladıktan sonra Hablemitoğlu’na milletvekilliği vaat edildiği gibi MİT müsteşarlığı beklentisi fark edilince buna da sıcak baktıkları kendisine söylenmiştir.
Ramazan Toprak ve Halil Şıvgın ile ailecek görüştükleri bir ortamda Hablemitoğlu; “Ak Parti’ye kapatma davası hazırlığı yapıldığını, Ergün Poyraz’ın Ak Parti ve Tayyip Bey hakkında bir kitap hazırladığını, bu kitap delil gösterilerek seçimden önce kapatma davası açılacağını, kapatma davası konusunda psikolojik savaşı kendisinin yönlendirdiğini ancak bunun yanlışlığını gördüğünü, birlikte olduğu arkadaşlarının da kafalarının karışık olduğunu, Ak Parti genel merkezinin dinlendiğini ve konuşmalarımızda dikkatli olmamızı, açılması düşünülen kapatma davası ile Ak Parti’nin seçime sokulmamaya çalışılacağını, seçime girse bile bu dava nedeniyle vatandaşın umudu ve ilgisinin kırılacağını, en azından hayli zayıflatılmış olacağını, kitabın yayıma hazırlanması çalışmaları görevinin kendisine verildiğini belirtmiştir (10/07/2002).Ramazan Toprak’ın,kitabın yayımlanması işini engellemesi veya en azından seçim yapılana kadar ertelemesini istemesi üzerine, Hablemitoğlu; “seçime kadar birtakım bahaneler bulup kitabın yayımlanmasını engellerim” demiştir. Nitekim Hablemitoğlu’nun 3 Kasım 2002 seçimleri öncesinde yayınlatmadığı bu kitap seçimlerden sonra “Patlak Ampul” adıyla yayınlanmıştır.
Bu görüşme sırasında ortaya çıkan tehlikeyi Ramazan Toprak Erdoğan’a anlatmıştır. Erdoğan; Hablemitoğlu, Ramazan Toprak ve Halil Şıvgın’ın olacağı bir görüşmeyi Ramazan Toprak’ın meclis lojmanlarındaki evinde organize edilme emrini vermiş, Erdoğan’ın son dakikada işi çıkınca, bu görüşmeye temsilci olarak Abdullah Gül’ü göndermiştir. Görüşmeye Halil Şıvgın, Ramazan Toprak ve Hablemitoğlu katılmıştır (19/07/2002 Cuma 11:30-13:00 arası).
Hablemitoğlu’nun, Abdullah Gül’ün ABD’deki gizli Yahudi lobi faaliyetlerini deşifre etmesi ve bu lobilerden gelen istekleri yerine getireceği sözünü vermesi konusunu açması Gül’ü hem şaşırtmış hem de çok rahatsız etmiştir. Görüşmede; AKP’nin kapatılması ile Alman vakıfları konusu gündeme gelmiş ve Ramazan Toprak’da kendisinin de böyle bir çalışması olduğunu ifade etmiştir. Ancak Gül, şimdilik bu çalışmalarını durdurmasını ve daha sonra kendisine haber vereceğini söylemiş, fakat her hangi bir dönüş yapmamıştır.
19 Eylül 2002’de Hablemitoğlu ve Şıvgın ile eşleri Toprak’ın evine seçimde Abdullah Gül inisiyatifi ile 3. sırada aday yapılması tesellisiyle gitmişlerdir. Hablemitoğlu; “sırada Abdullah Gül var” diyerek bir şeyler ima eder. Hablemitoğlu, Toprak ile en son 6 Aralık 2002 de telefon ile görüşür ve bu görüşme içeriğini Abdullah Gül’e şu şekilde anlatır: “Ertesi sabah Başbakanlığa gittim ve Sayın Gül’e Necip beyle son görüşmemizi olduğu gibi naklettikten sonra daha öncesinde Necip beyin. “Nisan 2002’deki DGM savcısı Nuh Mete Yüksele şantaj kaseti iddiasını, yani bir vakıfta yapılacak aramada önceden yerleştirilmiş olan CD ele geçirilmiş olacak. CD’yi fetullahçı polislerin yerleştirdiği izlenimi verilmiş olacak, bu CD ile fetullahçı örgütlenmeyi soruşturan savcı Yüksele soruşturma konusunda şantaj yapacakları iddiası bahane olarak kullanılacak, emniyet içindeki fetullahçı örgütlenme üzerinden ülke çapında olmak üzere ucu açık genel bir irtica operasyonu başlatılacaktı. Bu işin arkasında Mesut Yılmaz’in olabileceğini, onun geçmişte benzeri oyunlara girdiğini, bir benzerini şimdi yapmaya çalıştığını söylediğimde Sayın Gül, “Mesut bitti, daha ne yapacakki” dedi. Ben de “var olmaya çalışıyor, halen tüm kadrolar onun adamları” dedim.”
