YORUM | Dr. YÜKSEL ÇAYIROĞLU
Peygamberlerin en önemli misyonlarından biri, dünya-ukba dengesini kurmaktır. Zira bu dengeyi kuramayan kimselerin ne dünyada ne de ukbada huzura ermeleri mümkün değildir. İnsanın en büyük yanılgılarından biri, dünyada dünya ile mutlu olacağını zannetmesidir. Ne var ki dünyevileşme sadece ahireti kaybettirmez, dünyada da insanda huzur bırakmaz. Dünyayı asıl maksat haline getiren, ona meftun ve müptela olan kişi maksadının aksiyle tokat yer. Dünyaya karşı hırsı, arzusu ve tamahı arttıkça huzursuzlukları da artar. Bunalımların, streslerin, depresyonların, intiharların altında yatan bir gerçek de budur.
İşte bu sebepledir ki peygamberler, dünyanın cazibedar güzellikleri karşısında kendini kaybetmiş insanlığa doğru yolu göstermek için çırpınmışlardır. İnsanlık, dünyanın mahiyetini, hayatın anlamını, nereden gelip nereye gittiğini vahiy sayesinde öğrenmiştir. Kur’ân, baştan sona dünya-ahiret dengesini kurmaya yönelik mesajlarla doludur. Ve bizler bu mesajlara geçmiş dönemin insanlarından çok daha muhtacız. Zira dünya hiç olmadığı kadar önümüze serildi. Dünyevileşme ve sekülerizm altın çağını yaşıyor.
Dünyayı Ahirete Tercih Etme
Kur’ân-ı Kerim iki farklı âyet-i kerimede “istehabbe” fiiliyle dünyayı ahirete tercih eden ve bu sebeple uhrevî hüsrana maruz kalan kimselerden bahseder. (İbrahim sûresi, 14/3; Nahl sûresi, 16/107) Ortada bir tercih olduğuna göre demek ki bu kişiler ahiret hayatını biliyor ve ona inanıyorlar. İstihbâb kelimesi sevgi, sevme anlamına gelen “hub” kökünden gelir. Âyette olduğu gibi “alâ” harf-i ceriyle kullanıldığında, insanın çok sevdiği ve bağlandığı bir şeyi başka bir şeye tercih etmesini, üstün tutmasını ifade eder.
Hz. Bediüzzaman’a göre insanların bilerek ve isteyerek dünyayı ahirete tercih etmeleri, bu acip asrın acip bir hastalığı, dehşetli bir marazı ve bir musibetidir. O, eserlerinin farklı yerlerinde dünya hayatını bilerek ve severek ahirete tercih etmenin, yaşadığımız asrın en önemli özelliklerinden biri olduğu üzerinde durmuş ve konuyla ilgili önemli ikazlar yapmıştır. Mesela bir yerde şöyle der: “Onlar dünya hayatını seve seve ahirete tercih ederler…” (İbrahim sûresi, 14/3) âyetinin sırr-ı işarisiyle, ahireti bildikleri ve iman ettikleri halde dünyayı ahirete severek tercih etmek, kırılacak şişeyi baki bir elmasa bilerek ve severek tercih etmek ve akıbeti görmeyen kör hissiyatın hükmüyle hazır bir dirhem zehirli lezzeti ileride bir batman safi lezzete tercih etmek, bu zamanın dehşetli bir marazı, bir musibetidir.” (Kastamonu Lahikası)
Bediüzzaman’a göre günümüzde içtihat yapılmasını zorlaştıran, içtihatların semavî ve ilâhî olmasını engelleyen sebeplerden biri de modern dönemde nazarların evvela ve bizzat dünya saadetine odaklanması ve hükümlerini ona bina etmesidir. (Sözler, 27. Söz) Ona göre bazı kimselerin diyaneti istemesinin ve ibadetleri yerine getirmesinin sebebi bile dünya hayatında başarı elde etmek ve işlerinin rast gitmesidir. Onlar, dinî vazifelerin meyvelerini bile dünya hayatına bir dirsek ve basamak yaparlar. (Kastamonu Lahikası)
