YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Çok karmaşık bir olgu olan resmi tarih ve diskur konusuna Gülen Hareketi perspektifinden yaklaşıp, kimilerinin hoşuna gitmemesi pahasına bir eleştiride bulunmak istiyorum. Çünkü Gülen Hareketi’ne karşıymış gibi tasarlanan “FETÖ” söylemi esasında ondan çok daha geniş kapsamlı olarak aletselleştirilmekte ve zulme meşruiyet devşirmede kullanılmakta. Bu bağlamda Gülen Hareketi’nin devlete ve resmi tarihine yönelik tutumu da ister istemez sadece kendisiyle gönül birlikteliği olan kitleleri ilgilendirmiyor, aynı zamanda olmadıkları halde Gülen Hareketi’yle “irtibatlı ve iltisaklı” olarak damgalanan ve “”FETÖ’cü” ilan edilen kitleleri de ilgilendiriyor.
Bu konu yakın zamanda yine gündeme geldi. HDP milletvekili Garo Paylan geçtiğimiz günlerde rejim diskurunun temeli olan “FETÖ” söylemini kullanınca tepki aldı. Paylan’ın soykırımdan hayatta kalan nesillerin torunu bir Ermeni olarak bugün sosyal soykırıma uğratılan bir hedef kitleye karşı bu söylemi kullanması düşündürücü elbette. Ve bu, doğal olarak rejimin diskurunu kullanmak demek ve bu da rejimin değirmenine su taşıyor, rejimin kendisini yeniden üretmesine olanak veriyor. Özellikle de muhalefet için. Fakat bunun ötesinde bazı gerçekleri tespit etmek gerekli.
Rejim diskuru rejimi bir arada tutuyor. Bazılarının sandığının aksine, rejimi bir arada tutan Erdoğan değil, rejim diskuru. Rejim diskurunun yerleşmesinde Erdoğan’ın karizmatik etkisi tartışılmaz bir etken elbette. Fakat rejimin güç paydaşları arasındaki anti-Gülen Hareketi konsensüsü göz ardı edilmemeli. Hatta rahatlıkla rejim paydaşlarının bir arada bulunmalarının en temel nedenlerinden birisinin Gülen Hareketi karşıtlığı olduğu ileri sürülebilir. Rejim paydaşlarının dışında aynı şeyi muhalefet partileri için de söylemek mümkün; şöyle ki CHP tabanı başta olmak üzere, İYİP, DEVA ve diğer küçük partilerde Gülen Hareketi’ne yönelik algılar iktidar mümessillerinden farklı değil. Buna HDP’yi de ekleyebiliriz. Selahattin Demirtaş da daha önce Gülen Hareketi’ni suçlayıcı ifadelerde bulunmuştu. Demek ki Paylan’ın ifadelerine çok şaşırmamak gerekiyor. Ulusalcılardan Kürt siyasi hareketine, Ülkücü kesimden İslamcılara, Avrasyacı Rusya muhiplerinden diğer Türk solu uzantılarına kadar hemen tüm toplumsal kesimler Gülen Hareketi’ne karşı “FETÖ” soykırım söylemini kullanıyor. Bu bir durum tespitidir. Sahada karşılığı olan durum budur.
