Yaşadım diyebilmek… Hayat yolunun sonlarında bunu dürüstlük ve içtenlikle diyebilmek için kişinin kendisine çocukluktan itibaren dayatılan düşünce ve inanç kalıplarını kırdıktan sonra tüm ömrü boyunca sömürülen sınıf ve tabakaların, ezilen ulus ve halkların hak ve eşitlik mücadelesinde yer almış, içinde bulunduğu koşullar el vermiyorsa, en azından ona destek vermiş olması gerekir…
Türkiye basınının bizim gibi 50’li yılların antimuanlı kurşun kuşağından gelip ofset ve dijitali de talim ederek 90’lara merdiven dayamış kuşağından Şahin Tekgündüz dostumuzun iki ay önce yayımlanan, bize de yenilerde ulaşabilen 375 sayfalık anı kitabı da tam bu ismi taşıyor: Yaşadım diyebilmek*…
Şahin’i Ankara gazetecisi olarak İnci benden önce tanıyor… 1963 yılında yayınlanan dönemin muhalif gazetelerinden Hareket’te birlikte çalışmışlar. Gazete kapanınca İnci 1964’te Akşam gazetesine geçerken, Şahin de yeni kurumlaşmakta olan TRT kadrosunda yer alarak orada tam beş yıl çalıştı. Ama benim Şahin’i tanımam, 60’lı yılların sol örgütlenme ve özellikle de Türkiye İşçi Partisi’ne medyada destek sağlama planında oldu.
Benden bir yıl sonra, 14 Nisan 1937’de dar gelirli bir ailenin çocuğu olarak Nevşehir’de doğmuş olan Şahin medya yaşamına, 1955-60 yılları arasında Ankara’daki Devlet Opera ve Balesi’nde çalışırken 1959’da Sinema-Tiyatro dergisini yayınlayarak başlamıştı. Dokuz ay süren bu deneyden sonra dönemin önemli haftalık dergilerinden Akis’te 1962’ye kadar iki yıl süren muhabirlik ve sayfa sekreterliği dönemi var…
O dönemin gazete veya dergilerinde sayfa sekreterliği yapanlar, sayfa bağlamak için mürettiphaneye indiklerinde, tıpkı mürettipler gibi, dizgi makinelerinin erimiş metal kazanlarından yükselen antimuanlı kurşun buharını ciğerlerine çekmeye yazgılıydılar…
Benim 1953’ten itibaren İzmir’in tek muhalif gazetesi Sabah Postası’nda, 60’larda İstanbul’da Sosyal Adalet, Gece Postası ve Akşam’da devam eden antimuanlı kurşun iptilasından, 1965’ten sonra Akşam ve Ant’ın grafik sorumlusu olarak İnci de nasibini alacaktı.
Şahin Tekgündüz’de de bu iptila 1961’de Akis’te başlamış… O dönemin bir özelliği de, ünlü solcu şairimiz Hasan Hüseyin Korkmazgil’in de Akis’te çalışıyor olması… Şahin’in genç yaşta solu benimsemesinde Korkmazgil’le dostluğu ve onun solcu çevresiyle ilişkiler bittabi önemli rol oynuyor.
Benim Korkmazgil’i şahsen tanımam o döneme denk geliyor… 1962 yazı…. Kurucu sendika liderlerinin önerisi üzerine Mehmet Ali Aybar’ın genel başkanlığı üstlenmesinden sonra Türkiye İşçi Partisi hızlı bir örgütlenme sürecine giriyor… Sendikal mücadelemden dolayı İzmir’in gazete patronları tarafından kara listeye alınıp işsiz bırakıldığım için hayatımı kazanmak üzere gittiğim İngiltere’den hemen geri dönüş yaparak partinin İzmir il yönetiminde görev alıyorum.
Bu arada daha önce çalıştığım Öncü gazetesi de el değiştirerek Türkiye İşçi Partisi’ni desteklemeye başladığı için o gazetenin Ege bölgesi temsilciliğini de üstleniyorum.
