Uzun süredir korkulan haber dün gece ajanslara düştü. Tarihin üç Dünya Kupası kaldırmış tek futbolcusu Pele artık yaşamıyor. 2022, tıpkı bu topraklara ’47 ayın sultanı’nı sevdiren, 17 yaşındaki gencecik Pele’yle ilk konuşan gazetecilerden olan Halit Kıvanç gibi onu da yuttu.
Milyarları peşinden sürükleyen oyunun ilk süper yıldızıydı Pele. Topa vurmayı yaklaşık yarım asır önce bıraksa da futbolun kerteriz noktası, kıyaslama aracı, her tartışmanın demirbaşı kalmaya devam etmişti. Müzikte Johann Sebastian Bach neyse, futbolda da Pele oydu; kendisinden sonra gelen tüm meslektaşlarına ilham vermiş, ufkunu açmıştı. Yeşil sahalarda gördüğümüz birçok inanılmaz hareketi ilk o yapmış; sayısız gole imza atmıştı. Çimlerde sergilediği devrimci ruhu hayatında gördük mü tartışılır; ama düşününce, belki de oyunun endüstriye dönüşmesinin sembolü hâline gelen adamdan başka türlüsünü beklemek hataydı.
23 Ekim 1940’ta güneş Brezilya’yı bir başka ısıtıyordu. O zamanlar, Tres Çoraçoes’te doğan bir çocuğun, başta kendi ülkesi olmak üzere tüm dünyayı sarsacağını kimse bilemezdi. “Benim dünyaya gelmemden kısa zaman önce Tres Coraçoes’e başka bir şey gelmişti: Elektrik. Bunu kutlamak isteyen babam Edison’dan hareketle bana Edson adını vermişti. Doğum belgemde adım bugün bile Edison olarak duruyor. Benim adım Edson ve bunu defalarca açıklamak zorunda kaldım. Bu yetmezmiş gibi doğum belgemde doğduğum günü de yanlış yazmışlar: 21 Ekim. Bunun nasıl olduğunu bilmiyorum fakat bu yanlış da bugün duruyor” diye anlatıyordu kendi doğum hikayesini…
Çok fakir bir köyde doğan, adı ve doğum tarihi bile yanlış yazılan bu genç, tüm yeryüzünü fethedecek, herkese adını ezberletecekti sonradan. Tarihe adını yazdırmakla kalmayacak, tarihin yazılışını değiştirmeye doğru da evrilecekti yolculuğu. Tevatüre göre Nijerya, içsavaşı bile durdurmuştu onu görebilmek için. Ne de olsa sonra yine çarpışılabilirdi ancak Pele, Lagos’a her zaman gelmezdi!
Nijerya’da gerçekten içsavaş onun için durmuş muydu derseniz… O günün yerel gazetelerinde bununla ilgili bir ifade bulunmuyormuş. Olsun, efsanelerin her daim doğruyu anlatmadığını bilsek de onlara inanmanın ayrı bir büyüsü var.
Vefatının ardından malum konunun da gündeme geleceği kesin. Ama bugün yumurta mı tavuktan çıkar; tavuk mu yumurtadan tartışmasına girmemeli, Maradona karşılaştırmasını bir kenara bırakmalı. 1000 gol barajını yıkan adama dair yazılabilecek tonlarca şey varken, pası ona uzatmalı; o muhteşem yolculuğun kimi duraklarını anımsatmalı!
İSVEÇ’TE AÇAN GÜNEŞ
Evinde düzenlediği 1950 Dünya Kupası’nı kılpayı kaçıran Brezilya, sekiz yıl sonra zafere ulaşıyordu. Grupta oynadıkları Sovyetler Birliği maçında Vava’ya asist yapan o delikanlıyı başta kimse umursamamıştı. Çeyrek finalde Sambacılar Galler’i tek golle geçerken, tabelayı değiştiren yine o 17 yaşındaki gençti.
Güney Amerikalılar yarı finalde Fransa’yı 5-2’lik skorla devirirken, takımını finale hat-trick yapan o çocuk taşımıştı. Rakip, ev sahibi İsveç’ti. Maçtan önce yapılan seremonide İsveç Kralı VI. Gustav rakip oyuncularla tokalaşırken, o gün itibarıyla Dünya Kupası tarihinin en genç oyuncusu olan ufaklığın suratına pek bakmıyor, onun hemen yanındaki Sambacıların en büyük yıldızı Garrincha’nın elini sıkmak için sabırsızlanıyordu. İlk düdükten sonra, reşit bile olmayan o çocuk sahada rüzgâr gibi esmiş, iki de gol atmıştı. Pele efsanesi resmen başlamıştı!
1000
19 Kasım 1969’da Santos, Vasco da Gama ile karşılaşıyordu. Maracana Stadyumu’nda toplanan on binler heyecanlıydı. Brezilya tarihinin gelmiş geçmiş en büyük oyuncusu tarih yazmak için futbol mabedinin çimlerine ayak basıyordu.
O güne kadar 999 gol atmış efsane acaba heyecanla beklenen o büyülü gole ulaşabilecek miydi?