Şu gerçek tüm yalınlığıyla karşımızda duruyor: rejim diskuru resmi tarihe eklemlendi. Türkiye, kurulduğundan beri resmi tarih üzerinden kitlelerin kimliğini ve algılarını inşa ede gelen bir devlet. Ermeni Soykırımı’ndan Dersim Katliamı’na, Varlık Vergisi’nden 6/7 Eylül Pogromu’na, İzmir’in kurtuluşu sonrası Rumların ve diğer azınlıkların başına gelenlerden Pontus ve Süryani Katliamlarına, Orta Asya miti ve yapay olarak inşa edilen etnik Türk kimliğinden Kürtlere yönelik asimilasyoncu politikalara dek, aklınıza gelebilecek her türlü olayda devletin pozisyonu ve takındığı tavır resmi tarih olarak empoze edildi ve topluma dayatıldı. Türkiye halkının sosyal genleri bu şekilde manipüle edildi ve devletlû bir ana akım ideal vatandaş inşa edildi. Devletin ana akım diskurundan sapanlar kriminalize edildi, dışlandı, takibata maruz bırakıldı. Bu metot şu an itibarıyla “FETÖ” rejim diskuruna uygulanıyor. Nasıl ki Çanakkale Savaşı ustalıkla Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’ndaki genişlemeci kontekstinden Kurtuluş Savaşı anlatısına eklemlendi ve resmi tarihin bir parçası haline getirildi, 15 Temmuz 2016 kontrollü darbe girişimi de aynı şekilde resmi tarihe dâhil edilerek o devletlû paradigmanın ayrılmaz bir parçası oldu. 17 Aralık 2013 “sivil darbe girişimi” ve “paralel devlet yapılanması” diskuru, 15 Temmuz 2016 “FETÖ darbe kalkışması” diskuru ve akabinde “FETÖ” kapsamında yapılan cadı avı, aynı bütünün parçalarıdır.
Diğer bir tespit de şudur: rejim diskuru toplumda kabul gördü. Gayet başarılı bir biçimde toplumun algıları inşa edildi. Görsel ve yazılı medya, akademi, sosyal medya, eğitim sistemi, adalet mekanizması, siyaset alanı, spor camiası, sanat camiası, sivil toplum ve aklınıza gelebilecek bütün toplumsal ve politik alanlar, diskuru kabullendiler. Diskuru reddedenlerin diskur çerçevesinde damgalandıkları gerçeği, bu kabullenmenin sopasıdır. Havucu ise, rejime dâhil olmak, rejimin nimetlerinden yararlanmak, makbul ve kabul edilebilir olmaktır. Bunların dışında, herhangi bir cezalandırma-ödüllendirme mekanizmasından bağımsız olarak, rıza ilkesi doğrultusunda rejim diskurunu kabullenmeye yönelik bir temayül var. Kamuoyu oluşturmak, kamu diplomasisi ve propaganda, tekrar, manipülasyon, Gülen Hareketi’ne karşı birikmiş genel bir olumsuz algıyla birleşince, “FETÖ” söyleminin genel kabul görmesi şaşırtıcı değil.
Bu tür diskur inşası denemelerinde inşa sürecinin zamana yayılması ve uzun bir süre toplumun bu endoktrinasyona maruz bırakılması kilit önemde olur. Rejim diskuru sonrası köprünün altından çok sular aktı. 2013’de “paralel devlet yapılanması” diskuru toplumca kabul gördü. Bu rejimin mümessillerini umutlandırdı ve heyecanlandırdı. 17 Aralık 2013 yolsuzlukları gibi küresel ölçekte tanık olunan en büyük yolsuzluklardan biri bile sümenaltı edilebilmişti. Dahası derin devlet yapıları Gülen Hareketi’nin bitirilmesi için Erdoğan ve AKP’ye destek vermişlerdi. Erdoğan böylelikle derin yapılarla ve MHP’yle kurduğu koalisyonu sağlam bir temele oturtmuştu. Bu koalisyonu daha da sağlamlaştırmak için Kürtlerle yürütülen Çözüm Süreci iptal edildi ve MHP ile derin yapılar daha fazla memnun edildi. İster istemez Batı yönelimli dış politika terk edilerek Rusya, Çin ve İran eksenine yaklaşıldı. Böylece normatif yükümlülükler bertaraf edildi. Türkiye küme düşürüldü, ama iktidar sahipleri rahatladılar. Bu ortamda anti-Batı’cı retoriğe ek malzeme olarak, Batı’nın maşası olan “FETÖ” söylemi toplumsal bilinçaltına yerleştirildi. Bugün bu operasyonun son derece başarılı olduğunu tespit ve ifade etmek zorundayım.