Ağustos 1962’de partinin Ankara il başkanı ve Yapı-İş Federasyonu genel başkanı Fukara Tahir diye bilinen Tahir Öztürk, Süleyman Demirel’in başında bulunduğu Amerikan Morisson firmasının Ereğli Demir-Çelik Fabrikaları inşaatındaki sömürüsüne karşı büyük bir miting örgütlediğinde biz de desteklemek üzere Ankara’ya gidiyoruz.
İşte o vesileyledir ki Ankara’da Halit Çelenk, Şekibe Çelenk, Süleyman Ege, Teoman Okaygün, Sermet Çağan, Uğur Cankoçak gibi TİP üyesi ya da destekçisi aydınlarla beraber Hasan Hüseyin Korkmazgil ile de tanışıyorum.
Anılarından öğreniyorum ki, sırf sosyal haklarını talep ettiği için Akis dergisinde işine son verilen Şahin Tekgündüz’ün Korkmazgil’le dostluğu ve mücadele beraberliği daha sonraki yıllarda da kesintisiz sürüyor. Örneğin onun Kızılırmak kitabının dizgi ve baskısını, kapak tasarımını Şahin gerçekleştiriyor.
1965 yılında Türkiye, 42 yıllık tarihinde ilk kez bir sosyalist partinin, Türkiye İşçi Partisi‘nin tüm ülke düzeyinde genel seçime katılmasına, ardından 15 milletvekiliyle Meclis’e girerek Türkiye’nin siyasal ve sosyal gündemine damga vurmasına tanık oluyor.
O seçim sürecinde, benim genel yayın yönetmeni olduğum Akşam gazetesinin yaptığı gibi, Türkiye İşçi Partisi‘ni desteklemek üzere Ankara’da Dönüşüm adında bir sol dergi yayınlanıyor. Korkmazgil de o derginin yazarlarındandır, özellikle de TİP’e karşı eleştirel bir tavır içindeki Yön dergisine karşı sert polemik yazıları yazıyor.
İnci ve ben, hükümetin ve sermaye çevrelerinin baskısıyla 1966 yılında Akşam’dan uzaklaştırıldıktan sonra Yaşar Kemal ve Fethi Naci ile birlikte 1967 başından itibaren İstanbul’da TİP’i destekleyen Ant dergisini yayınlamaya başlıyoruz…
Dönüşüm’ün kapanmasından sonra Hasan Hüseyin Korkmazgil 1968’de Türkiye İşçi Partisi’ni desteklemek üzere dönemin Ankara’daki önemli fikir dergilerinden Forum’un yönetmenliğini üstlenerek tüm enerjisini ona hasrediyor… İşte o zor dönemde, Korkmazgil’in en yakın yardımcısı, TRT’de çalışıyor olmasına rağmen, işten atılma rizkini de göze alarak, derginin her pratik işine koşturan ve sol çevrelerden destek sağlayan Şahin Tekgündüz oluyor.
Kurulduğu günden beri büyük destek verdiği Türkiye İşçi Partisi’nin Forum’a yeterince sahip çıkmamasından dolayı büyük sarsıntı geçiren Korkmazgil’i teskin edişini ve dergisine partililerden destek sağlayışını Şahin kitabında şöyle anlatıyor:
“Türkiye İşçi Partisi’nin1965 seçimlerinde beklenmedik bir başarı sonucu Meclis’e 15 milletvekili sokması tutucu ve sağ kesimleri panikletmiş, giderek güçleneceği korkusuyla TİP’in önünü kesecek önlemler almaya girişmişlerdi. CHP’de İnönü’nün başlatıp Bülent Ecevit’in sahiplendiği ortanın solu hareketi de bu önlemler arasındaydı. Bu arada bir biri peşine türeyen/türetilen sol fraksiyonlara bir de Millî Demokratik Devrim MDD hareketi eklenmişti.
