YORUM | MAHMUT AKPINAR
Erdoğan 15 Temmuz’dan sonra topluma öyle bir ayrıştırıcı nefret dili pompaladı ki ülkenin siyasi atmosferi, toplumsal ilişkiler zehirlendi. Siyasi ikbali için, hiçbir somut delile dayanmaksızın geniş toplum kesimlerini “vatan haini”, “FETÖ’cü”, “PKK’lı”, “Dış güçlerin maşası!” gibi subjektif ithamlarla etiketledi, hedef yaptı. Rejimini gerilim ve dışlayıcı dil üzerine kurdu ve herkesi bu kavramları kullanmaya zorladı. Kullanmayanları “terör destekçisi” ilan edip yargı sopasıyla cezalandırdı. Öyle ki AKP kurbanları bile bir diğerine Erdoğan rejiminin ürettiği diskurla hitap etmekten kurtulamıyor.
Öte yandan Erdoğan bütün kirli iş ve ilişkilerini “vatan, millet, bayrak” kavramlarıyla örtme yolunu seçti. Maalesef kutuplaştırma, etiketleme ve kutsallarla suçları örtme stratejisine en büyük desteği muhalefet verdi. Muhalefet, Erdoğan’a “Allah’ın lütfu” olan 15 Temmuz kurgusunu aynen satın aldı, sorgulamadı. Hem CHP hem Meral Akşener, Erdoğan’ın tek adam rejimi kurma stratejisine ve gerilim politikalarına kuyruk oldular. Etiketleyen, ayrıştıran kavramlarını papağan gibi tekrarlayarak yaptığı zulümlerde, hukuksuzluklarda iktidara meşruiyet sağladılar. Yenikapı sonrası muhalefet Erdoğan rejiminin meşrulaştırma enstrümanı oldu.
Muhalefet 20. yılını doldurmuş, pörsümüş, kirlenmiş, yozlaşmış ve başarısız bir iktidarı kolayca devirebileceği halde ondan ancak kıymık koparabiliyor. Çünkü muhalefet Erdoğan’dan bağımsız bir söylem, strateji, dil geliştiremedi. En temel problemli, hukuksuz konularda iktidarı tekrar eden, özgün politikalar üretemeyen siyasi liderlere halk neden güvensin? Oysa Erdoğan’ın PKK ve FETÖ üzerinden ürettiği ayrıştırıcı politikalara itiraz edip evrensel hukuka, insan haklarına, hatta cari yasalara dayalı bir hukuk dili, adalet söylemi üretebilselerdi bugünkü aciz duruma düşmeyeceklerdi. Doğal olarak Erdoğan’ın stratejisiyle Erdoğan’ı yenemediler, yenemiyorlar. Seçimler yaklaştı fakat hala net bir stratejileri, Erdoğan’dan bağımsız söylemleri yok. Hala ülkeyi düze çıkarmaya dair ikna edici politikaları, hukuk ve demokrasinin garantisi olacaklarına dair ümit veren duruşları yok. Hala Erdoğan’ın milliyetçi, devletçi söylemlerini tekrar etmeye devam ediyorlar. Erdoğan her türlü manevrayı yapıyor, her ilkesiz dönüşü halka izah ediyor ama muhalefet girdiği girdaptan çıkamıyor. Öyle ki Erdoğan rejiminin ezdiği, zulmettiği kesimler AKP-MHP milliyetçi cephesinden sonra CHP-İYİ Parti milliyetçi cephesi mi iktidara gelecek diye kaygı duyuyor.
Seçimlere aylar kaldı. Ama hala Erdoğan’ın gönderileceği konusunda net bir kamuoyu oluşmadı. Aksine Erdoğan yeni ataklarla toparlanmaya çalışıyor. Muhalefet 7-8 yıldır AKP’nin onları içine çektiği anafordan çıkamıyor. AKP, HDP ile oturup resmen görüşüyor ama muhalefet “terörist ilan ediliriz!” korkusuyla HDP’lilerin en temel haklarını bile dile getiremiyor. Kendilerine “FETÖ’cü” denir korkusuyla milyonlarca insana zulmedilmesine sessiz kalıyor, hatta bazen yapılanları yeterli görmüyor. En temel özgürlüklerin kaldırılmasını, anayasal hakların ihlalini bile gündem yapamıyorlar. Onlar bu girdapta dönüp dururken Suç İşleri bakanı, Kılıçdaroğlu hakkında “FETÖ Dosyası” hazırlayıp tehdit edebiliyor.
Muhalefet AKP’nin oluşturduğu girdaba kapıldı ve bir türlü çıkamıyor. AKP bile kendi söylemlerine rağmen açılımlar, çıkışlar yapıyor ama muhalefet kör atın kösteğine dolandığı gibi aynı şeylerin etrafında dönüp duruyor, iktidar olmak için halka ümit veremiyor. Bu girdaptan çıkabilmesi için başta Kılıçdaroğlu olmak üzere muhalefetin yapması gereken basit ve temel işler var.