Başka bir yerde ise insanların dünya hayatını nasıl ve niçin asıl maksat haline getirdiklerini şöyle izah eder: “Bu acip asrın dünya hayatını ve hayat şartlarını ağırlaştırması ve çoğaltması, zaruri olmayan ihtiyaçları görenek ve bağımlılıkla zaruri ihtiyaç derecesine getirmesiyle hayatı ve yaşamayı, herkesin her vakitte en büyük maksat ve gayesi yapmıştır. Onunla dinî, ebedî ve uhrevî hayata karşı ya set çeker veya onu ikinci, üçüncü derecede bırakır.” (Tarihçe-i Hayat)
Aldatıcı Dünya
Kur’ân-ı Kerim, “Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın.” (Lokmân sûresi, 31/33) buyursa da, aldanan aldanana. Zira bütün telkinler dünyaya ve dünyalıklara yöneliyor. Nefisler kışkırtıldıkça kışkırtılıyor. Bütün himmet ve gayretler başarı, kariyer ve paraya odaklanıyor. Büyümek, daha çok büyümek, kârı maksimize etmek için her yol deneniyor. En büyük hedef, kaliteli ve mutlu bir hayat yaşayabilmek. İnsanlar ceplerindeki para, oturdukları koltuk kadar değerli. Faaliyetler haz endeksli, ilişkiler menfaat odaklı. Niceleri arzu ve tutkularının esiri, niceleri de hırs ve ihtiraslarının kurbanı. Gününü gün etme, yaşamanın tadını çıkarma modern insanının hayat felsefesi. Anlam ve amaçtan yoksun bir hayat yaşıyor. Tüketim çılgınlığı had safhada. Kimilerini lüks ve israf, kimilerini bağımlılıklar, kimilerini de sefahat çürütüyor. Dünyevileşme geçmiş bütün toplumları etkilemiş olsa da günümüzde çok büyük boyutlarda. Dünyaya âdeta kalın halatlarla, demir zincirlerle bağlıyız.
Ne var ki haz ve lezzet alma maksadıyla dünyaya bağlandıkça elem ve acılarımız daha da artıyor. Dünya nimetleri deniz suyu gibi; içtikçe daha çok susuyor, yedikçe daha çok acıkıyoruz. Dünyayı doya doya yaşamak istesek de iştah ve şehvetimiz bir türlü dinmiyor. Doyumsuzluğa çare bulamıyoruz. Yalancı mutluluklarımız kısa sürüyor. Ne yaparsak yapalım bir türlü tatmin olamıyoruz. Güç ve takatimiz, ihtiyaç ve arzularımızı karşılamaya kâfi gelmiyor. Geçici lezzetlerin zevaliyle elem çekiyoruz. Konfor ve refah peşinde koştukça huzurumuz daha da kaçıyor. Basit dünyevî menfaatler için zillet çekiyor, bazen el ayak öpüyoruz. Bağlandığımız fani mahbublar tek tek bizi terk ediyor. Sık sık firak ve zeval sillesiyle ağlıyoruz. Kendi bedenimiz bile bize vefasızlık yapıyor. Dünyaya bağlandıkça ölümden ürküyoruz. Fakat zamanı durduramıyor, kabir kapısını kapatamıyor, ölümü öldüremiyoruz.
Dünyevileşmenin Dine Verdiği Zarar
Büyük zatlar, “Kim dünya ile evlenirse dinini mehir olarak vermek zorunda kalır.” derler. Dolayısıyla dünya sevgisi kalplerimizi istila ettikçe, mukaddesat orayı terk ediyor. Dinî ve ahlakî değerlere kayıtsızlaşıyoruz. Hayat standardını yükseltebilmek için her yola başvuruyor, helâl haram dinlemiyoruz. Dünya sevgisi, bilincimizi dumura uğratıyor, muhayyilemizi bozuyor.
Öyle para ve servetin kulu olmuşuz ki halimiz, buzağı sevgisi dem ve damarlarına işleyen Hz. Musa’nın kavmi gibi. Haram sınırları öyle ihlâl etmişiz ki halimiz, içilmesi yasak edilen ırmağın suyundan içen Talut’un askerleri gibi. Bu yüzden Allah yolunda mücadele etme noktasında takatimiz kalmamış. Dinle alakamız da dünyamıza sağladığı “katkı” nispetinde. Bu yüzden dinî hükümlerin dünyevî çıkarlarımıza aykırı yönlerini kırpmaya, kesmeye çalışıyoruz. İnandığımız gibi yaşamama, bizi yaşadığımız gibi inanmaya sevk ediyor.