“O gün Forum’un o minicik bürosunda Hasan Hüseyin’le tartışmamız bir hayli ateşli geçti. O biraz küskün ve kırgın bir tavırla, partinin ve partililerin dergiye gereken ilgiyi göstermediğinden yakınıyor ve ‘Ben düşmandan bir at çalıp getirdim, binen yok… Hodri meydan, buyursunlar… Öyle Meclis’te nutuk atmakla olmuyor, işte at işte meydan… Aha ben Ankara’nın göbeğinde forum açtım, semtime uğrayan mı, gelip de hâlin nedir diyen mi var? Bu dergi ne pahasına çıkıyor soran mı var’ diyordu…
“Büyük bir sorumluluk yüklenmiştim. Birkaç gün içinde partinin genç kesiminden önemli bir grubu bir araya getirmeyi başardım. Kimler yoktu ki, Osman Sakalsız, Yalçın Cerit, Asuman Erdost, Abdullah Nefes, Nihat Asyalı, Necdet Bulut, Mehmet Sönmez, Ersin Salman, Sinan Cemgil aklımda kalanlar. Önce bizim evde, sonra bir kez de Nihat Asyalı’nın evinde toplandık. Parti yönetimindeki dostlardan da sağlayacağımız destekle Hüseyin’in yanında yer almaya karar verdik..
Derginin 15 Mayıs 1968 tarihli sayısının çıktığı gün topluca Forum bürosundaydık. Bizi kalabalık görünce önce şaşırdı, sonra yüzünde güller açmaya başladı. Öylesine duyguluydu ki, nemlenen gözlerini silerken Kulüp sigarasının dumanını bahane ediyordu. Enine boyuna konuşup dertleştik, sonra abonelere gidecek dergilerin pullarını birlikte yapıştırıp postaneye birlikte taşıdık…”
Şahin, kitabıyla ilgili olarak bana gönderdiği bir mesajında şöyle diyor:
“Ben, kitapta da sözünü ettiğim gibi bir taşra lisesini bitirdikten sonra Türkiye’nin en aktif, en çağdaş ve en renkli sanat kurumunda gözümü açtım, bu benim için büyük bir şans oldu. Hemen peşinden de Hasan Hüseyin Korkmazgil gibi ülkenin saygın ozanıyla üç yıl birlikte çalışmak beni iyice yoğurdu. Dinamik, iddialı ve zaman zaman isyankâr kişiliğim, taşralılık baskısını hızla üzerimden atmamı sağladı ve beni sosyalizme yöneltti. Birinci TİP’e hemen uyum sağladım. Ancak partiye üye olmam ‘Sen deşifre olmamalısın, partiye desteğinin sürmesi ve daha da artması buna bağlı’ denilerek önlendi. TRT gibi kapitalizmin dengeli borazanı (1964-1971) bir yerde çalışıyor olmam parti üyeliğimi iyice zorlaştırdı ama bir parti üyesi gibi çalışmamı ve destek vermemi engelleyemedi. O dönemde özellikle Hasan Hüseyin yönetimindeki Forum dergisinde İsmail Şahin imzasıyla yazdım.”
Parti üyesi olmamasına rağmen Şahin’in TİP’e büyük katkılarından birisi, 1968 yılında DİSK’e bağlı Yapı İş Sendikası ile Ağaç İş Sendikası’nın birlikte kurdukları Yağaç Matbaası’na Danimarka İşçi Sendikaları örgütü tarafından bağışlanan, ama hiçbir ustanın faaliyete geçiremediği Duplex baskı makinesini tek başına işler hale getirip hem sendikanın, hem de partinin afiş, bildiri ve yayınlarının kimseye muhtaç olmaksızın basılmasını sağlamış olmasıdır.
Bir fikir işçisi olduğu halde çekirdekten bir matbaacı gibi bu zor işin üstesinden gelmesinden dolayı adı sol çevrede “Danimarkalı Şahin Usta”ya çıkan Şahin’in Türkiye İşçi Partisi’ne desteği 60’lı yıllarla da sınırlı kalmayacaktı.
Şahin, 1. Türkiye İşçi Partisi’ne sağladığı katkıyı, 12 Mart darbesinden sonra kurulan 2. Türkiye İşçi Partisi’ne sağlamakta da asla tereddüt etmedi. Parti yayınlarının gerçekleştirilmesi, sesinin Türkiye’de ve yurt dışında duyurulması konusunda 70’li yıllarda her daim paralel bir çalışma içinde olduk.
