Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı, Avrupa Birliği’nin (AB) dış politika, savunma ve ekonomiye bakışını baştan sona değiştirdi. Batı Balkanlar’ın AB üyelik sürecine hız veren AB, diğer yandan enerji ve tedarik zinciri politikalarında değişikliğe yöneldi, yeni iş birlikleri arayışına girdi.
Tüm bu gelişmeler, Türkiye’nin Avrupa için jeostratejik önemini artırmış olsa da, demokrasi ve insan hakları alanındaki büyük gerileme ve komşu ülkeleriyle yaşadığı gerilimler, AB’nin Ankara ile ilişkilerinde yeni bir sayfa açması önünde engel oluşturuyor.
Batıda bir çok başkent, mevcut koşullarda Türkiye’yi AB adayı bir ülke olarak değil, çıkarların örtüştüğü konularda işbirliği yapılabilecek bir “zorunlu partner” olarak görüyor.
DW Türkçe’ye konuşan dış politika uzmanları, son gelişmeleri değerlendirirken, 2023 yılına ilişkin olarak da beklentilerini aktardılar.
AB’nin “yörünge” endişesi
Brüksel merkezli düşünce kuruluşu Avrupa Komşuluk Konseyi (ENC) Direktörü Samuel Doveri Vesterbye, Avrupa için önümüzdeki aylardaki en büyük önceliğin, “Türkiye’nin Rusya’nın yörüngesine girmesinin önlenmesi” olacağını söyledi.
“Türk dostlarım bunu söyleyince kızıyorlar ve kızgınlıklarını da çok iyi anlıyorum” diyen Vesterbye, tespitini şu sözlerle aktardı:
“Gerçek şu ki, artık AB için tedarik zincirleri, enerji, hammadde temini ve güvenlik konuları en önemli öncelikler. İnsan hakları ve demokrasi değil… Bu nedenle Türkiye konusu artık AB için bir ‘Türkiye bir demokrasi mi değil mi?’ meselesi değil. Mesele Türkiye’nin Rusya’nın yörüngesine girip girmeyeceği ve bunun nasıl önlenebileceği. Önümüzdeki yıl odak bu konu olacak.”
ABD ve AB ülkelerinin Rusya’ya karşı yaptırımlarına Türkiye’nin destek vermemesi, Ankara’nın tam tersine Moskova ile ekonomi ve enerji konularında daha yakın işbirliği için adımlar atması, Batılı başkentlerde tepki topluyor. Bu konuda gelecek haftalarda Ankara üzerinde diplomatik baskının artması bekleniyor.
AB açısından risk faktörleri neler?
ENC Direktörü Versterbye, Rusya’ya mesafe koyması için Ankara üzerinde uygulanan baskıyla eş zamanlı olarak Türkiye’yi teşvik edecek adımların atılması gerektiği görüşünde.
Türkiye’nin Rusya ile sürdürdüğü diyaloğu “denge politikası” ile gerekçelendirdiğini hatırlatan Vesterbye, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Bu politikanın iki ana sebebi var. Birincisi Erdoğan’ın Putin ile yakınlığı. İktidarını muhafaza etmek için elinden geleni ardına koymayacak olan Erdoğan aynı zamanda Batı’nın kendisine hasmane yaklaştığına inanıyor, yargılanmaktan korkuyor. Ancak öte yandan şu da var: iktidarda başka bir hükümet olsa da Türkiye yine bir tür denge politikası izlerdi. Çünkü jeopolitik alanda kartlar yeniden dağıtılıyor. İçinde bulunduğumuz süreç, savaşlar öncesi süreçleri anımsatıyor. Ve Türkiye geçmişte de hep benzer tutumlar takındı. Ne yaptı? Belirsizliklerin hakim olduğu, kimin galip geleceğinin bilinmediği zamanlarda tarafsız kalmaya çalıştı. Çok büyük riskleri göze alarak, çıkarına en uygun, avantaj sağlayacağı ana kadar bekledi. Şu anda Erdoğan’ın şahsi korkuları ve hedeflerine dayanan tercihleri ile Türkiye devletinin geleneksel tutumunun denk geldiğine tanık oluyoruz. Ama işte bu, Türkiye’yi Rusya’nın yörüngesine kayma riskine yol açıyor.”