İki âyet-i kerimede Cenab-ı Hak, dinlerini oyun ve eğlence edinenlerden bahsettikten hemen sonra dünya hayatının onları aldattığını ifade buyurur. (A’râf sûresi, 7/51; En’ân suresi, 6/70) Demek ki dünyaya yenik düşen insanlar dinlerini de ciddi yaşayamıyorlar. Dünya hayatını asıl maksat yapanların gözünde dinî inançlar, semboller, değerler ve şeair ağırlığını ve önemini kaybetmeye başlıyor. Şu âyet dünyevileşme konusunda şiddetli bir ikaz içerir:
“Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım ve akrabanız, ter dökerek kazandığınız mallar, kesada uğramasından endişe ettiğiniz ticaret, hoşunuza giden konaklar, size Allah’tan ve Resulünden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ve önemli ise. . . o halde Allah emrini gönderinceye kadar bekleyin!” (Tevbe sûresi, 7/24)
Kesben Değil, Kalben Terk
Yanlış anlaşılmasın. Dünyevileşmeden kasıt; çalışma, kazanma, birikim yapma değildir. Bunlar dinin de emrettiği ve değer atfettiği gayretlerdir. Efendimiz’in (s.a.s) ifadeleriyle güçlü mü’min zayıf mü’minden hayırlıdır. Aynı şekilde dünyevileşme, dünya nimetlerinden istifade etmeden, meşru dairede eğlenmeden de farklıdır. Kur’ân’ın ifadesiyle Allah’ın helâl kıldığı rızık ve nimetleri haram kılmak kimsenin haddine değildir. Kur’ân bizlere ahiretin yanında dünyanın da iyiliğini talep etmemizi emreder. İslâm’da hiçbir şekilde tembellik ve miskinliğe yer yoktur. Efendimiz (s.a.s.) dünyadan el etek çeken bazı sahabeleri şiddetle ikaz etmiştir.
Dünyevileşme, daha çok zihin ve kalp dünyasıyla ilgilidir. Bir çeşit paradigma değişimidir. Neyi merkeze aldığımıza, neye ne kadar değer verdiğimize göre ölçülür. Dünyevileşme, yukarıdaki âyet-i kerimelerde de görüldüğü üzere insanın bilerek ve severek dünya hayatını ahirete tercih etmesidir. İnsanın dünyaya çakılıp kalması, bu yüzden Allah’ın emir ve buyruklarından uzaklaşmasıdır. (Tevbe sûresi, 9/38) Azlığına bakmadan hazır ve peşin lezzetleri, ahiret lezzetlerine tercih etmesidir. Dünyevileşme, ilginin sadece dünyaya yönelmesi ve dünyanın yegane hedef haline getirilmesidir. Dünya-ahiret dengesinin dünya lehine bozulmasıdır.
Hz. Mevlâna, insanla dünya malının münasebetini, gemiyle denizin misaline benzetir. Gemi, suyun üzerinde ne kadar yüzerse yüzsün, şayet yarıkları yoksa ve içine su almıyorsa, batmaz. Aynen bunun gibi insan da dünyada ne kadar çalışıp mal sahibi olursa olsun, şayet kazandıkları kalbinde yer etmezse, ona bir zararı olmaz.
Dünyevileşmenin Tezahürleri
Dünyevileşmenin hem bireyin psikolojisi, zihin dünyası, tercihleri ve yaşam tarzı hem de toplumsal hayat üzerinde bir kısım etkileri, yansımaları ve sonuçları vardır. Yukarıda kısmen bunlara işaret ettik.
Efendimiz (s.a.s) bir hadislerinde, bütün kötülüklerin başının dünya sevgisi olduğunu ifade buyurur. (Beyhakî, Şuabu’l-iman, 7/338) Zira dünya sevgisi, kalpteki Allah korkusunu giderir, ahireti unutturur, gaflete sebep olur. Hesap-kitap endişesi olmayan insanlar nefs-i emmarenin güdümüne girerler. Günümüzdeki zulümlerin, kavgaların, fitne ve fesadın arkasında, ahireti unutup dünyayı maksud-u bizzat yapan kimseler vardır. Dünyevî imkânlar ve makamlar insanların arzu ve isteklerini karşılamaya kâfi gelmediği için, çatışma ve mücadeleler ortaya çıkar.