Biz Brüksel’de kurduğumuz Coodiff kooperatifinin Anderlecht’teki lokalinde İnfo-Türk bülten ve kitaplarının yanı sıra Türkiye İşçi Partisi’nin yabancı dillerdeki duyurularını ve broşürlerini de basıp dağıtıyorduk. Aynı zamanda, Belçika sendikalarının ve demokratik örgütlerinin, hattâ Fransa ve Hollanda’daki ilerici derneklerin Türkiyeli göçmenlere yönelik gazete, afiş ve bildirilerini basıyorduk…
Tüm yayınları artık antimuanlı kurşun tüten lineotype’da değil, çağa ayak uydurarak IBM’de diziyorduk, ardından İnci karanlık odada sayfaların kalıplarını yapıp bodrumdaki Gestetner büro ofsetinde basıyor, ardından yine büro tipi bir alette ciltlemesini yapıp giyotinle üç yandan traşlayarak dağıtıma hazır hale getiriyordu.
Yaptığımız ilk yayınlar arasında 1921’de sürgün dönüşü yoldaşlarıyla birlikte Karadeniz’de katledilen Türkiye Komünist Partisi’nin kurucu lideri Mustafa Suphi üzerine iki belgesel ile TİP Genel Başkanı Behice Boran’ın 1975’te Türkiye’de ve dünyadaki durum üzerine yaptığı konuşmanın İngilizce ve Fransızca çevirilerini içeren iki broşür yer alıyordu.
Tüm bunlar yaşanırken ne bizim Türkiye’de Şahin Tekgündüz’ün yaptıklarından haberimiz vardı, ne de onun bizim sürgünde yaptıklarımızdan…
Şahin’in anılarından okuyorum:
“1975 yılında İstanbul’un tanınmış matbaalarından Karaca Ofset’i satın alarak, Küçükesat’ta, Akay yokuşunun bittiği noktayla Dörtyol arasında Danimarka Büyükelçilisi’nin eski konutu olan üç katlı binada Maya Matbaası’nı kurmuştum… TİP’in ufak tefek işleriyle sistemi çalıştırmaya başlıyoruz. Matbaanın çalışmaya başlamasıyla beklenmedik bir taleple karşılaşıyoruz. Solcu üyelerin oluşturduğu Ankara Makine Mühendisleri Odası ve Ankara Mimarlar Odası dergilerinin basımı işini üstlenmemizi öneriyorlar.
“Dizgi sistemimiz olmadığı için bu ihtiyacımızı yakındaki linotype ya da intertype dizgi makinesi olan tipo matbaalardan karşılıyoruz ve bu hem zaman hem maliyet açısından zora sokuyor bizi… O sırada IBM’in Türkiye satış temsilcisi Orhan Çekiç arıyor. Hafızalı ve çok işlevli yeni bir daktilo makinesinden söz ediyor… Composer… O günlerde TİP’ten ya da yakın çevreden basımı için önerilen, Portekiz Komünist Partisi Genel Başkanı Alvaro Cunhal’in, Bilim Yayınları’nca Portekiz’de Özgürlüğün Şafağı adıyla çevrilen önemli kitabı var. Composer’in başına geçip kitabı dizmeye başlıyorum.”
Evet, yazımın başında da söylediğim gibi, gazeteciliğin antimuanlı kurşun kuşağından gelen Türkiye’deki Şahin Tekgündüz ve sürgündeki bizler, artık yapacağımız yayınları composer’de dizer, ofsette basar olmuştuk…
90’lı yıllardan beri de, hem gazeteciliğimizle, hem de özel yaşamımızla artık dijitaldeyiz…
Ve Şahin Tekgündüz gibi bizler de, bu uzun kavga ve değişim yıllarını andıkça hiç tereddütsüz “Yaşadık…” diyebiliyoruz.
———————–
*) Şahin Tekgündüz, Yaşadım Diyebilmek, YKY, Eylül 2022, İstanbul
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***