Erdoğan nasıl ikna edilebilir?
Versterbye’ye göre, Batı’nın Ukrayna’ya askeri desteği, Rusya’ya karşı uygulanan katı yaptırımlar, bir süre sonra Rusya’da ciddi sorunlara yol açacak, Moskova’nın hem askeri hem ekonomik gücünün zayıflamasını beraberinde getirecek.
Bunun, Türkiye’nin Rusya’ya karşı tutumunu etkileyebileceğini, Ankara’nın Kremlin’e mesafe koyabilecek duruma geleceğini söyleyen Versterbye, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da ikna edilmesi gerekeceğini belirtti.
Erdoğan’ın yargılanmaktan duyduğu endişelerin aşılması durumunda, AKP hükümetinin Batı ile ilişkilerinde yeni bir zeminin oluşabileceğini savunan Versterbye, “İkna ve teşviklerin Türkiye demokrasisi için olumlu olmayacağı açık. Ve evet bu teşvikler Erdoğan’ı güçlendirebilir ama aynı zamanda Türkiye’nin Rusya’nın yörüngesinden çıkmasını da sağlayabilir. Tabii burada şu soruyu sormak lazım, zaten Rusya yörüngesine girmiş bir Türkiye demokratik olabilir mi? Jeopolitik değişim, Avrupa’yı realist ve stratejik düşünmeye zorluyor” şeklinde konuştu.
Üyelik hayalinden zorunlu partnerliğe
Batılı başkentler, Ankara ile ilişkilerin geleceği üzerinde kafa yorarken, mevcut koşullarda Türkiye artık AB’ye tam üye olabilecek bir aday ülke olarak değil, zorunlu bir partner olarak görülüyor.
Oysa 2023 yılı, geçmişte Türkiye’nin AB’ye tam üye olabileceği bir yıl olarak düşünülüyordu.
Erdoğan, başbakan olarak 2012 yılında Almanya’ya yaptığı ziyarette, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. kuruluş yıl dönümü olan 2023’te, AB’ye tam üye olmayı hedeflediklerini açıklamıştı.
Hatta Erdoğan, “Her halde o kadar bizi oyalamazlar. O kadar bizi oyalamaya kalkarlarsa AB kendisi kaybeder, en azından Türkiye’yi kaybeder” ifadelerini kullanmıştı.
Ancak aradan geçen 10 yılda, çok şey değişti. AB, demokratik hukuk devleti olmaya istekli, geleceğini Avrupa’da gören bir Türkiye’yi, Erdoğan da demokratik, kalkınmış bir Türkiye inşa etme vizyonunu kaybetti.
Batılı başkentlerde Erdoğan artık iktidarını otoriter politikalarla muhafaza etmeye çabalayan bir lider olarak görülüyor. Erdoğan’ın Rusya ile yakın ilişkileri, Türkiye’ye olan güvensizliği daha da artırıyor.
Zedelenen güven, gelecek vizyonunu gölgeliyor
AB-Türkiye ilişkilerini yakından izleyen Dr. Sinem Adar’a göre, AB’yi yakın gelecekte meşgul edecek ve Türkiye ile ilişkilerini şekillendirecek en önemli konuların başında, Avrupa’nın yeniden şekillendirilecek güvenlik mimarisi yer alacak.
Berlin merkezli Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) uzmanı olan Adar, “Avrupa’nın yeni güvenlik mimarisinin hangi parametreler üzerine kurulacağı, Türkiye’nin bunda yer alıp almayacağı, alacaksa da ne şekilde yer alacağı önümüzdeki dönemde yanıtlanması gereken sorular olarak masada duruyor” dedi.