Ramazan Toprak’ın ifadesinden önemli bir kısım da şudur: “Ocak 2003 ayı içinde bir gün eşime, “Hayrünnisa hanımla görüş, tâziye nedeniyle evine gittiği Şengül hanımla madem görüşüp tanışmışlar ve kamuoyu önünde büyük ilgi gösteriyorlar. Şengül hanım bana, ‘bu evde duramıyorum, nereye baksam Necip’i görüyorum, buradan taşınacağım ama maddi durumum şimdilik elverişli değil deyince Şengül Hanıma, ’konuyu Başbakan Sayın Gül’e aktarıp yardımcı olmaya çalışacağımı söylemiştim. Sen konuyu Bayan Gül ile görüş, o da eşi Sayın Gül’den rica etsin ve ’ülke için bizim için canını veren bir dostumuzun ailesine ev alabilmesi konusunda bir şekilde yardımcı olurlarsa biraz olsun vicdanî görevimizi yapmış oluruz deyip Hayrünnisa hanıma yönlendirdim. Birkaç gün sonra Bayan Gül. ‘Sayın Gül ile görüştüğünü ve eşinin bu talebi kabul etmediğini” eşime aktarmıştı. Bazı Müşahadelerim, O tarihlerde anlamlandırmadığım ve bir yere koyamadığım bazı parçaların zaman içinde özellikle bugün geldiğimiz noktada ne anlama geldiğini görüyor ve menfur olayın aydınlatılmasında katkı sağlayacağı düşüncesiyle bazı tesbitlerimi ilgilerinize sunuyorum:… Menfur olayı takiben ilk grup konuşmasında Sayın Gül, “Necip beyle görüşüyorduk, aranızda bunu bilen arkadaşlar var” dediği kişi sadece bendim. Ancak bahsettiğim şekilde yakından tanıdığı ve bize katkılarına şahit olduğu Necip beyin katledilmesi konusunda kendisinden beklediğimiz aktif bir çabasını veya özel bir gayretini göremedim. Bunun nedenini de anlayabilmiş değilim.”
26 Aralık 2002’de Başbakan Abdullah Gül, Yüksek Askeri Şurada bazı askerilerin Milli Savunma Komisyon Başkanlığı görevinden Ramazan Toprak’ı istemediklerini söyleyerek Toprak’ın ayrılmasını ister ve sonunda Toprak bu görevden ayrılır. Toprak’a göre Abdullah Gül’ün Hablemitoğlu ailesine yardımcı olmaması, cinayete karşı ilgisiz durması şaşırtıcı olmuştur.
14. Halil Şıvgın ve Şengül Hablemitoğlu İfadelerindeki Çelişkiler ve Ahmet Necdet Sezer Ayrıntısı
İddianamede, ifadelerine başvurulan eski Sağlık Bakanı Halil Şıvgın ile Şengül Hablemitoğlu’nun verdiği ifadeler arasındaki çelişkiler de soruşturma savcısı tarafından önemsenmemiş ve bu çelişkilerin giderilmesi yoluna giderilmemiştir. Zira Şengül Hablemitoğlu, cinayetten sonra Halil Şıvgın ve Ramazan Toprak’ın kendisini çok yoğun şekilde arayıp ağzını aradıklarını, bunun üzerine eski AKP milletvekili Ramazan Toprak’ın evine gittiğini ve bu kişilerle görüştüğünü söylemiştir. Ancak hem Şıvgın hem de Toprak, Hablemitoğlu’nu yalanlamışlardır (İdd. s.228). Yani onlara göre, Şengül Hablemitoğlu yalan söylemektedir.