Dünyevileşme, insanların şahsiyet ve karakterini etkiler. Cenneti burada yaşamak isteyen kimseler, arzu ettikleri güç, haz ve menfaatleri elde etmek için her kalıba girerler. Dünyevî hedeflerine ulaşma adına çiğnemedik sınır, ihlâl etmedik değer bırakmazlar. Bütün ilgilerini kendilerine, kendi arzu ve isteklerini tatmine çevirir, başkalarına karşı duyarsızlaşırlar. Dini bile, dünyalarına basamak yaparlar.
Kur’ân’ın ifadesiyle sahip olunan dünyalıklar “tekasür” ve “tefahur” vesilesine dönüşür. Yani dünyalık elde etme ve biriktirme konusunda çokluk yarışına girer ve bunlarla övünürler. Toplum, dünyevî imkânların şımarttığı gösteriş budalalarıyla dolar. İnsanların değeri, kazandığı ve satın aldığı eşyalarla ölçülür. Kazanmak için her yol meşru görüldüğü gibi, eldekini kaybetmemek için de cimrilik yapılır.
Dünyaperest kimseler ne kadar güçlü, bilgili, zengin ve varlıklı olursa olsun, gözleri hep kendinden yukarıdakilere takılır. Lüks ve refah içinde yaşayanlara özenir, onlar gibi olmak isterler. Hatta onları gördükçe içlerini haset ve kıskançlık ateşi kaplar. Dünyevî nimetler onları şükür ve hamde değil, küstahlık ve kibre sevk eder. İster bilgi, ister makam, isterse servet açısından olsun, güçlendikçe zehirlenirler.
Dünyanın Mahiyeti
Hadiste de belirtildiği üzere dünya hayatı, insan açısından oldukça tatlıdır, çekicidir, caziptir. (Müslim, zikr 99) İnsan, mahiyeti itibarıyla dünya malına, eğlenceye meyilli yaratılmıştır. Dünya, insanın iştah ve arzusunu çeken türlü türlü nimetlerle donatılmıştır. Dünya ile insan nefsi arasında müthiş bir çekim gücü vardır. İnsandaki hırs, tamah, tevehhüm-ü ebediyet ve tûl-i emel gibi duygular da onu dünyaya çağırır. Hele hele modern dönemde, insanı dünyaya çağıran ve sevk eden o kadar çok sebep vardır ki! Bütün bunlar karşısında insanın dünyaya dalmaması, gaflete düşmemesi, gönlünü dünyaya kaptırmaması ve yaratılış gayesini unutmaması için vahyin sesine kulak vermesi elzemdir.
Dünyevileşme belasından kurtulmanın öncelikli yolu, dünyanın öz ve mahiyetini, onun ahiret karşısındaki yer ve konumunu kavramaktan geçer. Kur’ân-ı Kerim onlarca âyetinde dünya hayatı üzerinde durur, onun kısalığa, faniliğine ve geçiciliğine dikkatleri çeker, bir oyun ve oyalanmadan ibaret olduğunu belirtir. Mesela şöyle buyurur: “İyi bilin ki dünya hayatı, bir oyundur, bir oyalanmadır, bir süstür; kendi aranızda karşılıklı övünme, mal ve nesli çoğaltma yarışıdır.” (Hadid suresi, 57/20)
Dünya nimetleri ve lezzetleri insanın meyil ve arzularını tatmin etmez, doyurmaz; ondaki ebedilik duygusuna cevap vermez. Dünyada elemsiz lezzet yoktur. Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadesiyle, “dünya çok gaddardır, mekkârdır. Bir lezzet verse, bin elem çektirir. Bir üzüm yedirse, yüz tokat vurur.” Dünya nimetleri, Cennet nimetlerinin bir numunesidir, örneğidir. Bu yüzden dünyadaki nimetlerden istifade ancak tatmaktan ibarettir, doyma ise Cennettedir.