33. dakikada Rene’nin yaptığı faul, Santos’a bir penaltı kazandırıyordu. Saatler 23.11’i gösterirken, beyaz noktaya gelen Pele meşin yuvarlağı ağlarla buluşturduğundaysa saha ana-bana gününe dönmüştü. Çimlere inen taraftarları muhabirler takip etmişti. Pele kaçıyor, yüzlerce insan kovalıyordu.
Oyun durmuştu. Zaten kimsenin de maçla ilgilendiği yoktu. Omuzlara alınan yıldız, üzerine giydiği “1000” yazılı formayla Maracana’yı turluyordu. Hayat ancak yarım saat sonra normalde dönmüş, mücadeleyi 2-1 Santos kazanmıştı.
1977’ye kadar sanatını icra etmeye devam eden Pele, kariyerini noktaladığında takımları hesabına 1281 gol yazdırmıştı.
1970 DÜNYA KUPASI
Herkesin 15 dakikalığına meşhur olabileceği dünyada Andy Warhol’un deyimiyle “15 asra bedel şöhrete” imza atan Pele, 1962’de Amerika’nın uzaya gönderdiği Telstar uydusu sayesinde yeryüzünün dört bir köşesinde izlenen ilk Dünya Kupası’nın da yıldızıydı. Birçokları beyaz camda renkli olarak gördükleri büyücüye o an aşık olmuştu. Meksika’nın çimlerinde Brezilya’nın sarı forması milyonların hafızasına kazınırken o ve arkadaşları güle oynaya zafere ulaşmıştı. Brezilya üçüncü defa Jules Rimet Kupası’nı kazanmış, statüye göre heykelcik sonsuza dek Güney Amerikalıların olmuştu. Sonradan ebedi istirahatgâhından çalınıp kaybolması şüphesiz pek hazindi.
Meksika, Pele’nin dördüncü Dünya Kupası’ydı. 1958 ve 1962’de şampiyonluk yaşayan, o zamanlarki lakabıyla “Siyah İnci” kendisinden şüphe edenlere cevabı sahada vermişti. Oynadığı dört turnuvada da ağları sarsan yıldızın Meksika’da gol atmadığı üç sekans tarihe geçti. Çekoslovakya karşısında orta sahadan attığı şut fileleri bulsa, belki birçok belgesel bu anla başlardı.
Yerçekimine meydan okuyarak vurduğu kafayı çıkaran İngiliz Gordon Banks asrın kurtarışına imza atmış, tarih onu böyle yazmıştı. Yarı finalde Uruguay kalecisi Ladislao Mazurkiewicz’e attığı çalım dehasının zirve noktalarındandı. Çimlerde bir adam başyapıta imza atıyor; topa değmeden rakip file bekçisini geçse de vuruşu kaleyi yalıyordu.
Finalde Sambacılar İtalya’ya fark atarken perdeyi açan 10 numara, kapanışta da asisti yapmıştı. Turnuva tarihinin en güzel gollerinden biri olan o an da unutulmazdı. Pozisyonda top, sekiz Brezilyalı oyuncunun ayağına değdikten sonra Pele, Carlos Alberto’ya “al da at” demişti. Brezilya bu demekti; sahada şiir yazmak onların işiydi.
Kariyerine Amerika’da Ertegün Ailesi’nin takımı Cosmos’da veda eden Pele, hep medyatik bir figürdü. Her daim kıyaslandığı Maradona asiydi, o ise kullanışlı. FIFA’ya yakınlığı nedeniyle kolay hedefti. Zira patronun adamıydı; kurumsaldı. Fakat yine o meşhur polemiğin diğer tarafına bakacak olursak; uyuşturucu kullanmadı; insanlara ateş etmedi, eliyle gol atmadı; mafyayla takılmadı.
Futbol, birçok Güney Amerika ülkesinde olduğu gibi Brezilya’da da ezilen halk için bir kaçıştı. Fakat O kupayı Medici değil, Pele almıştı. Belki de onun sayesinde dikta zaman kazanmıştı. Bu yüzden bazılarımız için Socrates çok daha manidar. Yeşil sahaların en büyüklerinden biri olmak yerine o sadece insanlık tarihine geçmişti. Düşününce de en büyük zaferini sahada değil, cuntaya karşı sandıkta kazanmıştı.
Bir kuşağın sevgilisiydi Pele. Maradona diye haykıran sayısız çocuğun babasına bu oyunu sevdirendi. Tüm dünyanın naklen izlediği ilk Dünya Kupası sayesinde ölümsüzleşmiş, futbolu güzelleştiren birçok karenin baş figürü olmuştu. O üç Dünya Kupası kazandı; onun emekliliğinden sonra Brezilya aynı başarıyı sadece iki kez tattı.
Diğer yandan hep güçlünün yanındaydı; kapısı diktatörler dahil herkese açıktı.
Ne sağcıydı; ne solcu; sadece futbolcuydu! Bir tarihe kadar en iyisi oydu. Kim bilir bazılarına göre belki hâlâ o…
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***