Ancak Adar, hem Avrupa başkentlerinde hem AB’deki karar alıcılarında, “Türkiye ne kadar güvenilir?” sorusunun zihinleri ciddi bir şekilde meşgul etmekte olduğuna dikkat çekiyor.
“Her ne kadar, ‘Ukrayna savaşı Türkiye’nin önemini artırdı’ desek de, AB ile Erdoğan yönetimi arasında 10 yılı aşkın bir süreye dayanan karşılıklı güven aşınması mevcut jeopolitik ortamda ortaya çıkmış fırsatların bir çoğunun yeteri kadar kullanılmamasına yol açıyor” diyen Sinem Adar, geçen Mart ayında yayımlanan AB’nin Stratejik Pusula belgesinde Türkiye’nin stratejik bir partner olarak listelenmemiş olduğunu hatırlatıyor.
AB’nin yeni güvenlik doktrini olarak nitelendirilen Stratejik Pusula belgesinde Türkiye, AB’nin beklentilerine karşılık vermesi kaydıyla, çıkarların örtüştüğü alanlarda, işbirliği yapılacak bir “partner ülke” olarak tanımlanıyor.
AB’nin Erdoğan liderliğindeki Türkiye ile mevcut ilişkileri, ortak bir gelecek inşa etme vizyonuna dayanmıyor, göç, terörle mücadele, güvenlik, enerji, tedarik zincirleri gibi alanlarda, işbirliği yapılan üçüncü bir ülke olarak konumlandırıyor.
Orta Asya ve Kafkaslar işbirliği için fırsat mı?
CATS uzmanı Adar güven erozyonuna rağmen savaşın yol açtığı yeni jeopolitik gerçekliğin aynı zamanda AB ile Türkiye’yi belirli alanlarda işbirliğine yönelttiğini söylerken, dikkatlerin özellikle Orta Asya ve Kafkaslar’a çevrildiğine işaret ediyor.
AB’nin Rusya dışında gaz tedarikçisi bulma arayışında Orta Asya ve Kafkaslara yöneldiğine, bu bölgelerden Avrupa’ya gelecek gazın geçiş noktalarından biri olduğu için de Türkiye’nin öneminin artığına işaret eden Adar, “Lojistik bakımından da dikkatler Türkiye’ye çevrildi. Avrupa’nın Asya’ya erişimini sağlayan, Rusya üzerinden giden Kuzey Yolu artık işlevselliğini kaybetti. Lojistik için, Türkiye’nin Orta Koridor olarak adlandırılan girişiminin önemi arttı” dedi.
Bununla birlikte CATS uzmanı, AB ile Türkiye’nin bu bölgede aynı zamanda rekabet içerisinde olduklarının da altını çiziyor.
Savunma sanayisinin, giderek askerileşen Türk dış politikasının önemli bir ayağını oluşturduğunu, Türkiye’nin Orta Asya ve Kafkaslarda çok yoğun bir şekilde stratejik işbirlikleri içerisine girdiğine işaret eden Adar, “Türkiye hem AB ile işbirliğine yönelen bir aktör, ama aynı zamanda da savunma ve güvenlik alanında AB için bir rakip. Dolaysıyla bazı görüş ayrılıklarından kaynaklanan bu rekabet aslında AB ile Türkiye arasındaki mevcut gerginliği sahada daha da artırabilecek bir potansiyele sahip” diye konuştu.
Orta Asya açılımının gerisinde ne yatıyor?
ENC Direktörü Versterbye de, Avrupa-Asya hattındaki stratejik konumu nedeniyle Türkiye’nin öneminin arttığına, bunun özellikle Fransa ile Türkiye arasında, siyasi diyaloğa ivme kazandırdığına işaret ediyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron’un önerisiyle hayata geçirilen ve ilk toplantısı Ekim ayında Prag’da yapılan Avrupa Siyasi Topluluğu’nun değişen bu yaklaşımı yansıttığına dikkat çeken Versterbye, “Fransa’nın nükleer reaktörleri için gerekli uranyumun yüzde 25’i Özbekistan’dan, yüzde 35’i de Kazakistan’dan geliyor. Eskiden bunu Rusya üzerinden temin ediyordu. Artık Türkiye üzerinden bunu tedarik etmesi gerekecek” dedi.
