HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY
Toplumları yücelten, insanları birbirine bağlayan biriktirdikleri güzel hatıralardır. Türkiye ise devlet eliyle, toplumunun heybesini çirkin anılarla dolduruyor. Ülke arınma dönemine henüz girmedi, utanç tabloları biriktirilmeye devam ediliyor.
İstanbul’da görev yaptığı yıllarda yakından tanıdığım Vali Hüseyin Avni Mutlu hakkında, mahkeme yıllar sonra beraat kararı verdi. İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi, Mutlu’yu yıllardır “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla yargılıyordu.
Vali Mutlu, Silivri Cezaevi’nde bir buçuk yıl kadar hapis yattı. Yargılaması yıllarca sürdü. Mahkemenin verdiği 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası, Yargıtay tarafından bozuldu. Yeniden yargılandı ve dün itibariyle de beraat etti.
Ceza Hukuku Profesörü İzzet Özgenç, mahkemenin verdiği kararı sevindirici kabul etmekle birlikte tabloyu pek aydınlık bulmadığı görüşünü paylaştı:
“Bu karar, İstanbul Valisi hakkında TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYELİĞİ suçlamasıyla dava açılmış olmasının Türkiye Cumhuriyeti Devleti bakımından oluşturduğu UTANÇ verici durumu ortadan kaldırmaz.”
Prof. Dr. Özgenç’in paylaşımını okuyunca kendimi, “O kadar çok utanç birikti ki” demekten alıkoyamadım. Aklıma Silivri’de ya da başka yerlerde hukuksuz yere hapislere atılan değerler geldi.
Pek çoğunu aradan geçen yıllar sonunda kimse hatırlamayacak. Ama demir parmaklıklar gerisine konulan değerler, geride bıraktıkları eserleriyle bilinmeye, hatırlanmaya devam edilecek.
NAZIM MI HATIRLANIYOR, BAKANLIK MÜFETTİŞİ Mİ?
Zulmedenler mi saygıyla hatırlanacak, zulmettikleri mi?
Yıl 1945… Nazım Hikmet Bursa Cezaevi’nde mahpus. Tolstoy’un “Savaş ve Barış” eserinin tercümesini yeni bitirmiş, La Fontaine’in Masallar’ı üzerinde çalışıyordu.
“Tanya” isimli şiirini yazdığı sıralardı. Hani şu “Seni astılar memleketini sevdiğin için,
ben memleketimi sevdiğim için hapisteyim” dizelerinin geçtiği, 18’inde idam edilen Tanya’yı okuyanın karşına getiren canlılıktaki şiiri…
O sıralarda Bursa Cezaevi’ne, Adalet Bakanlığı’ndan bir müfettiş gelir. Denetimleri sırasında cezaevi müdürüne,
– “Nazım da buradaymış, çağır bakalım nasıl bir adammış?” der.
Nazım’ı müdürün odasına getirirler. Koltuğuna iyice kurulan müfettiş, Nazım’ı tepeden tırnağa süzdükten sonra,
– “Demek şu sözünü ettikleri Nazım Hikmet sensin?” der.
Nazım’ı konuşma süresince ayakta tutar. Sonrasında, “Götürebilirsiniz” der. Nazım, bir adım attıktan sonra döner ve müfettişe, “Ömer Hayyam adını duydunuz mu?” diye sorar. Müfettiş, bilgiç bir edayla, “Kim bilmez Hayyam’ı?” diye karşılık verir.
Nazım, “Hayyam zamanında İran’da hükümdar kimdi?” diye sorunca müfettiş şaşkınlıkla dudak büker ve “Bilmiyorum” cevabını verir.
İstediği cevabı alan Nazım, “Görüyorsunuz, sanatçıyı hatırladınız ama hükümdarı bilmiyorsunuz. Yıllar sonra beni dünya hatırlayacak ama dönemin Adalet Bakanını ve sizi kimse bilmeyecek” der ve odadan çıkar.
O dönemin Adalet Bakanını bugün adı söylense bile (Hasan Seyfettin Menemencioğlu) hatırlayan pek çıkmasa gerek.
Nazım, “Daha dün yaşadı” diyecek olanlar için biraz daha geriye gideyim.
HALLAC’I PARÇA PARÇA İDAM ETTİREN ABBASİ VEZİRİ
Hallac-ı Mansur, (858-922) Abbasiler devrinde yaşadı. Dile getirdiği fikirlerle ön plana çıkmaya başlayınca dönemin din alimleri kendisini kıskandı. Sûfî Ebû Ya‘kūb en-Nehrecûrî, Hallac hakkında “kafir” olduğunu öne sürerek ihbarda bulundu. Sufi takımını Hallac’ın aleyhine çevirmeye gayret etti.