1- Öncelikle muhalefet AKP’nin ürettiği nefret dilini terketmeli. AKP ağzıyla herkesi ötekileştirmekten, iktidarı onun mantıksız, subjektif söylemleriyle çocukça vurmaya çalışmaktan vazgeçmeli. Hukuki olmayan, yasalara göre suç oluşturmayan her türlü itham ve iftirayı, genellemeyi, suçlamayı, cezalandırmayı reddetmeli. İdeolojik ve ayrıştırıcı yaklaşımları terk edip her vatandaşın hakkını, hukuku savunmalı. Mesela HDP’nin legal bir parti olduğunu, şiddete yönelmeyen hiç kimsenin terörden suçlanıp hapse atılamayağını gür sesle ifade etmeli. Milyonlarca insanı içine alan; ev hanımlarından, öğretmenlerden, esnaflardan oluşan bir terör örgütü olamayacağını, yasalarda olmayan suçlamalarla insanların cezalandırılamayacığını “FETÖ’cü ilan ediliriz” korkusu yaşamadan, ideolojik körlüklerden kurtularak açıkça söylemeli.
2- “Devletçi” görüneceğiz diye AKP’nin devlet arkasına saklanarak yaptığı hukuksuzluklara, irrasyonel uygulamalara, tezlere payanda olmaktan çıkmalılar. Devletin halka rağmen, insana rağmen ayakta kalamayacağını anlamalılar. Devleti kutsamayı bırakıp, bireyden, haktan ve halktan yana tavır almalılar. Münhasıran kendisini solcu, halkçı sanan CHP bu konularda büyük çelişki içinde.
3- Maalesef dış politikayla ilgili konularda muhalefet eleştiriler getirmek, farklı tezler geliştirmek yerine iktidara mutlak tabi oluyor. Erdoğan “Suriye’ye gireceğiz!” diyor, muhalefet anında yanında. Erdoğan tamamen iç kamuoyuna yönelik milliyetçi duygulara oynayan, diplomasiden nasipsiz hamasi söylemler geliştirip maceralara girişiyor, muhalefet “milli mesele” sanıp peşine takılıyor. Erdoğan Yunanistan’a savaş açsa muhalefet neler oluyor diye sormaksızın silah alıp cepheye koşacak psikolojide.
4- TSK, ordu söz konusu olduğunda CHP, İYİ Parti muhalefet olduğunu unutup “militarist” kesiliyor. Oysa Erdoğan muhalefetin 15 Temmuz hikayesini sorgulamaksızın satın alması üzerine TSK’yı AKP’nin şamar oğlanı, komuta kademesini partisinin halayıkları yaptı. Muhalefet TSK’nın düşürüldüğü hali sorgulamak, ordudaki politikleşmeyi eleştirmek yerine Erdoğan’ın ürettiği senaryoyu birebir satın alıyor, savunuyor. Türkiye’nin artık militarizmi kutsamaktan kurtulması lazım. Ordu ülkenin ve halkın güvenliği için vardır. Bunun dışındaki işlere karıştığında ağır şekilde eleştirilmelidir. TSK ne dün olduğu gibi siyaset üzerinde vesayetçi olmalı, ne de bugünkü gibi bir partinin tarlası.
5- Muhalefetin içine düştüğü çelişkilerden birisi de dini konular. AKP, Erdoğan her türlü kutsalı ilkesizce istismar etmekte çok becerikli. Muhalefet bu konuda da savrulmalar yaşıyor. Bazen katı laikçi tutumlar içine girerek dindarları rencide ediyor ve Erdoğan’a malzeme veriyor. Bazen de “dindarlarla barışacağım” diye absurd, reaksiyoner “açılım”lar yapıyor. Oysa muhalefet inanan veya inanmayanların özgürlüğünü aynı anda ve ilkeler çerçevesinde savunarak hem dindarların hem de sekülerlerin desteğini alabilir ve AKP’nin pragmatist politikalarını boşa düşürebilir. Asıl olan dindar olmak veya olmamak, şöyle veya böyle giyinmek değildir. Kişilerin tercihlerine ve özgürlüklerine saygı duymaktır. Bunu garantiye alır ve savunursanız herkesten takdir görürsünüz. Türkiye jakoben Kemalizme ve katı laikçi yaklaşıma geri dönemez. Müslümanların çok büyük kısmı otoriter İslamcı bir rejim değil, dinini dışlanmaksızın yaşamak istiyor. Bunun yolu kapsayıcı, Anglosakson tarzı laiklik anlayışından geçiyor.
15 Temmuz’dan sonra muhalefet bir kısır döngüye, bir anafora girdi. Habire kulaç atıyor, çırpınıyor ama AKP’nin kendisini hapsettiği girdaptan çıkamıyor. Etrafında dönerek girdaptan çıkmak mümkün değil. O girdabın aksi istikamette, dışa doğru, kararlı kulaçlar atmak lazım. Muhalefet kalabalığın seline kapılıp ne yöne gittiğini bilemeyen kişiler gibi sürükleniyor. Seçimler yaklaştı ama muhalefet cenahında hala bir belirsizlik, kararsızlık var. Anlaşılan o ki adayı seçim tarihi netleşmeden açıklamayacaklar. Ama çok gecikmeden hükümet programı kabilinden temel amaçlarını, politikalarını, yapacaklarını gösteren, net anlaşılır bir metin hazırlayıp 85 milyona etkili şekilde duyurmalılar. Erdoğan’ın söylemlerini terk edip, girdikleri zehirli atmosferden çıkmalılar. Yoksa kuyu dibinde metan gazına maruz kalıp şuurunu kaybeden işçiler gibi ölüme gidiyorlar. Hukuk, demokrasi ve özgürlükler yönünde açık ve net kararlılık sergilemeliler. Ekonomideki bozukluğun, ülkedeki huzursuzluğun hukuksuzluktan kaynaklandığını Bilal’e anlatır gibi herkese anlatmalılar.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***