Bunun AB için Türkiye ile belirli alanlarda işbirliğinin neden önem taşıdığını gözler önüne seren bir örnek olduğuna vurgu yapan Vesterbye, “AB’nin Orta Asya açılımı Türkiye’yi Batı’ya çekme çabasını da yansıtıyor. Bu aynı zamanda, Türkiye’nin daha fazla Rusya yörüngesine kaymasını önlemeye de imkan sağlayabilir” değerlendirmesini yaptı.
AB’nin küresel tedarik zincirlerinin yeniden dizayn edilmesinde Küresel Geçit Girişimi’nin büyük önem taşıdığını, birliğin Çin’in İpek Yolu’na rakip bu girişimi için 300 milyar euroluk bir bütçe öngördüğünü hatırlatan Vesterbye, şunları kaydetti:
“Bu Türkiye ekonomisine para girişi olacağı anlamına geliyor. Paranın büyük kısmı seçimlerden önce gitmeyecektir. Ama Rusya’nın Ukrayna savaşı nedeniyle önemi artan Türkiye’nin bundan ciddi bir pay alacağı, yani önümüzdeki dönemde Türkiye’ye çok ciddi bir mali kaynak akışı olacağı da bir gerçek.”
Erdoğan’ın AB’deki muhatabı İsveç olacak
Bu arada yeni yılda, Türkiye’nin AB ile ilişkilerindeki en önemli muhataplarından biri İsveç olacak.
2023’ün başında AB dönem başkanlığını İsveç devralıyor. Ankara aylardır İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerini bloke ediyor.
Hem ABD, hem Avrupalı müttefikleri Türkiye’nin NATO genişlemesine daha fazla gecikmeye yol açmaksızın yeşil ışık yakmasını bekliyor.
İsveç’teki yeni hükümetin Ankara ile sorunları diyalog yoluyla çözmek için adımlar atması dikkat çekerken, bu dikkatli yaklaşımın, AB dönem başkanlığı süresince de devam edip etmeyeceği, bunun AB kararlarına ne şekilde yansıyacağı da merak konusu.
Ege ve Doğu Akdeniz endişesi
Yunanistan ile Türkiye arasındaki Ege’deki gerilimin bir askeri ihtilafa dönüşmesinin önlenmesi, Doğu Akdeniz’de gerilimin tırmandırılmasından kaçınılması da Avrupa başkentleri için öncelikli gündem maddeleri arasında yer alıyor.
AB diplomatları, Türkiye ile ilişkiler için önümüzdeki aylardaki önceliklerini “gerilimlere yol açması muhtemel riskleri minimalize etmek” olarak ifade etmekle birlikte, Erdoğan’ın askeri güç kullanımına dayanan dış politikası ve Türkiye’de yapılması beklenen seçimler nedeniyle bunun çok da kolay olmayabileceğine işaret ediyorlar.
Seçmen desteği gerileyen Erdoğan’ın iktidarını muhafaza etmek için geçmişte olduğu gibi bu seçimlerde de dış politikayı araçsallaştırarak seçmenlerini konsolide etmeye çabalayacağına işaret ediliyor.
Erdoğan’ın son aylarda Yunanistan’ı, “bir gece ansızın gelebiliriz” çıkışlarıyla hedef alması ve son olarak da “rahat durmazlarsa vururuz” açıklamasıyla söylemlerini sertleştirmesi, Avrupalı diplomatlar tarafından bunu gözler önüne seren gelişmeler olarak değerlendiriliyor.
“Ortak hedef riske sokulmamalı”
Vesterbye, 2023’ün sadece Türkiye’de değil Yunanistan ve AB üyesi Kıbrıs Cumhuriyeti’nde de seçim yılı olduğunu hatırlattı, bunun da her üç ülkede mevcut ihtilaflar konusunda milliyetçi söylemlerin artmasına yol açacağına işaret etti.