Bir süre sonra döneminin en şöhretli alimlerinden İbn Dâvûd ez-Zâhirî, hemen ardından da ünlü kıraat alimi İbn Mücahid ve sufi Ebu Ali el-Evarici de Hallac’ın aleyhindeki kampanyaya katılınca Hallac, mahkemeye çıkarıldı.
Bunun üzerine Vezir Hâmid bin Abbas tarafından idam isteğiyle hâkimler heyetinin önüne çıkarıldı. Hâkimler, idam kararı vermek için delillerin yetersiz olduğunu söyledi. Vezir Hâmid’in ısrarları üzerine Mâlikî kadısı Ebû Ömer Muhammed bin Yûsuf el-Ezdî, Hallac’ın idamına hükmetti.
Hallac, din alimlerinin verdiği fetvayla önce kendinden geçinceye kadar kırbaçlandı, ayıldıktan sonra önce burnu, sonra kolları ve ayakları kesildi. Ardından da ipe geçirilip idam edildikten sonra başı kesilerek Dicle üzerindeki köprüye asıldı.
Halife Muktedir Billah’ın veziri Hamid’in kini bununla da dinmedi, gövdesini yakıp küllerini nehrin sularına savurdu. Kesik başı da bir mızrağa geçirerek Hallac’ın daha önce vaaz verdiği şehirlerde gezdirdi.
Sonraki yıllarda Hallac’ın idam edildiği yer ziyaretgah olarak tanındı. Halefi olan Vezir Ali bin Mesleme gelip cesedin olmadığı makamda dua edip Abbasi devleti adına özür diledi.
SEYYİD NESİMİ’NİN DERİSİNİ YÜZENLER KİMLERDİ?
Hallac’ın çok eski olduğunu söyleyenler için 4-5 asır daha günümüze doğru geleyim.
Seyyid Nesimi, (1369 – 1417), Türkçe, Farsça ve Arapça şiirler yazdı. Tasavvufa meyletti ve Fazlullah-ı Hurûfî’nin sadık temsilcilerinden oldu. Pîri olan Fazlullah, Timur tarafından idam edildikten sonra, doğup büyüdüğü Tebriz bölgesinden Anadolu’ya geçti.
1. Murad Hüdavendigar döneminde Bursa’ya geldiyse de hoş karşılanmadı. Hacı Bayram Veli ile görüşmek üzere Ankara tarafına gitti. Hurufi düşüncelerinden dolayı orada da huzura kabul edilmedi. Bunun üzerine Halep’e yöneldi.
Burada kendi fikirleriyle irşat çalışmaları yaptı. Maraş taraflarında hüküm süren Dulkadiroğlu Ali Bey, Karakoyunlu hükümdarı Cihan Şah gibi devlet adamları Nesimi’nin fikirlerinden etkilendi.
Nesimi’ye göre insan varlık güzelliğinin aynasıydı. Onu korumak, ona saygı göstermek bu güzelliğin sürdürülmesi demekti. “Tanrı’nın insan yüzünde tecelli etmesi” ve “vücudun bütün organlarının harflerle izahı” üzerine olan fikirleri Sünni Müslümanların tepkisini çekti. Halep’in Sünni uleması, Nesimi’nin Tanrılık iddiasında olduğunu öne sürerek idamına fetva verdi.
Alimlerin verdiği idam hükmü Memlük Sultanı el-Melikü’l-Müeyyed Şeyh el-Mahmûdî tarafından onaylandı. Saltanat naibi Emir Yeşbek, ölüm fermanını, derisini yüzerek ve boynunu vurarak uyguladı.
BU CEZALARI VERENLER Mİ HATIRLANIYOR, ÇEKENLER Mİ?
Tarihin sayfalarında dolaşmayı bırakıp günümüze gelelim…
Önce hakkında müebbet hapis cezası isteyen, sonra da “terör örgütüne yardım” suçundan Ahmet Altan’ı 10 yıl 6 ay hapse mahkûm eden 27. Ağır Ceza Mahkemesi hakimlerini ve dönemin Adalet Bakanını kimse saygıyla anmayacak.
Altan’ı 4 yıl cezaevinde tutan mahkeme heyeti de dönemin Adalet Bakanı da Beştepe Sarayı’nın maşası olarak aşağılanan ifadelerle anılacak. Ahmet Altan ise dünyada saygıyla anılan yazar olacak. Kitapları onlarca dilde milyonlarca okuyucuya ulaşacak. Onlara, sevgiyi, tutkuyu tarihi ortamı içinde anlatmaya devam edecek.
Ahmet Altan dünya çapında bilinen bir yazar. Altan gibi daha onlarca isim var ve dahası da çıkacak.
Türkiye, güzel yarınlarını inşa edebileceği binlerce insanı cezaevinde çürümeye terk etti. Çürümesi beklenen pek çok isim toprağa düşen tohumlar gibi filizlenip yer yüzüne çıkacak.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***