Halil Şıvgın’ın kabul etmediği bir diğer husus, Ahmet Necdet Sezer ile Hablemitoğlu konusunda görüştüğü iddiasıdır. Bu iddiayı dile getiren kişi Şengül Hablemitoğlu’nun avukatı Ersan Barkın’dır. Barkın, 2512/2015 tarihinde savcılığa sunduğu dilekçede şunları söylemiştir; “Halil Şıvgın, Necip Hablemitoğlu’nun çalışmaları ve o dönem www.yolsuzluk.com isimli internet sitesinde yer alan gerçek dışı iddialara dair dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile de görüşmüş ve Hablemitoğlu’nun çalışmalarına müdahale edilmesi hususunda yardım talep etmiştir.”
Konuyla ilgili ifade veren Şengül Hablemitoğlu da şunları söylemiştir; “Eşim ölmeden kısa bir süre önce tanıştığımız Ramazan Toprak isimli siyasetçi ısrarlı bir şekilde cenaze sonrası görüşmek istedi. Halil Şıvgın ve Ramazan Toprak eşim ile kitabın yazımı sırasında temas etmeye çalıştılar. Eşim öldürülmeden 6 ay önce Halil Şıvgın ve Ramazan Toprak’ın aileleri ile görüşmeye başladık. Halil Şıvgın’ın eşi Hale Şıvgın, eşim ile aynı üniversitede çalışıyordu. Halil Şıvgın bu sebeple eşimle temasa geçmiştir. Halil Şıvgın ve Ramazan Toprak eşimi ısrarla Abdullah Gül ile görüştürmek istiyordu. Bildiğim kadarıyla bu görüşme 2002 yılının yaz aylarının başında oldu. Bu görüşmenin içeriğini bilmiyorum. Halil Şıvgın’ın Ramazan Toprak ile eşimin ölümünden sonraki ısrarlı görüşme talebini kabul ettim. Ancak çok uzun bir görüşme yapmak istemedim. Bu sebeple çocuklarımdan birisiyle Ramazan Toprak’ın milletvekili olması nedeniyle Oran’da bulunan evine gittim. Görüşmede Ramazan Toprak ve eşi ile birlikte Halil Şıvgın geldi. Bu görüşmeyi benim evimde yapmak istememeleri sebebiyle oraya gitmiştim. Bir buçuk saatlik süre içerisinde çok net bir şey konuşmadılar. Beni neden çağırdıklarını da anlamadım. Bana “Ne yaptın, ne oldu” diye sorular sordular. Ben de ifade verdim, kızgın ve acılı olduğumu söyledim. Ufak çocuğumun da uyuması nedeniyle kalkmak istediğimi söyledim, bu nedenle çocuğumu da alarak gittim. Çok uzun bir görüşme istemiyordum bu arada Halil Şıvgın “yolsuzluk.com” sitesinden yayınlanan bazı elektronik postalardan söz etti. Bu sitede Necip Hablemitoğlu yazışma yapmış gibi yazıların olduğunu gördüm. Sitedeki yazışmaları okudum. Cümle yapılarından eşime ait olmadığını anladım. Bu sitenin güvenilir olmadığını, eşimin “Köstebek” isimli kitabında yazdığım söyledim. Aynı şeyi bir basın mensubu da bana sorduğunu söyledim ve kızdım. Halil Şıvgın’ın bu aynı belgeleri dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e götürdüğünü öğrendim. Kendisine kızdım. Bizden teyit almadan ve işin gerçeğini araştırmadan dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e götürmesine tepki verdim. Halil Şıvgın’ın Ahmet Necdet Sezer ile görüşüp görüşmediğini de bilmiyorum, bu kendi beyanıydı.”
Cinayetin aydınlatılmasından başka bir isteği olmayan, Halil Şıvgın ve Ramazan Toprak ile bir tanışıklığı bulunmayan, cinayetten 6 ay önce bu kişilerle tanışmış olan, eşini 20 yıl önce kaybetmiş ve bu acıyla yaşayan Şengül Hablemitoğlu’nun somut yer, zaman ve kişi isimleri vererek söylediklerindeki tutarlılık ve birazdan başka bir örnekle açıklayacağımız Halil Şıvgın ile ilgili şüpheli durumlar dikkate alındığında; Ş. Hablemitoğlu’nun bu konuda söylediklerine itibar edilmelidir. Acaba, eski bakan Halil Şıvgın ve eski AKP milletvekili Ramazan Toprak’ın özelikle “yolsuzluk.com” sitesindeki yayınlarla ilgilenmelerinin sebebi nedir? Neden cinayetten sadece 6 ay önce Hablemitoğlu ailesiyle tanışmak için yoğun çaba sarfetmişler ve bu aileyle görüşmeye başlamışlardır? Halil Şıvgın’ın, cinayetten sonra bile “yolsuzluk.com” sitesinden yayınlanan bazı elektronik postalardan söz etmesinin sebebi nedir? Bu hususların cinayetle bir ilgisi var mıdır? Konuyla ilgili Ahmet Necdet Sezer’in tanıklığına neden başvurulmamıştır?