Tırmanacak gerilimlerin, çok daha öncelikli ortak hedeflere zarar vermemesi gerektiğine dikkat çeken ENC Direktörü Versterbye, “Rusya’ya karşı, NATO şemsiyesi altında birlik sergilenmesi çok daha büyük ve öncelikli ortak hedef. Bölgesel gerilim ve ihtilafların işte çok daha önemli jeopolitik öncelikleri tehlikeye sokma riski bulunuyor” dedi.
Gözler Türkiye seçimlerinde
AB-Türkiye ilişkilerinin geleceği açısından dönüm noktası olacak Türkiye’deki seçimler, Batılı başkentlerde yakından takip edilirken, son haftalarda yaşanan gelişmeler endişeleri artırıyor.
Ekonomik sorunların derinleşmesi, içeride siyasi gerilim tırmanırken Erdoğan’ın dış politikada Yunanistan’a sert uyarılarda bulunması, Ege’de sıcak bir çatışma endişeleri, bazı uzmanlar tarafından, iktidarın zorda kalması durumunda seçimleri erteletmek için hamlelere girişebileceği şeklinde yorumlanıyor.
CHP’li İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, YSK başkanı ve üyelerine “hakaret ettiği” iddiasıyla yargılanması, üstelik bundan dolayı hapis cezasına mahkum edilmesi, AB’de seçim sürecine ilişkin endişeleri daha da güçlendirmiş bulunuyor.
Meraklı ve tedirgin bekleyiş
CATS uzmanı Sinem Adar, Batı’da Türkiye’de seçim süreci ve muhtemel sonuçlara dair meraklı ve tedirgin bir bekleyiş olduğunu söylerken, mevcut iktidarın devam etmesi durumunda, Türkiye’nin Avrupa’nın çeperinde olup olmadığına dair belirsizliğin artarak devam etmesinin çok güçlü bir olasılık olduğunu kaydetti.
Mevcut iktidarın seçimleri kazanması durumunda Türkiye’deki otoriterleşmenin daha da konsolide olarak devam edeceğine dikkat çeken Adar, muhalefetin seçimleri kazanması durumunda neler yaşanabileceğine ilişkin ise şu değerlendirmeyi yaptı:
“Muhalefetin kazanması durumunda, Türkiye’nin Doğu Akdeniz, Ege, Kıbrıs ve Suriye konularında tehdit algılamalarında çok da ciddi bir değişim olmayacaktır. Halihazırda AB ile ilişkilerde gerginlik yaratan dosyalar, gerginlik yaratmaya devam etme olasılığı çok güçlü. Ama kanımca, Türkiye’de saatten saate derinleşen ekonomik kriz nedeniyle zaten muhalefetin kuracağı bir hükümetin AB ile ilişkilerindeki önceliği ekonomi olacaktır. Zaten CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun 3 Aralık vizyon toplantısı ve burada Batılı finans kurumlarına, sermaye gruplarına verdiği mesajlar buna işaret ediyor.”
Avrupa başkentlerinde Türkiye’nin stratejik yönelimiyle ilgili soru işaretleri bulunduğuna dikkat çeken Adar, muhalefetin iktidara gelmesi durumunda bu sorunun da özgül ağırlığının azalacağı görüşünde.
Adar, değerlendirmesini şu tespitini aktararak tamamladı:
“Muhalefet partilerinin söylemlerine baktığımızda, ‘Türkiye’nin stratejik yönelimi Batı kurumsal mimarisi içerisindedir’ mesajını çok net verdiklerini görüyoruz. Bu gayet tabii ki Türkiye dış politikasını Batı ile harmonize edecek anlamına gelmiyor ama öte yandan stratejik yöneliminin Batı’ya yakın olması, Türkiye’nin AB ile ilişkilerini daha olumlu yöne çevirebilecektir.”
KAYNAK: DEUTSCHE WELLE TÜRKÇE – DEĞER AKAL
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***