Şimdi esas mesele şudur: rejim diskuru değişir mi? Umudunuzu kırmak istemem, ama bu olasılık çok düşük. Devlet bu söylemi değiştirmeye kalkarsa, bugün bu söyleme destek verenler hata yaptıklarını kabul etmek zorunda kalacaklar. Buna ihtimal vermiyorum. 17 Aralık 2013 ve 15 Temmuz 2016 anlatılarının değişmesi zor görünüyor. Bunlar değişmeden rejim diskurunun ortadan kalkması için düğmeye basılması olanaksız. Dahası, ihtimal az da olsa, diyelim ki düğmeye basıldı. Yerleşmiş bu diskurun halk bazında ortadan kalkması on yılları bulur.
Diğer bir sorun şu: Erdoğan seçimle veya doğal yollarla gider ve yerine muhalif bir lider gelirse, rejim diskurunun değişmesi daha da zor olur. Çünkü yumuşak geçiş, önceki dönemin kabulünü ve meşrulaştırılmasını içerir. Yeni gelen lider ve ekibi, kendinden önceki dönemi tümüyle reddedemez. Bunu yaparlarsa toplumu kutuplaştırmaktan ve kendi meşruiyetlerinin altını oymaktan çekinirler. Kaldı ki Gülen Hareketi konusunda algıları, hareketi meşruiyet alanına geri getirecek bir kararı vermelerini de olanaksız kılıyor. İhtimal son derece küçük, ama diyelim ki bunu yapmaya kalktılar, bunu taban kabul etmez. Çünkü Gülen Hareketi cadı avında tümüyle şeytanlaştırıldı. Bu algının değişmesi neredeyse olanaksız!
Dahası her geçen gün geri dönüş daha zorlaşıyor. Daha önce devletin diskur oturtma çalışmaları nasıl başarıya ulaştıysa, bu operasyon da başarılı oldu. Toplumda Gülen Hareketi dışından tek tük eleştirel ses çıktığında, bu sesler topluca yargısız infaza maruz bırakılıyor, kripto “FETÖ’cü” ilan ediliyor. Yapılanların haksızlığını gören bazı sol eğilimli aydınlarsa diskuru eleştirirken, “ama Cemaat de şunu yaptı, bunu yaptı” diyerek latent biçimde diskur korosuna destek veriyorlar. Böylece kendilerini kısmen temize çıkartırlarken, devletin de sinir uçlarına dokunmamış oluyorlar.
Türkiye’de rejim değişikliği rejim diskuru değişmedikçe mümkün olmayacak. Türk devletinin tüm resmi tarihini sorgulamanın zamanı geldi. Ancak Gülen Hareketi’ndeki birçok kişi, yine paradoksal biçimde, kendilerini günah keçisi yapan diskura karşı çıkarken, kendileri dışındakileri etkileyen resmi tarih ön kabullerini sorgulamamaya devam ediyor. Bunda kanımca Gülen Hareketi’nin geleneksel olarak “Türk milliyetçisi” ve “devletlû” bir pozisyon almış olması rol oynuyor. Örneğin Ermeni Soykırımı, Rum Soykırımı, Süryani Soykırımı, Varlık Vergisi ve 6/7 Eylül Pogromu gibi örneklerde Gülen Hareketi tabanı ve hatta gördüğüm kadarıyla Cemaat’in “karar alıcıları” devletlû pozisyonlarını terk etmemiş durumda. Devleti kutsayan ve resmi tarihini kabullenen bir grup, kendisiyle alakalı olduğunda bu resmi tarihten şikâyet ediyor. Bu büyük bir çelişki ve Gülen Hareketi’nin başına gelenlerin tarafsız kişilerce eleştirilmesini de zorlaştırıyor. Dolayısıyla diskurun değişmemesine ironik olarak Gülen Hareketi de dolaylı olarak destek oluyor.
“Önce söz vardı”. Söz, tüm sosyal varlıkları inşa eder. Diskur olmadan rejim olmaz. Mevcut resmi tarihin adamakıllı sorgulanması ve yapısöküme tabi tutulması gereklidir.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***