Şengül Hablemitoğlu’nun ifadelerinden; Halil Şıvgın’ın, Ahmet Necdet Sezer’den maktulün durdurulması için yardım istemesinin nedeni “Köstebek” kitabı değil, “yolsuzluk.com” sitesinde yayınlanan haber ve elektronik postalardır.
Halil Şıvgın’ın ifadelerine neden itibar edilmemesi gerektiğiyle ilgili somut bir örnek, ifadesinde yer verdiği şu husustur; “Ben Mustafa Özcan ile İstanbul’da Samanyolu Televizyonumda katıldığım bir program sonrasında tanıştım. Enver Altaylı program sonrasında Mustafa Özcan ile birlikte dışarıda bekliyorlardı. Bana da Enver Altaylı, Mustafa Özcan’ı özellikle tanıştırmak için beklediklerini söyledi. Mustafa Özcan kendini tanıtırken bana kitap, kırtasiye gibi işlerle meşgul olduğunu söyledi. Program eylül veya ekim aylarında olabilir. Abdullah Gül ile yaptığımız görüşmeden sonra olduğunu hatırlıyorum. Sanırım Enver Altaylı, Mustafa Özcan’a Necip Hablemitoğlu’nun Fetullah Gülen ile ilgili yaptığı çalışmayı söylemiş olacak ki bana “Bir doçent bununla ilgili bir çalışma yapıyor, biz bu kişi ile nasıl görüşürüz” şeklinde soru sordu. Ben de “Bu konuya karışmam, beni ilgilendirmez, konuşmak istiyorsa konuşur’ dedim. Görüşme sonrasında Necip Hablemitoğlu’nu bu konuda bilgilendirdim. Enver Altaylı benim büroda Necip Hablemitoğlu’nun yaptığı işlerle ilgili ıvır zıvır demesine rağmen Mustafa Özcan’a farklı aksettirmiş ki benden yardımcı olmamı istedi. Ben Mustafa Özcan’ı daha önce tanımadım, görmedim”
O dönemde hem Mustafa Özcan, hem de Enver Altaylı’nın daha nüfuzlu ve itibarlı kişiler olduğu düşünüldüğünde Şıvgın’ı kapıda beklemeleri mantıklı olmadığı gibi üçünün HTS kayıtlarına itibar edilse bile telefonları ortak bazdan sinyal vermemiştir. Ancak bu husus da savcılık tarafından hiç araştırılmamıştır. Zira bu ifade tam da savcılığın kurgusunu güçlendiren ve baştan doğru kabul edilmesi gereken bir ifadedir.
Sonuç
Cinayeti Gülen hareketine bağlama konusunda çok sarf eden MİT ve savcılığın elindeki deliller işte bunlardır. Cinayetin bir numaralı sanığı NGB’nin ifadelerinden işine gelmeyenleri soyut iddialar kabul edip özel korumaya mazhar kişilere takipsizlik veren savcılık, sadece bir kişinin soyut beyanı ve içeriğinde ne konuşulduğu dahi belli olmayan hukuka aykırı HTS kayıtları üzerinden cinayeti Gülen Hareketine yıkmaya çalışmıştır. Bu yaparken de bir çok çelişki ve mantık hatasına imza atmıştır. 14 yıl boyunca saklanan HTS kayıtlarını zamanında paylaşmayan MİT, gözden çıkarılmasına karar verilen kişileri içine alacak ve Hizmet Hareketini şeytanlaştırmaya yönelik bir çalışmayla soruşturmayı manipüle etmeye çalışmıştır.
İddianamede somut hiçbir gerekçe gösterilmeden Fethullah Gülen’in de şüpheli yapılmasının nedeni, bugüne kadar siyasi nedenlerle kabul görmeyen iade talebinin bu kez de adam öldürme dosyası üzerinden yapılmak istenmesi olarak düşünülmektedir. Ancak, bu gerekçeyle yapılacak iade talebinin de kabul edilmesi mümkün görünmemektedir.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***