Dünya, insanın ebedî kalacağı bir karargâh değildir; insan denen yolcunun kısa süreliğine uğradığı bir handır, bir misafirhanedir. İnsanın ahirete azık tedarik etmesi için ekip biçmesi gereken bir tarladır. Dinin emir ve yasaklarına riayet etmekle sorumlu olduğu bir imtihan meydanıdır. Allah’ın isim ve sıfatlarının tecelli ettiği bir kitap, kevnî âyetlerin ve ilâhî sanatların teşhir edildiği bir meşherdir. İnsana düşen de onu doğru okumak ve anlamaktır. Görüldüğü üzere dünyanın bizatihi kendisinde bir kötülük yoktur. Mühim olan, insanın dünya ile nasıl bir ilişki kurduğu ve dünya hayatını nasıl yaşadığıdır.
Ahiret İnancı
İslâm, insanın fıtratı itibarıyla meyilli olduğu konularda çok fazla tahşidat yapmaz. Bilakis aşırı gitmesi ve sınırı aşması muhtemel noktalarda onu dengeleyici uyarılarda bulunur. İnsan, fıtratı itibarıyla mala, mülke, paraya, servete meyillidir. Hazır ve peşin lezzetleri sever. Yaşlansa bile içindeki dünya sevgisi, yaşama arzusu genç kalır. İşte bu yüzden âyet ve hadislerde zaman zaman çalışmanın, kazanmanın önemi üzerinde durulsa da, daha çok dünyanın geçiciliği ve ahiretin önemli hatırlatılmıştır.
Kur’ân-ı Kerim, mü’minleri dünyevileşmekten korumak için sürekli olarak ahiret hayatını, ahirette elde edilecek nimetleri hatırlatır. Fani dünya hayatının ebedî ahiret hayatı yanında ne kadar değersiz olduğuna vurgu yapar. Efendimiz (s.a.s), dünyanın ahiretin yanındaki konumunu anlatırken, ahireti denize, dünya nimetlerini de parmağını denize daldıran birinin parmağında kalan suya benzetir. (Müslim, cennet 55) Başka bir hadis-i şerifte dünyanın dünyaya bakan cihetiyle Allah katında sinek kanadı kadar değerinin olmadığı ifade edilir. (İbn Mâce, zühd 3) Bu gibi âyet ve hadislerden hareketle Bediüzzaman Hazretleri, “Dünyanın yüz bahçesi, fâni olmak haysiyetiyle âhiretin bâki olan bir ağacına mukabil gelemez.” der. (Emirdağ Lahikası)
Âyet ve hadislerde dünyanın ve dünya malının yerilmesinin sebebi, onların amaçları dışında kullanılmasıdır. Kur’ân ve Sünnet naslarında hiçbir şekilde dünyanın terk edilmesine dair bir ifade yer almaz. Bilakis Kur’ân-ı Kerim, “Allah’ın sana verdiği şeylerle ahiret yurdunu gözet; dünyadaki nasibini de unutma.” (Kasas sûresi, 28/77) buyurmak suretiyle dünyanın ihmaline karşı mü’minleri uyarır. Fakat aynı zamanda dünya ve ukba arasında çok hassas bir denge kurar. Bu ayete göre insan, sahip olduğu tüm imkân ve kabiliyetleri öncelikle ahiret yurdunu elde etme istikametinde kullanacak fakat bu arada dünyayı da ihmal etmeyecektir. Âyet-i kerimenin üslubuna dikkat edilecek olursa İslâm’ın neye ne kadar ehemmiyet verdiği net olarak anlaşılır.
Bütün bunların yanında insanın ölümü tefekkür etmesi, yaşantısında züht ve takvayı esas alması, kanaat ve istiğnayı kendisine düstur edinmesi, ne kadar varlıklı da olsa sade ve basit bir hayat yaşaması, bol bol infakta bulunması, sürekli Allah’ı anması ve hatırlaması gibi dinî esaslar da dünyevileşmenin önündeki önemli bariyerlerdir. Yazıyı Bediüzzaman’a ait şu sözle bitirelim: “Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde, fâni dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme!” (Mesnevî-i Nûriye)
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***